Sibel K. Türker’in ‘Ağula’sını diğer kitaplarından farklı bir yere koyuyorum. Bunun sebebini size şöyle açıklayabilirim: Okurlar, yazarların yazma süreçlerini merak ederler. Aynı harflerin farklı birlikteliğiyle oluşan kelimeler nasıl bir araya gelebiliyor ve bir hikâye ortaya çıkıyor. Yazar eserini oluştururken hangi süreçleri yaşıyor, diye içinden geçirmeyen çok az okur vardır herhalde. Bu karşı koyamadığımız bir merakın sonucu.
En iyi romancılar aynı zamanda iyi bir roman kuramcısıdır da. Bunu bazı yazarlar sistemleştirmiş ve kitap haline getirmiştir, kimi yazarlar ise metinlerine bunu yansıtmışlardır. Elimizdeki kitap da bu kategoriye giriyor; tıpkı Gabriel Garcia Marquez’in Anlatmak İçin Yaşamak kitabı gibi. Yazarımız salt yaşadıklarını anlatmıyor, neredeyse yazmak için yaşıyor izlenimini veriyor.
Kitabın adı Ağula, aslında biz buna Ağu da diyebiliriz. Ağu, yani zehir. Yaşamın, hissetmenin, tutunamamanın, hüznün, özlemin, acının, anlamsızlığın, pişmanlığın ve hayata anlam vermekte zorluk çekmenin mecburi bir sonucu olan yazma eyleminin, tıpkı bir zehir gibi kana karışması ve tüm bedeni etkisi altına alması olarak yorumlayabiliriz Ağula’yı.
Yazma eylemi insan zihnindeki tüm bilinmezlikleri ortaya çıkarıyor. Bunu yaparken insana huzursuzluk veriyor. Yani okuyarak ve yazarak mutlu olamıyorsunuz. Hem nasıl mutluluğa erişesiniz; geçmişinizden bu güne gelinceye kadar ruhunuzda, bilinçaltınızda ve hayal dünyanızda ne varsa artık gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Sonrasında yorgunluk, bitkinlik, bıkkınlık, uykusuzluk, dünya ağrısı, bulantı, korku, kaçma isteği, ölümcül kaygı, huzursuzluk, şaşkınlık, dalgınlık ve hep uzaklara bakma hissine kapılıyorsunuz. Yazmak, büyük bir hesaplaşmaktır. Yazarımızın bu öykülerde yaptığı da budur.
Derdi kendisiyle olan insanlar en hafif rüzgârda bile ürperti yaşayabilecek hassasiyete sahip olurlar. Öykülerin içinde hep bu karakterlerle karşılaşıyoruz. Kalp yorgunu, insan yorgunu, gitmekten dahi korkma hissi… Yazarımız içini dökme arzusuyla okurların kendi içlerine bakmalarını amaçlamış gibi görünüyor. Bir yazar gerçeklerden değil, yazdıklarından dolayı yorgundur derken tam da bunu söylüyor aslında.
Kısaca özetlersek, Sibel K. Türker’in kitabı, hem öykünün sınırlarına kuvvetlice bağlı kalmayı başarmış, hem de yazmaya ve yaşamın kendisine dair sorgulamalara yer verebilmiş. Yazmayla ilgilenen veya eline kalem almasa bile kendi hayatını didiklemek isteyenler için güzel bir öykü kitabı Ağula. Kim bilir, belki siz de kitabı bitirdikten sonra elinize kalem alabilme cesaretini bulursunuz kendinizde.