Türkiye’de yüzlerce yayınevi var. Pandemi sürecinde birtakım aksaklıklar olmasına rağmen neredeyse haftada 2-3 kitabın yayımlandığını görüyoruz. Bu durum, okurların hayatına yeni bilgilerin, yeni maceraların dâhil olması anlamına geliyor. Bu çeşitlilik okurların hem hoşuna giden hem de kafalarını karıştıran bir durum. Bu akıştan kendi ruh ve düşünce dünyalarına uygun kitapları nasıl seçecekler? Okur olmanın özünde “kendine uygun” kitabı seçmek var mıdır?
Tüm bu soruların elbette tek bir cevabı yok. Şu an elimdeki kitap, bu soruları sormamı sağladı.
Yazar kitabında, okuma eylemini esas itibariyle ikiye ayırıyor: Eğlence için okumak ve tetkik için okumak. Yazarın 1850 yılında doğduğunu da düşünürsek, o dönemde de mevcut olan edebiyat eleştirilerinin yeni ve klasik ayrımına tabi tutulduğunu görebiliyoruz. Hangi kitapların okunması gerektiği meselesi hep tartışılır olmuştur. Günümüzde halen bu hususlar konuşulmaya devam etmektedir.
Yazara göre insanlar genellikle hoşça vakit geçirmek için kitap okur. Kitap satın alan bireylerin büyük bir çoğunluğu bu kısma dâhildir. Çok az okur nitelikli okur kategorisine girer. Okurların büyük çoğunluğu, kendilerini eğlendiren kitapları tercih ederken, zaman geçirmek için kitap satın aldıklarını dile getirmektedirler. Onların tabiriyle “zaman öldürmek” için kitap okunmalıdır. Birbirlerine, “falanca kitabı okudun mu?” diye sorular yönelttiklerinde, sırf “okudum” diyebilmek için satın aldıkları kitapları, muhtemelen birkaç sayfa okuduktan sonra rafa kaldırmışlardır. Dolayısıyla niteliksiz olarak addedilen kitapların çok satması demek onların çok okunduğu anlamına gelmemektedir.
Yazara göre, edebi veya fikrî bir gıda edinilmeyen kitapların okunmaması gerekir. Size hoşça vakit geçirten kitaplardan tabiri caizse uzak durmalısınız. Sizi sarsan, derinden etkileyen, farklı dünyaların penceresini aralayan kitaplar okumalısınız. Hatta yazarımız, bu tavrını daha da ileriye götürüp, “Ne zaman yeni bir kitabın yayımlandığını duyarsanız, eski birini okuyun.” demektedir. Gençlere yönelik Edebiyat Derslerinin derlendiği bu kitapta, okumaya kesinlikle klasik eserlerden başlanılması gerektiği savunulmuş. Yazarımız “büyük eserler”lerin okunması gerektiğini sıklıkla vurgulamış. Ve kitapta büyük eser tanımına uygun örnekler zikretmiş.
Tıpkı bir çocuğun bakış açısıyla kitap okunması gerektiğini savunmuştur. Çocuklar elbette çok basit şeyleri okuyabilirler. Ama o basit şeyleri okurken çok bir hayal dünyasını devreye sokarlar. Okudukları hikâyeyi içselleştirirler. Neredeyse o hikâyeyle yatıp kalkarlar. Zihinlerinde ve hayal dünyalarında okudukları hikâyeyi genişletirler. Yetişkinlerde bu durum körelmiştir. Gerçek okurlar çocuklar gibi olmalıdır.
Lafcadio Hearn’ın elimizdeki hacim olarak küçük fakat iddiası büyük kitabı haklı birçok soruyu gündeme getiriyor. Üstelik kitabın yayınlandığından günümüze uzunca bir zaman geçmiş olmasına rağmen bunları söylüyor. Bu tartışmaların halen geçerliliğini koruması da okuma eyleminin özünden kaynaklanıyor. Muhtemelen bundan yüz sene sonra da benzer konular tartışılacaktır. Yazarın kitapta da dile getirdiği gibi, en büyük eleştirmen halktır. Zaman hakiki eserlerin gerçek kıymetini ortaya çıkaran en önemli mefhumdur. Şahsi fikrim, hem klasiklerin hem de çağdaş eserler okunmalı. Fakat bu durum iyi dengelenmeli. Aynı mekânı ve zamanı paylaştığımız yazarların, hayatı bizden farklı algılayış biçimlerini görmek adına güncel edebiyat önemlidir. Ama her iyi okur gibi ben de güncel olanla zamanın elemesinden geçmiş kitapları kıyasladığımda elbette eskiye daha çok rağbet ediyorum.
Her insanın kendine has bir hikâyesi vardır ve okuyacağı kitabı ararken de tamamen kendi hissiyatlarından hareket etmelidir. Doğru kitabı, doğru filmi ve doğru insanı bulabilmek için onlarca yanlışıyla karşılaşırız.