2021’DE İZ BIRAKAN EDEBİ ESERLERE ÖZNEL BİR BAKIŞ
“Bir hikayemiz olmadığını anlamak, varlığımızın anlamsız olduğunu fark etmektir; bunu kaldıramayabiliriz. Hikâye anlatmaksa yaşamın korkutucu rastlantısallığının üstesinden gelebilme, en azından onu kısmen kontrol altına alma çabasıdır.”
Robert Fulford’un Anlatının Gücü adlı eserinden alıntıladığım bu cümleler, uzun pandemi sürecinde edebiyat eserlerinin benim için kazandığı anlamı özetler niteliktedir. Özellikle salgının başladığı ilk aylarda neyle karşı karşıya olduğumuzu bilememenin yarattığı telaş ve güvensizlik duygusu çoğumuzu evlere kapattı, bir anlamda hayatımız yani “hikayelerimiz” elimizden alındı. Bunun ne kadar süreceğini kestiremiyorduk ama hikayesiz de yapamazdık. Hikayeler üretmeye başladık; kimimiz evde ekmek, alternatif kahvaltılar, hamur işleri başlıklı hikayelerimizi sosyal medyada paylaştık, kimimiz normal koşullarda zaman ayıramadığımız, evde sportif faaliyetler, başlıklı hikayeler ürettik. Hepsine ucundan kıyısından bulaşmakla birlikte ben, edebiyatın hikayesine daha çok kulak kabarttım ve bu hem dimağıma hem ruhuma çok iyi geldi. Bu sayede hikayemi kendimce zenginleştirerek yeniden kurdum. Çünkü Fulford’un vurguladığı gibi; benlik arayışında çözüm, uydurulan hikayelerdir.
2021’in şu son günlerinden geriye doğru baktığımda yıl boyunca okuduğum kitaplar arzı endam ediyor gözümün önünde. Hepsi de özenle seçerek okuduğum kitaplardı. Bu yazıda özellikle 2021’de basılan ya da bir ödül alarak öne çıkan ve elbette beni en çok etkileyen farklı türlerde on kitaptan söz etmek istiyorum. En son okuduğum kitapla başlayayım:
Romanın güzelliği sadece kurgudaki başarıdan kaynaklanmıyor. Yazarın, öykülerinden çok iyi bildiğim dili, özenli Türkçesi, denizci jargonuyla zenginleşerek karşılıyor bizi bu romanda. Sait Faik’in deniz hikayelerinin havasını soludum birçok yerde. Roman içerik olarak da çok zengin. İzmir’in siyasi ve tarihi dokusunu, 1950’li yılların sosyal yaşamını yansıtıyor.
Okuduğum romanlarda, hikayelerde, evrensel değerlerin vurgulanmasını çok önemsiyorum. Bu romanda da kadın duyarlığından namus algısına, siyasi ahlaktan hakça yaşamaya kadar birçok meseleye incelikle dokunuyor Ahmet Büke.
Kısacası ister dilin güzelliğine, anlatımın ve hikâyenin sürükleyiciliğine kapılıp bir solukta okuyun ister kurguya sinmiş tarihsel, sosyal olaylar ve tespitlere odaklanın Deli İbram Divanı keyifle okunacak bir kitap.
Kumdan Yürek de eğitim için Londra’ya giden, ötekileştirilen, kendini oraya ait hissedemeyen ancak ülkesine de dönmeyen, aidiyet karmaşası yaşayan Salim’in hikayesini anlatır. Romanın bir güzelliği de Shakespeare’in Kısasa Kısas adlı oyununun adaptasyonu olmasıdır. Kısasa Kısas; cinsel ahlak, toplumsal ahlak, adalet, yasalar karşısında eşitlik gibi kavramlar ile iktidar ilişkisini sorgulayan bir oyundur. Kumdan Yürek de sömürgeciliğin yarattığı güvensizlikten henüz kurtulamamış bir toplumun, bu kez, kendi yerel iktidarının aynı kavramlarla imtihanını ortaya koyar. Biri 16. yüzyıl Avrupa’sını, diğeri 20. yüzyıl Afrika’sını anlatan bu iki eser arasındaki koşutluk ilginçti ve edebi açıdan keyifliydi. Romanın tek olumsuz yönü özensiz çevirisi, biraz aceleye gelmiş sanki. Sonraki baskılarda gözden geçirilecektir diye düşünüyorum.
Sus Barbatus!2, birinci kitaptakilere yeni hikayeler eklenmesiyle zenginleşen, yazarın kendine has dili ve doğa betimlemeleri sayesinde tıpkı anlattığı bahar gibi çağlayan ve çoşan; kendini aşan bir roman. Roman temelde 12 Eylül öncesi toplumsal yapıyı anlatıyor ama burada asıl olan bunu nasıl anlattığıdır. Bir yanda halk hikayeleri ve efsaneler, bir yanda fantastik ve modern edebiyat… Faruk Duman tam bir dil işçisi, tam bir doğa aşığı. Kendine has üslubuyla anlattığı doğa, ilk ciltte bembeyaz bir kıştı, ikincide sırılsıklam bir bahar… Roman kişisine dönüştürerek anlattığı ormanın ve hayvanların hikayeleri en az insanlarınki kadar merak uyandırıyor, en az onlar kadar romanın öznesi. İnsanları da doğayla özdeşleştirir yazar; karakterlerin koku alma, doğal yaşama uyum sağlama gibi özellikleri oldukça gelişmiştir. Erendiz Atasü, şöyle yorumluyor bu benzerliği: “Sus Barbatuslar, insan doğa ilişkisini enine boyuna irdeleme bakımından Yaşar Kemal geleneğinin devamıdır ama fantastik unsurlarla, aydınlanmacı ve çevreci bakışla dönüştürdüğü halk hikayeleriyle, modern edebiyata göndermelerle geleneği aşar.”
Serinin üçüncü kitabı 2022’de okunacaklar listesinin başına eklenerek kitaplığımdaki yerini aldı.
Kitapta her biri diğerinden güzel dokuz öykü var. İnsanlık hallerine değiniyor yazar; modern toplumun yalnız insanı, geçim sıkıntısı, kadın sorunları, emeklilik… Kısacası bir şekilde hayatın kıyısında kalmış insanların hikayelerini, bu sorunların sosyal altyapısını da sezdirerek anlatıyor. Yazar kendi mütevazi karakterini yansıtmış hikayelerine, kitabın da öykülerin de adı çok iddialı ve çarpıcı değil hatta sıradan bile gelebilir ilk bakışta. Ama okumaya başlayınca tam bir gökkuşağı… Öyle özenli, canlı, sağlam bir dil; öyle etkileyici, ince düşünülmüş kurgular ve kitaptan fırlayıp ayağa dikilecekmiş gibi sahici ve güçlü karakterler…
Selim İleri şöyle diyor: “Bu kadar incelikli, duyarlı bir hikâyenin yazarı böylesine mi görmezden gelinir. Yazı dünyası bazen çok merhametsiz…”
SONRA HAYAT, ONUR ÇALI: Sonra Hayat, Nisan 2021’de yayımlanan; yazarın edebiyata, sanata, okumaya, yazara, esere, üsluba, yazarın politik duruşuna ve sorumluluğuna dair yirmi denemeyi içeren ve Vedat Günyol Genç Deneme Yazarı Ödülü’ne sahip kitabıdır. Sonra Hayat; daha ilk denemeden itibaren “iyi bir okurun” yazdığı bir kitap olduğunu düşündürüyor. Onur Çalı’nın tercihi olan bu tavır, neredeyse tüm denemelerde, sorguladığı meseleler karşısında kendisinin duruşunu açıkça ortaya koyuyor. Türk ve dünya edebiyatında bir gezintiye çıkarıyor bizi yazar; Nazım, Hamit, Salah Birsel, Ataç, Melih Cevdet; Philip Roth, Neruda, Salingen, Richard Yates ve daha birçoğu. Sonra Hayat, deneme türünü sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.
KENDİME DÜŞÜNCELER, MARCUS AURELİUS: Son olarak, güncelliğini asla kaybetmeyecek klasik bir eserden söz etmek istiyorum. Stoacı imparator olarak da adlandırılan Roma İmparatoru Aurelius, bundan yaklaşık iki bin yıl önce, bir yandan ülkesini yönetir, seferler düzenlerken bir yandan da incelikli felsefi konulara kafa yormuş, geceleri tuttuğu notlarla “kendine düşünceler” oluşturmuş bir filozof imparatordur. İşin Stoacı yönünü felsefecilere bırakıyorum ama yazarın da zaten akademik bir üslubu yok; öğütleri, önerileri daha çok sohbet havasında. Ölüm, yaşamdan beklentiler, güven, zaman, özdeğerlendirme, inziva, doğa, mutluluk, iyilik, hoşgörü… Bu kavramlarla insan doğası arasında kurduğu bağlantılar çok güzel, aforizmaları çarpıcı. Stoacı anlayışa uygun olarak gerçek mutluluğun, doğaya uygun yaşayarak yakalanabileceğini; doğamızdan uzaklaşmanın bizi sevgiden, hoşgörüden, iyilikten, huzurdan uzaklaştıracağını söylüyor. Ona göre doğamızı keşfetmeyi başarabilirsek varoluşumuzun gerekçesini de anlayabilir, iç karmaşadan kurtulabiliriz; bunun yolu da zihnimizi yüklerinden arındırmaktır. Çoğu zaman sağa sola koşuşturmaktan kendimize ayıracak zaman bulamaz ve bunalırız ya çözümü Aurelius’tan:” Huzur istiyorsan, pek az şey yap.”
Sürekli onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı içinde misiniz? Öyleyse Aurelius’e kulak verin: “Her şeyin kendine özgü, eksiksiz bir güzelliği vardır. Övgü güzelliğin bir parçası değildir. Övgü, övülen şeyi ne daha kötü ne daha muhteşem yapar.”
Kısacası bu kitabın, felsefi, kültürel birikim sağlamanın yanında, ruhu sağaltmak ve iç huzuru yakalamak için de çok yardımcı olacağını düşünüyorum. Kendine doğru yolculuğa çıkmayı sevenlere kesinlikle öneririm.
2022 yılı sağlık, huzur, barış ve nice güzellikler getirsin.