Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur, Faruk Duman’ın sis ve gölgelerle, büyülü görüntüler ve seslerle, cümle mahlûkatın varla yok arasındaki belirsizliğiyle kuşatılmış bir ormandan, okuruna seslenişidir. Mekân, orman halkı ve insanlar sisli olsa da yazarın seslenişinin çok net, güçlü ve etkileyici olduğu bir eserdir bu roman.
Faruk Duman, bu romanı, 1974’te Beypazarı’nda vurulan son Anadolu Parsı’na adadığını belirtir kitabının başında. Bu notu okuyunca küçük bir ansiklopedik araştırma yapma gereği duydum. Anadolu Parsı, İran Parsı’nın Akdeniz Bölgesi’nde ve Doğu Anadolu’da yaşayan bir türüdür. Aslında ormanlarda ve dağlık alanlarda yaşayan pars, doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesiyle, yerleşim yerlerine iner ve tehdit oluşturduğu gerekçesiyle öldürülür. Yazarımızın da dikkat çektiği gibi son parsın da öldürülmesiyle Anadolu Parsı’nın nesli tükenmiştir. Sonrasında çeşitli bölgelerde görüldüğüne ilişkin iddialar olsa da bununla ilgili resmi bir kayıt yoktur. İnsan türü olarak bir canlı türünü daha yok etmişiz, bundan utanç duydum kendi adıma. Neyse ki duyarlı insanlar da var; onların çabaları, Faruk Duman gibi yazarların ve sanatçıların oluşturduğu farkındalık sayesinde, başka nesilleri de tüketmemek adına umut hep var.
Kitabımıza dönecek olursak; Faruk Duman’ın eserlerindeki en önemli motiflerden birinin “orman” olduğunu biliyoruz. Bu orman kimi zaman Sus Barbatus’ta olduğu gibi dondurucu kış soğuklarının mekanı olup bembeyaz, net ve bitimsizdir. Kimi zaman, İncir Tarihi’nde olduğu gibi, destansı-masalsı bir anlatımla, gerçeklikten çok hayale yaslanan bir atmosfer içinde bulduğumuz, mekândan bağımsız bir ormandır. Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur romanında ise orman, varlığıyla gerçektir ancak sahne olduğu olaylar ve durumlar ile düşsel bir gerçekliğe bürünür. Orman adeta romanın öznesidir, olaylar anlatıcının ormana girmesiyle başlar ve ormandan ayrılmasıyla sona erer.
Romanda anlatılanlar, bir ormanda ve bu ormanın yakınlarındaki bir köyde geçer. Üniversite öğrenimini sağlık sorunları nedeniyle yarım bırakan genç anlatıcı, askerliğini yaptıktan sonra köyüne döner. Anlatıcının köye gitmek üzere ormana girmesiyle başlar hikâye. Ormanın sisli ve esrarlı havası daha ilk sayfalarda sarmalar okuru. “Ormanda göz dolanır, bu, ninemin laflarından biriydi.” (s.10) der anlatıcı ve roman boyunca bu gözün peşine düşer. Bu göz her şeyi gören, ağaçların dalları arasında, yaprakların yere düşüşünde kendini hissettiren, büyüyerek evlerin pencerelerini gözleyen bir tehdit ve nefret nesnesidir. Oysa bu uğursuz ve cisimsiz göz aslında ormanda yaşayan parsa aittir ve uğursuzluk dedikleri sadece ve sadece yüreklerindeki korkudur. Anlatıcı, ilk karşılaşmada parsla aralarında çok özel bir bağ olduğunu hisseder, ilerleyen bölümlerde empati duygusuyla bu bağı güçlendirecek, parsla ve de ormanla masalsı bir bütünleşme yaşayacaktır. Anlatının özünü oluşturan, bu yakınlaşma ve duygu birliğidir: “Ormanın karnıyla benim karnımdı, birlikte alçalıp birlikte yükselmeye başlamıştı. Orman, dünyanın bilgisini taşıyordu bana.”(s.87)
Yazarımızın bütün romanlarında gözlemlenen yaratıcılığı, hayal gücü ve hikâye üretmedeki yeteneği takdire şayan. Edebiyatımızdaki geleneksel anlatı özelliklerini modern romana serpiştiren bu romanda da anlatıcı, orman ve pars arasındaki bütünleşmeye eşlik eden birçok hikâye vardır. Avcı Kemal’in hazin hikâyesi, Ceren’le anlatıcı arasındaki yakınlaşma, Ceren’in tekinsiz sezgileri ve babası ile ağabeyinin kötülüğü, aile içindeki şiddet ve sapkın eğilimler; anlatıcının annesi ile ilgili sanrıları ve elbette masal kahramanı Rapunzel. Bunların hepsi, üzerlerindeki belirsizlik perdesi ile yeri geldikçe anlatıdaki yerlerini alırlar. Okurun kafasında kurmaca dünya ile gerçek dünya arasındaki sınır silikleşir; böylece yazar, eseri klasik bir roman olmaktan çıkarıp büyülü-masalsı bir anlatıya dönüştürür.
Faruk Duman’ın kullandığı dilin de anlatıda bu atmosferin oluşmasında çok büyük payı var. Yazarın duru bir Türkçe ile oluşturduğu özgün üslup, bu romanda da görülür. Alışılmışın dışında cümle kuruluşlarıyla; kısa, kesik kesik, yüklemsiz cümlelerle, bitmemişlik hissi yaratarak belki de bir şeylerin okurun kafasında şekillenmesini, sürmesini sağlıyor. Yazarın anlatı boyunca sıklıkla kullandığı “sözgelimi” ifadesi, anlatılanların gerçekle düş arasında gidip geldiğinin en güzel göstergesi bana göre.
“Kader onu ormana sürüklemiştir, Avcı Kemal, Avcı Kemal olmazdan önce.” (s.27)
“Telaş etmedi, elinden kaçarsa ne yapacağını düşünmedi. Zaten ele geçirilmemiş olan, elden kaçırılmış da sayılmazdı.” (s.79) gibi birçok cümle de bu üslubun ve masalsı anlatımın oluşmasına katkı sağlar.
Tüm bu masalsı ve puslu atmosfere rağmen hikâye gerçeklikten tümüyle kopmuyor, inandırıcılığını yitirmiyor. Ceren’e uygulanan şiddet, ensesti çağrıştıran davranışlar ve anlatıcının bunlar karşısındaki tavrı, bunların yanında ormandaki doğal yaşamın acımasızlığı da gözler önüne seriliyor: “…çalıların arasında parsın bir ceylanı yemekte olduğunu gördüm. Ağzı yüzü kan içindeydi. Demek sırtındaki yarayı böyle sağaltacaktı, karnını doyurarak.” (s.57)
Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur, 92 sayfalık kısacık bir romana, birçok meseleyi, duyguyu, hikâyeyi, masalı sığdıran “özlü” bir anlatıdır. Sayfa sayısı ve okuma kolaylığı açısından Faruk Duman’ın dünyasına atılacak ilk adımlar için en uygun eserdir kanımca hem edebi lezzeti hem de dikkat çektiği mesele sebebiyle. Yazarın, kitabın başında Borges’ten yapığı alıntı, ölmekte olan bir leopara söylenmiş şu cümle ile biter: “Şimdi tutsaksın ama şiire bir sözcük katmış olacaksın.” Faruk Duman da bu romanı ile Anadolu Parsı’nı edebiyat dünyasına katmış ve böylece ölümsüzleştirmiştir, bu da bizim doğadan dilenmiş özrümüz olsun.