Dilin olabildiğince en sade halini, öykü dünyasına işlemeyi ustalıkla başarmış bir yazar Nursel Duruel.
Dildeki sadelikle ancak metinde bir derinlik yaratılabiliyor. Duruel, karmaşık ve anlaşılması zor bir dilden uzak durarak okurun zihin ve hayal dünyasında şiirsel bir etki oluşturuyor. Tabii burada, karmaşık bir üslubu kötülüyor değilim. Kaotik bir biçemle yazılmış ve kendi çeperinde başarıya da ulaşmış birçok metin vardır. Onların işaret ettiği o karmaşa, hayatımızda işin içinden çıkamadığımız durumlardan oluşmuş olabilir. Fakat metin o haliyle hem birçok anlamı bünyesinde barındırırken, bir yandan da sizi, “acaba burada çok daha farklı bir mana mı var” diye de düşündürür”. İşte, yazarın, hikâyeyi okuyanın zihninde böyle bir oyuk açması her zaman iyi olmayabiliyor, çünkü bu durumun zorlama olduğu en sıradan okurun bile anlayabileceği bir problem. Metin, sizin farklı farklı anlamlara gitmenizi icbar edecek düzeyde kibirli bir anlatımdan uzak durmalıdır. Ustalaşan romancı ve hikâyecilerin bu tutumdan uzak durduğunu müşahede ediyoruz çoğunlukla. Elimizdeki kitapta da böyle bir ustalığı görüyoruz: sadeliğin derinliği.
Yer yer şiirsel bir dilin hâkim olduğu; seslerin, kokuların ve mekân imgelerinin ulaşabileceği tüm manaları kapsamaya niyet etmiş bir anlatımla karşı karşıyayız. Nursel Duruel, sesin de bir renginin olabileceğine sizi inandırıyor. Yazının gücü de burada saklı değil mi? Yazar, kurduğu dünyaya okurunu inandırmıyorsa anlattıkları neye yarar ki?
Nursel Duruel, öyküsünde birçok imgeyle ve metaforla haşır neşir olmuş. Benim dikkatimi celbeden birkaçı şöyle: sesler, su ve rüyalar… Öyküleri okuyanlar bu sözcüklere eklemeler yapacaklardır elbette; fakat benim zihin dünyamda Yazılı Kaya’yı yerleştirdiğim zeminde bu üçü var. Metni bitirip arkama yaslandığımda muhayyilemde dönüp duran sesleri işitmeye başladığımda öykünün beni çıkardığı yolculuğu daha iyi idrak ettim.
Kitabın ilk öykülerinde seslerin ve suyun hayatımızdaki dolaşımından bahsediyor yazarımız ve bu metaforlara birkaç hikâyesinde de temas ediyor. Bunu apaçık bir şekilde yapmıyor elbette. Öykünün satır aralarına gizlenmiş düşüncelerden bahsediyorum.
Kendi ilişkilerimizi göz önüne getirelim. Aslında her şey, seslerin tahakkümündedir veya seslerin olmadığı o susuş anlarında. Seslerin içine kelimeleri de ekliyoruz elbette. Sadece insana has olan seslerden de bahsetmiyorum, örneğin bir kentin sesi de o kentle ilgili bir tanımlama yapma imkânı verir bize. Kadınla erkek arasında çok susuşların olduğu ve konuşma imkânının ortadan kalkmaya başladığını düşündüğümüzde, orada iletişimin kopma noktasına geldiğini görürüz. Bazen taraflardan biri bu susma anlarını bozmaya çalışarak ortamda ses olmaya çalışır, ama nihayetinde sesin kaynağının yalnızca kendisi olduğunu ve karşı taraftan bu seslere bir katkı gelmediğini gördüğü vakit, o da pes eder. Nursel Duruel, işte, hayatımızdaki bu sesleri ve susmadan geriye kalan boşlukları; seslerin hayatımızda açtığı oyukları, çatlakları, delikleri ve yırtıkları anlatıyor. Sesle suyun da benzer bir dolaşıma girdiğini ama netice ve etki itibariyle birbirinden farklı oluşunu dile getiriyor hikâyenin alt metninde.
Hayatımıza öyle ya da böyle bir şekilde giren düşünceleri suya benzetebiliriz. Kimi bir çatlaktan sızarak hayatımızın içine dalar, bazısı da kuvvetiyle yıka yıka ve kayalara çarpa çarpa gelir. Bizim de yaşamın içindeki varoluşumuzun da farklı şekilleri vardır. Sesimizle ve mevcudiyetimizle bir yer ediniriz hayatta. Suyun kendine yol açışına benzer bir serüvenimiz vardır hayatta. Nursel Duruel’in de öyküde yapmaya çalıştığı da budur benim bakışıma göre.
Yazılı Kaya, içinde yaşadığımız andan ziyade, bizi bu ana getiren imgelerin ve mitolojik hadiselerin peşine düşen bir kitap. Bu yüzden bizi seslerle, rüyayla ve zaman mefhumuyla karşılaştırıyor. Çünkü yaşadığımız hayatı anlamlandırmamın en mühim yollarından biri, bizi bu noktaya getiren işaret taşlarını anlayabilmek. Yoksa içinde bulunduğumuz zamana dair nasıl konuşabilirdik. Biz var olma imkânını zamanın bizi kavrayan anlarında bulabiliyoruz. Geçmişe gidişlerimizin, rüyalara dalışımızın ve susuşlarımızın manaları hep “bir arada” yaşıyor esasında. Sonradan bizim direkt olarak müdahale edemediğimiz ama kendine has bir dengeyle hayatımıza dâhil oluyorlar. Hayatın çatlakları, yarım bırakılmışlık hissi, cevapsız kalan sorular… Hepsi bir anlam arayışından arta kalan noksanlıklar. Yazarımız, tüm bu olguları şiirsel ve imgenin sınırlarını zorlayıcı bir dille açıyor.
Sadeliğin her cümlede temel yapı taşı olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz, işte bu sadelik öyküde derinleşmemizin önünü açıyor. İnsanın ruh dünyasında var olan her katmana uğrayan bir okuma vadediyor Nursel Duruel.