Serkan Türk: Kırk yılı aşkın süredir edebiyat dünyasında yazdıklarınızla kendinizi, sözünüzü, hikâyenizi var etmeyi başardınız. Bugün geriye dönüp baktığınızda yazdığınız romanlar, öykü kitapları, gazete ve dergiler için kaleme aldığınız metinlerle seslendiğiniz o okur, sizi yeterince anladı mı?
İnci Aral: Edebiyat dünyasına kabul edilmek kolay değildir. Bir kez girdikten sonraysa ustalaşarak varlığını sürdürebilmek gerekir. Yazmanın talepsiz bir arz olduğunu göz önüne alırsak çabanızın nereye varacağı belirsizdir. 1976’dan 1986 ya dört öykü kitabı yayımlamıştım, adım az çok duyulmuştu ama hâlâ edebiyat dünyasının kapısı önünde beklediğimi biliyordum. Bunun nedeni taşradan gelmiş biri olarak kendi içine dönük, yalnızca birbirini beğenir edebiyat sosyetesine girememiş olmam ya da dostlukla destek alacağım etkili bir çevreye sahip olmayışımdı. Öykü kitaplarımın küçük yayınevlerinden çıkmasının da rolü vardı bunda. Dördüncü kitaptan sonra yazma inadımı sürdürerek mutlu olamayacağım sezgisiyle yazmayı birkaç yıl bıraktım. Edebiyat uzun ve çetrefilli bir yoldu ve ben bu yolda tek başıma yol almaya çalışıyordum. Bu sürede çıkan güzel romanları kıskandığım için yeniden yazmaya başladım. İlk romanım Ölü Erkek Kuşlar yoğun medya ve okur ilgisiyle karşılanınca döngü kırıldı, büyük bir yayınevine geçtim. Sonrasında ağırlıklı olarak roman yazdım ama arada çıkan iki öykü kitabım Gölgede Kırk Derece ile Ruhumu Öpmeyi Unuttun öykü için yüksek okur sayılarına ulaştılar. Ben bir bakıma okuru tarafından sahip çıkılıp var edilen ve her nasılsa hala keşfedilmekte olan bir yazar olduğumu düşünüyorum. Genel olarak eğitim düzeyi ve okuma alışkanlığı sınırlı bir ülkede hafif, kolay, eğlencelik kitaplar yazmadığım ve kalıcı olmayı hedeflediğim için her daim gündemde olmayabilirim. Bu anlaşılmamış demek olmaksa biraz öyle. Ama anlaşılmak için kendi düzeyimin altına inmeye de gönül indirmedim.
Serkan Türk: “Kıran Resimleri” seksenlerin başında yayımlanmış ve size haklı bir başarı getirmişti. Bugün benzer bir metnin yankısı nasıl olurdu? Bir kitabın içeriği kadar yayımlandığı dönem ve koşullar da okur tarafından algılanışını etkiliyor mudur sizce?
İnci Aral: Bazı tarih, politika ya güncel konulardaki kitaplar yayımlandıkları dönem bakımından okur algısını etkileyebilirler. Tartışmaya açık olabilir ama bence Kıran Resimleri’ni bu olgunun dışında tutmak gerekir. 1978 Kahramanmaraş olayları Türkiye’nin bugünlerine varmış yolunun döşeme taşlarıdır Mezhep çatışması görüntüsü altında iç savaş provasına kalkışanlar, yüzyıllardır birlikte yaşamış insanları dinci cehaletle kışkırtarak, korkunç bir toplu katliama neden olmuşlardı. Ben, şiddet ve vahşetin egemen olduğu bu korkunç olayları; mağdurları, katilleri ve toplumsal ruh halleriyle edebiyatın belleğine kaydetmek istedim. İnsani sorumluluk, vicdan, hak ve adaletin bir kentle birlikte yere düşüş ve yıkımını edebiyat içi bir dille aktardım. Kitapta, olayların her bir yönü farklı öyküler ve çoğu kadın- farklı kişilerce anlatılır. Ne var ki olaylar öykü formunda kurgulandığından röportaj tuzağına düşmez. Metin, sert, yoğun ama kesinlikle barışçıldır. Dilde diyalekt kullanılmamış, yerellik söz dizimiyle sağlanmıştır. En önemlisi yer, zaman belirtilmez, yaşananlar evrensel boyutlarda ele alınır. Bugün can yakıcı olaylar üzerine bir metin yazılır mı, ne nasıl anlatılır yankısı ne olur bilemem. Bence Kıran Resimleri bir dönem kitabı olmanın ötesinde edebi bir eserdir. Bu yüzden hala ilgi görüyor ve unutulmuyor. 2017 de Bakırköy Belediye Tiyatrosu tarafından oyunlaştırıp özgün bir rejiyle sahnelendi ve seyirciden çok ilgi gördü.
Serkan Türk: “Ben yalnızca, yaşama ayak uydurma güçsüzlüğüm taşıyamayacağım kadar ağırlaştığında kaleme sarılıyorum. O zaman gerçeği kurmacanın ve yanılsamanın araçlarıyla kendimce yeniden tanımlamaya uğraşıyorum. Bunu yapmaya çalışırken kapıldığım umutsuzluğu sana anlatamam. Yazma tutkumun vazgeçilmezliği belki de bunu yenmeye yöneliktir, özü budur.” diyorsunuz bir kitabınızda. Yazma cesaretinizi yitirdiğiniz, geri çekildiğiniz o kısa aralıklarda bir başka İnci Aral tanıdınız mı?
İnci Aral: Yaşamın çok sıradan olduğunu keşfettikten sonra onu sıradanın dışına taşıyacak seçenek ve olanaklar yaratmaya çalıştığım bir dönem oldu. Bir dönem yalnızlaştım ve bana en anlamlı gelen uğraşın yazmak olduğunu anladım. Oysa yazmakla yaşamak arasında dayanılması kolay olmayan bir çelişki var. Bu yaratma sürecinin güçlüğü ve zenginliğiyle gündelik yaşamın yavanlığı. Ben tasarlama aşamasında ve henüz yazmaya oturamadığım zamanlarda bu iki olgu arasında bölünüyor ve bocalıyorum. Yıllar içinde az çok uzlaştığım, katlanmaya çalıştığım yorucu bir süreç bu. Genelde sabırlıyım ama günlük yaşamın insanı meşgul eden bir yığın ayrıntısı masaya oturmamı geciktirdiğinde gerginleşiyorum. Bu İnci Aral’ı kuşkusuz tanıyorum, sinirli, mız mız, mutsuz biri. Kendimi yatıştırmak için yalın, yüzeysel, yazmakla sorunu olmayan biri olduğuma inandırmaya çalışıyorum. Yine de zorunlu koşuşturmalar bitmek bilmeyince uykularım bozuluyor, kafam boşalıyor kendimi anlamlar dünyasından soyutlanmış hissediyorum. İnci Aral’ı anlıyorum, haklı ama biraz da takıntılı. Çünkü yazmaktan yorulup bıktığım zamanlar da var. O günlerde sıradan bir kadın olmayı, sokaklarda amaçsız dolaşmayı, hiçbir şey yapmadan zaman geçirmeyi özlüyorum. Yeterince yazdığımı bundan böyle yazmak zorunda olmadığımı hatırlatıyorum kendime. İşte böyle gel gir bir yaşam!
Serkan Türk: Yapıtlarınız arasında “Ağda Zamanı”, “Ölü Erkek Kuşlar” ve “Unutmak” otobiyografik öğelerin ön plana çıktığı kitaplar. Kendini sansürlemeden, yalansız ve bu kadar içeriden anlatmak mücadeleci bir yanınızın da göstergesi. Son yılların siyasi değişimlerini, toplumsal dönüşümünü hep net bir dille yazmış biri olarak cesaretinizi edebiyattan aldığınızı söylemek ne kadar doğru olur?
İnci Aral: Ağda Zamanı bir ilk kitap olarak yer yer otobiyografik ögeler içeriyor olsa da tümüyle öyle sayılamaz. Ölü erkek Kuşlar ise iyi tanıdığım kendimdeki uygun malzemenin özgün olay örgüsü, yapısal tutarlılık, kurgusal mantık ve ayrıntılı karakterler birliğiyle oluşturulan ve böylece yeni bir romansal gerçeğe evrilmiş iz düşümüdür. Ana hat ya da güzergâh tali yollara açılmış, varılacak hedefler değişmiştir. Nedense okurlarda yazdığı her şeyi yazarın öyküsü sanma eğilimi gözlenir. Oysa yazarın da mahremi, kendini ifşa etmede barajları ve kendini değiştirip dönüştürme olanakları vardır. Unutmak ise bir nehir söyleşidir ve Tolga Meriç’le yaptığımız söyleşi türü gereği doğrudan benim yaşamıma ve yazdıklarıma yönelik sorulara verdiğim yanıtlardan oluşur. En içten, içerden ve cesur paylaşımım İçimden Kuşlar Göçüyor oldu. Bir yaş dönümü ve bir hastalık sürecimi anlattığım bu çalışma, okurlar tarafından çok sevilmiş bir anı kitabıdır. Ben yazarın içtenlikle kendini anlattığı kitaplara bayılıyorum. Günther Grass, Peter Hendke, Annie Ernaux, Simone De Beauveir, Jean Rhys gibi yazarların bu tür eserleri, hele Annie Ernaux’nün Yalın Tutku ve Kürtaj adlı kitapları harikadır. Mücadele, öyleyim evet. Zor çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda zedelenen özgüvenimi çok okuyarak onarmaya çalıştım. Bu süreçte ayakta kalmayı başardım ve kendim için bir doğrular sistemi geliştirdim. Yazarken kuşkucuyum, sorularım var. Dünyaya, ülkeme ve elbette kendime sahip olduğum birikimle, dikkatle ve bakıyorum. Politikadan teknolojiye, iletişimden ekonomiye, çıkar çatışmalarından yozlaşmaya sistemin aksayan ya da bozulan yönlerini görüyorum. Edebiyatı kavrayışımda da aynı yoğunluk ve karşı oluş hali belirleyici. Kuşkusuz bir yazar dilini ustaca kullanmayı başarıyorsa özgürdür. Dilediği her şeyi hatta fazlasını yazabilir. Edebiyatın sansürü içinde, çok anlamlılığında gizlidir. Bugüne kadar istediğim her şeyi yazdım, söyledim. Kaba saba, slogancı bir tutumla değil, gerçeğin incelik ve acısıyla.
Serkan Türk: Bazı kitapları okuduğumuzda yazarının geleceği gördüğünü söyleriz. Sizin için de geçerli bu görüş. “Yeni Yalan Zamanlar” üçlemesinin bir parçası olan “Yeşil” adlı romanınız mesela. Sarsıcı bir eser olmasının yanında, yeni bir dil ve duygu iklimi yaratmayı başardığınız bir kitaptı. Yayımlandığı dönemde çok ses getirmiş ve sizin daha çok okur tarafından fark edilmenizi sağlamıştı. Bugünün koşullarında o kitaplarınız için neler söylersiniz?
İnci Aral: Yeni Yalan Zamanlar (1994) yayımlandığında benim ölçütlerime göre ile sınırlı bir ilgi gördü. Ancak on yıl sonra romandaki kurgu gerçeklik kazanınca çok yoğun ilgi topladı. Sonra Mor (2003) geldi. Üçüncü roman Safran Sarı (2007) yazılıp bittiğinde bu romanların Türkiye’nin bugünlerine dair kapsamlı bir bütünlük oluşturduğunu gördüm. ilk romanın adına Yeşil dedim. Tümü Yeni Yalan Zamanlar üst başlığıyla birbirinden bağımsız bir üçlü oluşturdu. Yeşil ensest mağduru genç bir kadınla intiharın eşiğindeki bir gazetecinin imkânsız aşkları çevresinde politik bir kurguya dayalıdır. Dinci bir ideolojiye dayalı bir siyasi parti iktidara gelmiştir ve bir kaos ortamında inanılmaz sanılan şeyler olmaktadır. Roman bugünün Türkiye’sini çok önceden görebilmiş oluşuyla öne çıktı ve roman sanatı bakımından da başarı azandı. Mor, bir ege kasabasında yaşayan bir çiftçi ailesini konu alan bir aşk ve cinayet romanı gibi görünürken geri planda Türkiye’nin tarımdan sanayiye geçişiyle başlayan yükselişi ve sonraki yıllarla toprak ve tarım politikalarının nasıl acıklı biçimde çöktüğünü anlatır. Safran Sarı (2007) ise geleceksizlik teması üzerine kurulmuştur. 2000li yılların toplumsal, ekonomik ve kültürel çalkantılarından etkilenen genç insanların para, güç ve başarı peşinde koşarken savruluşlarını, başarıyı, sevgiyi, aşkı, belirsiz, puslanmış geleceğe olan inançlarını kaybedişlerinin öyküsüdür. Bunalım içinde, mutsuz ve geleceği belirsiz gençlerin çoğalmaya başladığı yıllarda yazdığım bu tablo bugün daha da yakıcıdır. Bu üç kitabın kapsamlı, sağlıklı bir değerlendirilmesi henüz yapılmış değil. Belki dönem bir şeylere dokunma sakıncası yüzünden uygun değildir. Belki de yolun sonuna gelmiş olsam da hâlâ ilk soruda söz ettiğiniz gibi yeterince anlaşılabilmiş bir yazar değilim. Belki öldükten sonra daha mutlu olurum!
“Aşk ve mutluluk.
Aşkın ancak mutsuzluğa sıkıca tutunarak ayakta kalabileceğine, mutsuzluğun mutluluktan daha yoğun bir duygu olduğuna inandım acılaşan zamanla. Aşk konu olduğunda, mutluluk bir sürçmeydi. Perdenin çabucak indiği bir oyun, gelip geçici bir rüya, kafa karıştırıcı bir hayaldi.”
Serkan Türk: Roman kahramanınıza söylettiğiniz bu cümleleri bugün İnci Aral nasıl okuyor?
İnci Aral: Aşk bütün yaşam deneyimleri içinde en inişli çıkışlı en zengin görünümleri sunar. Edebiyatta her şeyin yolunda, dümdüz gittiği yani aşkın aşk olmadığı bir durumu aşkmış gibi anlatmaksa ucuz romanlara özgüdür. Bir aşk romanının yapısı, bütün kapsamlı anlatılar gibi iç ve dış karşıtlıklarla kurulur çatışmalarla ilerler ve biçimlenir. Aşkta huzur ve kalıcı mutluluk aramak boşunadır. Bütün güzelliğine karşın hiç kimse aşktan yarasız beresiz, sağ salim kurtulamaz. Her bitiş ise acılı ve ağrılıdır. Benim zihnimde aşk hikayeleri önce bitişleriyle geçeklik kazanıyor. Sanırım alıntı Sadakat’tan. Romandaki sözler, sadakatsizliğin neden olduğu acıklı bir bitiş sonrası Azra’nın yaşadığı düş kırıklıklarını yansıtıyor. İnsan benzer durumlarda böyle düşünür. Yaşanmış bütün güzel anlar, heyecanlar acıyla yadsınır. Buna ne diyeyim? Ben kırk yıldır bütün aşklarımı yazdığım satırlarda yaşıyorum. Aşık insanları anlatırken arada kalmamaya yazar olarak taraf tutmamaya çalışıyorum. Benim düşünceme göre zaten her aşk bir gün bitiyor. İster kavuşma ve kurumlaşmayla ister yanılgı ve bıkkınlıkla ya da olmadık engellerle ama mutlaka bitiyor.
Serkan Türk: Yazarın her kitabında kahramanlarıyla unutmuş olduklarını kendine hatırlattığı, çeşitli sorularla hafızasını canlandırdığı, yazdıkça güçlendiğini hissettiğini söylemek mümkün mü?
“Bence yazmak devrimci bir eylemdir, hayatı değiştirmeyi amaçlar. Edebiyat insan hallerini, derinlik, acı ve güzellikleri, insani sorun ya da yüceliği anlatmak için vardır. Aslına bakarsanız hayatın içinde bunların hepsi bir aradadır. Roman hayattır ama tabii o hayatı dilin süzgecinden geçirmek de gerekir.” diyorsunuz bir söyleşinizde. İçtenlikli dünyasını okura açan bir yazarsınız. Bu kadar içeriden yazmanın ne tür sakıncalarıyla karşılaştınız?
İnci Aral: Roman insan hayatının keşfediliş sanatıdır. Her keşif de hayatı değiştirmeyi ön gördüğü için devrimci bir içerik taşır. Birçok roman ve öykü yazmış, kitaplarımda çok farklı kahramanlar yaratmış biri olarak benim asıl amacım yaşamı anlamak. Bunun için tıpı bir oyuncu gibi, kahramanlarımın kimliğini, duygu ve zaaflarını, onları yazmakta olduğum süre boyunca giyinip üstümde taşıyorum. Çok yoğun çalıştığım günlerde kaptırdığım, kim olduğumu unuttuğum bile oluyor. Bu şaşkınlık onları ne ölçüde derin ve bütüncül kavradığımla ilgili olmalı. Aslında kendimi çok anlatmıyorum. Kendimden anlattığım sanısını uyandıran başkalarının yerine geçiyorum. Yazdığım insanlar ortak özellik ya da benzerliklerinin ortalamasıyla bir karaktere dönüşüyorlar ve yaşamaya başlıyorlar. Bazen ben onlar oluyorum bezen de onlar aslında ben’im. Yazdığım insanların seviyorum, sevmediklerimi bile yaza yaza bağışlıyorum. Tümünün gerçekte bir yerlerde var olup yaşadıklarını hayal ediyorum. Belki de hep birlikte biz oluyoruz. Bunun ne sakıncası olabilir ki?
Serkan Türk: Her yazar okuduklarının çağrışımlarıyla kendine anlatma olanakları bulan kişidir diyebilir miyiz? İnci Aral bunca yıldan sonra geri dönüp baktığında karşısına çıkan kitaplar, yazarlar, kahramanlar kimlerdir?
İnci Aral: Bu sınırlı söyleşi sevdiğim yazarlardan söz etmeye yeterli değil. Okumayı öğrendiğimden beri aralıksız okuyorum. Bir okuma çılgınlığı içinde on sekiz yaşımda dünya klasiklerini bitirmiştim. Elimden geçen tutkuyla okunmuş binlerce kitabın çoğunu unuttum. Ama bunlardan süzülmüş, durulmuş beni ben yapan bir öz, açıklaması zor bir çoğalmışlık, tat kaldı içimde. Dünyanın en değerli, en has yazarlarının hepsinin benim yazarlık serüvenimde rolleri vardır. Ben evrenin ve insanın genişliğini onlarla keşfettim. Yazmayı, dili kullanmayı, yaşamın karmaşasını nasıl yazıya dökeceğimi onlardan öğrendim. Onlar olmasaydı ben de olmazdım. Sevdiğim, beni etkilemiş bazı yazarlardan bir kaç ad vereyim yine de: Faulkner, Nabokov, Marguerite Yourcenar, Marquez, İngeborg Bachman, C. Fuentes, Doris Lessing, Peter Handke, John Banville, Ian Mc Ewan, Herta Müller, Paul Auster, Annie Ernaux, Carol Oates..
Serkan Türk: “J. M. Coetzee, ‘Yazarı ünlü yapan yazdıkları değil, kendini topluma sorun olarak sunmasıdır,’ diyor. Söz konusu olan sadece ünse bunun böyle işlediğini söylüyor. İnci Aral, yazarın kendini toplumun bir sorununa dönüştürmeden de ün kazanabileceğinin örneklerindendir.” diyor sizin için Tolga Meriç. Bu saptamaya katılıyorum. Güncel edebiyatı da takip eden biri olarak günümüz yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnci Aral: Bir yazarın kendini sorun olarak topluma sunmasının anlamını iyi bilmiyorum. Aşı hırs, abartılı özgüven, olanakları kullanmada yırtıcı ve tutarsızlıkta arsız olmak mı? Ben yazar olarak içe dönük biriyim. Kendimi öne sürmeye, aykırı görüşler, sözler ya da yaklaşımlarla ilgi derlemeye, hey bana bakın ne kadar büyük ve şahaneyim, deme şımarıklığına kalkışamam. Utanırım. Ben hep sessiz ve derinden, haklarımı savunmada çekingen, kavgasız gürültüsüz, vitrinsiz bir yazar oldum. Bu anlamda kendimi kimseye hele de topluma olmadığım biri gibi sunma şansım yok. Güncel Türk edebiyatını eskiden olduğunca yakından izleyebildiğimi söyleyemem. Hala çok okuyorum ana yaşım nedeniyle daha seçiciyim. Vasatlıktan çok sıkıldığım için son yıllarda dünya edebiyatının parlak ve sevdiğim yazarları daha fazla ilgi alanımda. Bunların bir kısmını yukarıda andım zaten.
Serkan Türk: Romanlar, öyküler ve anlatı türünde ürünler vermiş bir yazar olarak yazmak istediği daha neler var İnci Aral’ın? Ve birçok yazarın şiir’in gizemli bahçelerinde gezindiği edebi coğrafyada İnci Aral’ın bu türe bakışı zaman içinde değişti mi? İlk gençliğinizde yazıp arkadaşlarınıza verdiğiniz şiirleri toplama çabanız devam ediyor mu?
İnci Aral: Elimde üç yıl önce başladığım bir roman var. Verdiğim bazı zorunlu aralar yüzünden kurguda çıkan sorunları çözmeye çalışıyorum. Ne zaman biteceğini de bilmiyorum. Mektuplar ve birikmiş yazma notlarımdan oluşacak bir başka kitap düşünüyorum. Roman sanatı üzerine bir rehber ve kedilerimle ilgili bir anılar toplamı tasarım aşamasında. Şiire bakışımsa hiç değişmedi, Nazım, Turgut Uyar, Behçet Necatigil, Gülten Akın, Gonca Özmen, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş… Bunların dışında beğendiğim sevdiğim şairler de hâlâ aynı. Şiir sandığım gençlik ürünlerimi ise ilgi alanımdan çıkardım. Zaten dört beş acemi çiziktirme hepsi bu.
KE’ın 8. sayısında yer almıştır.
Çok teşekkürler