Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir[1] adlı eser, Amerikalı yazar Emma Goldman’ın çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmalardan ve daha önce yayımlanmış yazılarından oluşan bir seçki. 12 ana başlıktan oluşuyor eser ve her bir bölüm, sorgulanan, çoğunlukla da yerleşik biçimleri reddedilen kavramların eleştirisi niteliğindedir.
İlk anda çok şiirsel ve romantik bir içerik beklentisi yaratan adıyla dikkat çekiyor kitap ancak Emma Goldman’ın karakteri ve düşünce dünyası söz konusu olduğunda elbette böyle nahif bir içerik beklemek çok gerçekçi olmayacaktır.
Kitap, kendisi de bir anarşist olan yazarın anarşizm ile ilgili düşüncelerini içeren “Bir Anarşistin Hayata Bakışı” adlı yazıyla başlar. Anarşizmin bir felsefesi olduğunu, toplumda yaygın olan ön yargının aksine, kargaşayı ve yıkıcılığı değil insanın özgürlüğünü merkeze alan bir felsefi yaklaşım olduğunu belirtir. Diğer bütün ideolojilerin ve inançların, gücü eline geçirdiğinde otoriterleştiğini; bunlara karşı bireyin gerçek özgürlüğünün tek güvencesinin anarşizm olduğunu söyler. Bu bölümden söz ederken Ursula Le Guin’in “Mülksüzler” adlı romanına değinmeden geçmek mümkün değil. Le Guin’in kurguladığı iki farklı dünya vardır bu eserde. Biri halihazırdaki gibi kapitalist bir dünyadır, diğerinde ise kapitalizmden kaçan, dünyayı terk etmek zorunda bırakılan anarşistlerin başka bir gezegende kurdukları alternatif ütopik bir yaşam vardır ve bu yaşam biçiminde ister sağdan ister soldan olsun hiçbir otoriter yapıya yer yoktur. Devam eden, tamamlanmamış bir süreçtir oradaki yaşam ve bu özelliği otoritenin oluşmasına engel olmaktadır. Çünkü süreç tamamlanırsa otoriterleşme kaçınılmazdır o nedenle bu yapı sürekli bir değişim içindedir; yaşanan çatışmalar ve fikir ayrılıkları hep yeni oluşumları gerektirir ve bu böyle sürer gider. Ursula Le Guin’in bu romanında Emma Goldman’in düşüncelerini açık bir şekilde görürüz.
Kitapta en dikkat çeken bölümlerden biri evlilik kavramının sorgulandığı bölümdür.
“Dante’nin Cehennem’e atfettiği bir veciz sözü evlilik için de aynı derecede geçerlidir: Buraya giren herkes, bütün umutlarını dışarıda bırakır.”(s.23)
“Evlilik; öncelikle bir ekonomik düzenleme, bir sigorta anlaşmasıdır.”(s.22)
şeklinde sarsıcı ifadelerle sorgulama sürer ve elbette bu poliçenin çoğu zaman kadınların zararına düzenlendiğine dikkat çeker.
Kıskançlık, cinsiyet ayrımcılığı, özgürleşme, azınlık, vatanseverlik ve ateizm kavramları da dikkat çeken başlıklardan bazıları.
“İkili ilişkilerde görülen kıskançlık, mülkiyet hakkının korunmasının meşru savunma silahıdır.”(s.39) ifadesi ile kıskançlık kavramını farklı bir boyutta tartışmaya açar.
“Elbette vatanseverlik oyununa katılanlar zenginler değildir. Onlar her yerde kendilerini yurtlarında hissedebilen kozmopolitlerdir. Biz Amerika’daki bu gerçeğin farkındayız. Bizim zengin Amerikalılarımız, Fransa’da Fransız, Almanya’da Alman ya da İngiltere’de İngiliz değiller mi?” (s.100) sözleri ile “vatanseverlik” kavramını tartışmaya açar ve tüm dünyada vatanseverlik göstermesi ve fedakarlık yapması beklenen kesimlerin geniş halk kitleleri olduğuna ve bundaki çelişkiye dikkat çeker.
Kitabın son bölümünde “Hayatım Yaşamaya Değer miydi?” başlığı ile yazar kendi yaşamına ayna tutar. Çocukluğundan itibaren yaşadığı zorlukların onu inandığı doğrulara yönlendirdiğini, yaşadığı tüm sorunlara rağmen gelecekten ve insandan umutlu olduğunu söyler ve ekler: “Eğer hayatımı bir daha yaşamak zorunda kalsaydım, herkes gibi minnacık ayrıntıları değiştirmeyi dilerdim. Fakat gönül rahatlığıyla söylerim ki ben hayatımı yaşadığım gibi tekrar yaşardım.”(s.138) sözleri ile yaşamın onu sürüklemediğini, bilinçli seçimler yaptığını ve tercihlerini yaşadığını ortaya koyar.
Emma Goldman’ın bu kitapta ele aldığı kavramlarla ilgili sorgulamaları ve ortaya koyduğu fikirler zihnin sınırlarını zorlar nitelikte gerçekten. Kitabı okumak, Goldman’ın düşüncelerinin tümüne katılmayı ya da bunları benimsemeyi gerektirmiyor elbette ama zihni şöyle bir silkeleyip tozunu aldığı ve insanın ufkunu genişlettiği kesin. Bazı önerileri gerçeklikten çok uzak ve ütopik gelebiliyor ancak hiç sorgulanmadan sadece alışkanlıktan dolayı benimsenmiş, düşünülme gereği bile duyulmamış birçok değer yargısını zihinlere taşıyor ve tartışmaya açıyor.
Kitap “Feminist Kitaplik” kapsamında yayımlanmış ve sanıyorum daha çok kadınların dikkatini çekmiş bir eser. Oysa “meseleler” hiçbir zaman sadece kadınları ya da sadece erkekleri bağlamaz. Bu nedenle, farklı bakış açıları arayan ve düşünsel sarsıntılardan hoşlanan herkesin severek okuyacağı bu kitabı tüm kitapseverlere öneriyorum.
[1] Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir, 2006, Agora Kitaplığı