“20. yüzyılın başında insanlar başka insanlarla konuşuyordu; ardından makinelerle konuşmaya başladılar, daha sonra makineler de onlarla konuşmaya başladı.”
Dijital dünyanın göğü kararttığı bir gün. 2019 yılı ilkbaharı. Pekin’in 300 kilometre batısındaki 3,4 milyon nüfuslu bir kent olan Datong’tayız. Kenti bir otelin 17. katından seyrediyoruz. Dışarısı kara sislerle ve bulutlarla kaplı. Puslu bir atmosfer. Blade Runner filminden bir sahnedeyiz sanki. Kapkaranlık bir gökyüzü. Gökdelenlerin kuleleri lanetli birer şato gibi karanlık bulutları deliyor. Kafalarını kaldırmış birer hortlağa benziyorlar. Kent yaklaşık üç gün boyunca geceyle gündüzün ayırt edilmesi mümkün olmayan bir sise teslim olacak. İnsanlar birbirlerini zor görecek. Caddelerde gün içinde ışıklar yanacak. Vitrinlerin ışıkları daha da parlatılmak zorunda kalacak. Tüm kenti yoğun bir kasvet kaplayacak. Kentin caddeleri, sokakları, mahalleleri ve duvarları depresyonun, sıkıntının, bunalımın, buhranın ve bıkkınlığın şahidi. Bu kentte üç gün geçirdiğinizi hayal edin. İşte dijital cehennemin sadece küçük bir fragmanı.
İnternet, 1960’lı yıllarda ABD Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri kapsamında, nükleer bir savaşta olası bir Sovyet galibiyetini önlemek, Amerikan iletişim ağlarının çökertilmesine mâni olmaya yönelik bir planın sonucu olarak doğdu. ABD savunma bakanlığının kurduğu Apranet, miadını doldurmuştur. Artık savaş kaygılarından uzak bir amaçla insanların internet ağını kullanmasına olanak sağlayan bir güce dönüşmüştür. 1996 yılında internet kullanıcı sayısı 20 milyonken 2000’li yıllarda bu sayı 300 milyonu aşmış, bu sayı hâlâ artmaya devam etmektedir. İnternetin ortaya çıkması geleneksel kitle iletişim araçlarının analogdan dijital teknolojiye geçmesine olanak sağladı. Böylece geleneksel medyayla yeni medya arasında bir köprü vazifesi görmüş oldu. İkinci aşamada ise internet, cep telefonları ve mesaj teknolojisi, dijital yahut analog tüm medya platformlarını birbirine bağlayan bir sistem kurdu. İnternet, bir nevi tüm bu medya sistemlerinin ağ bağlantılı organizasyonudur. Bu organizasyon da teknolojik boyuttan, ekonomiye, toplumsal yapıya kadar uzanan çok çeşitli bir örgütlenmeye olanak sağlamaktadır.
Geleneksel medyanın bir ürünü olan gazeteler, dijitalleşmeyle birlikte çevrimiçi gazetelere dönüşmüşlerdir. Bu dijitalleşmeden etkilenmeye bir örnektir. Yeni doğan dijital medya örnekleri ise (Playstation, X-Box, Sega) ve genel olarak internette kişiler arası iletişimi sağlayan (e- posta, sohbetler, haber grupları) ve kitle iletişim alanlarıdır. Bu iletişim alanları, aynı zamanda etkileşimi de beraberinde getirmektedir. Etkileşimin en temel düzeyi, iki taraflı veya çok taraflı iletişim kurma olanağıdır. Tüm dijital medya belli ölçülerde bu olanağı sunmaktadır.
Aciliyet Çağı
Dijitalleşmeyle birlikte dünyanın ritmi de değişmiş oldu. Ulaşım, haberleşme o kadar hızlı boyutlara ulaştı ki, bu durum doğruyla yanlışın ayırt edilebilmesini de zorlaştırdı. Artık hayat daha hızlı akmaya başladı. Böylece bir çırpıda aciliyet çağına fırlatılmış olduk. Artık her şey çok acil gerçekleşmeliydi. Mesaj yazdığımızda anında cevap gelmeli, telefonlarımıza her zaman ve her yerde hemen ulaşım sağlanmalı, nerede olursak olalım iletişime her an hazır ve nazır olmak durumundaydık artık. Dijitalleşmeyle birlikte bireyler işte çalışırken boş zamanlarında Tweet atabilmekte, İnstagram’da post paylaşabilmekte ve izlemek istedikleri herhangi bir diziyi de izleyebilmektedirler. Aynı zamanda bireyler iş dışı boş zamanlarında, örneğin evdeyken de işleriyle ilgili birtakım faaliyetleri yapabilmektedirler. WhatsApp üzerinden işleriyle ilgili bir durumu çözebilmektedirler yahut işle ilgili hazırladıkları bir raporu gerekli yerlere ulaştırabilmektedirler. Bu durum boş zaman kavramının sınırını genişletmiştir. Çalışanlar, çalışma esnasında bir yandan sosyal medya ağıyla iletişimlerine devam etmekte, öte yandan işlerini de bilgisayar başında icra etmektedirler. Bu durumun hayatımızı kolaylaştırdığı düşünülebilir ilk bakışta, fakat daha detaylı düşündüğümüzde durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Guillaume Pitron, kitabında bunlardan bahsetmektedir.
Dijital teknoloji bir yanlış anlaşılmaya yol açtı. Dijital dünya çığırtkanlığına bakılırsa, dijital evren, içinde fotoğraf ve belgelerimizi sakladığımız cloud yani bir “bulut” kadar somut olacak ancak. Dijital dünya tabiri caizse “boşluk” yahut “hiçlik” ile eşanlamlı sayılacaktır. Bu dünya bizi net aracılığıyla ticaret yapmaya, sanal oyunlar oynamaya ve sosyal medya üzerinden kirli çamaşırlarımızı ortaya dökmeye davet etmektedir. İşin en önemli yanı ise, tüm bunlar gerçekleşirken, ilk bakışta, tek bir gram malzeme dahi kullanılmayacağı, bir gram su dahi tüketilmeyeceği gibi, en ufak bir elektron dahi kullanılmayacağı zannedilmektedir. Kısacası dijital dünyanın maddi dünyamıza en ufak bir zarar dahi vermeyeceği ifade edilmektedir. Oysa durum hiç de böyle değildir. Dijital sektörü ekolojik bakımdan dünyayı daha sorunlu bir hale getirmektedir. Ines Leonarduzzi isimli bir aktivist, “Önce bir odanın ışıklarını açık bırakmanın ne kadar tüketime yol açtığını anlayın!” diye dikkat çekiyor. Üstüne üstük bir de bilgisayar ağlarının ekolojik düzene ne denli zarar verdiğini hayal edin.
Basit bir like gönderirken bile devasa bir sistemi kullanıyoruz. Bu sistemler uçsuz bucaksız. Bu sistem; beton, elyaf ve çelikten bir krallık. Üstelik saniyenin milyonda birinde isteklerimize boyun eğen, son derece emirlere amade bir yapıdır bu. “Hidroelektrik barajlardan, kömürle çalışan termik santrallerden, stratejik metal madenlerinden ve detacenter’lardan oluşan bir infa-dünya. Bunların hepsi de üçlü bir arayışta ortaklaşıyor: Güç, hız ve … soğuk.”
Robotlar insanlardan daha çok kirletecek
Zaman her şeyi değiştiriyordu elbette. Önce hayvanların yerine metal geçti; metalin yerine kâğıt, kâğıdın yerine de artık dijital medya var artık. Görüldüğü üzere her giden şeyin yerine yenisi geldi. Önceden sahip olunan bir kaynağın yerine başka bir kaynak gelmiş oldu. Modern elektronik cihazların tasarlanması, üretilmesinde harcanan devasa kaynakları düşünün. Bunların ekolojik dengeye ne denli zarar verdiğini hayal edin. Dijitalleşmeyle birlikte, maddi kaynaklardan kurtulmayı hedefleyenler(!) esasında daha büyük bir maddi kaynak tüketimine yol açmış oldular.
İnsanların yerine robotlar geçmeye başladı. İnsanların evreni kirlettiği gerçeği değişmiyor elbette, fakat robotlar insanlardan daha çok kirletecek. Onlar hava kirliliğine daha çok sebep olacaklar. Her şeyin teknolojinin bir ürünü haline gelmesiyle birlikte doğal olan her şeyin hayatımızdaki yeri azalmış olacak. Onlarca insanın bir araya gelerek yaptığı işi belki bir robot tek başına yapacak, fakat yüzlerce insanın ekolojik düzene vermediği zararı verecek.
Tüm bu yaşananlar insanı ıskartaya çıkarma stratejisi mi? Dijital dünya, gerçek dünyanın sonunu mu getiriyor? İnternette sörf yaparken neleri kaybediyoruz? İnsan kendi dijital cehennemine ateşi yine kendisi nasıl taşıyor? Tüm bunların cevaplarını Guillaume Pitron’un Dijital Cehennemi’nde bulabiliriz. Bu çağın imkanlarından faydalanıyor olsak da felaketlerinden de haberdar olmamız gerektiği kanaatindeyim.