İnsanın ve Kötülüğün Doğasına Dair Efsanevi Gerçekler:
“Azalan Tasalar Yasası” Üzerine Bir Değerlendirme
Giriş
Partulu Ziya Alpagut’un Klaros Yayınları etiketiyle çıkan ilk öykü kitabı Azalan Tasalar Yasası’na genel olarak hayatın, insanın, kahramanın psikolojik evreninin betimlendiği iç dünya eksenli öyküler toplamı olarak bakabiliriz. Burada betimlenen diğer konularda ise yazgının, bilgeliğin, kötülüğün, dünya üzerinde egemenlik kurmanın ve arzunun yıkıcı sonuçlarının felsefi-düşündürücü öyküsel anlatımına ulaşıyoruz. Bunun yanında dil ve anlatım bakımından betimlenen başka konular da var.
Bu konularda fantastik düş dünyasının, hayaletlerin insanlara yönelik tanıma biçimlerinin, yenilginin, kâbusların, büyük soruların, küçük yanıtların, güzelliğin, beklentinin, hayali öznelerin de doğasına yönelik ustalıklı tasvirler yer almaktadır.
Bu tasvirlerden Alpagut, hortlakların, rüya fenomeninin, uyanıkken düş görmenin, hafızanın, unutuşun yasalarına ulaştığı gibi uçurum duygusunun, dünyasallığın, bilmenin ve zihnin sınırlarının, beklentinin, yürüyüşün ve anlatma iştiyakının da görsel bir şölen eşliğinde, sinematografik bir dil kullanılarak öyküsel/anlatımcı yasalarına erişerek yetenekli bir anlatı/m ustalığını ve Türkçenin incelikli kullanılışına dair hâkimiyetini de hissettiren oldukça başarılı bir öyküler toplamına varmaktadır.
Sanatta ve edebiyatta dünyalardan yasalara ulaşmak, yazarın bir iddiası olduğunu, bir mesele taşıdığını gösterir.
Hortlakların evreninden sıra dışı öyküler
Alpagut’un bu ilk öykü kitabının temel özelliklerini tanıtacak olursak, öne çıkan en belirgin nitelik; Asım Bezirci’nin ifadesiyle ‘soyut bir iç algıyla’ kaleme alınmış olmasıdır. Dış gözlemden çok iç gözleme dayalı olarak yapılan betimlemeler ağırlıklı yer tutmaktadır. Buradaki ‘iç gözlem’ ise hikâye kişilerinin iç dünyasına yönelik olarak işlemektedir. ‘Gece ve Gündüz’, ‘Ruhi Bey’, ‘Artes Moriendi’ adlı hikâyelere, kahramanın doğasını betimlemeye ve bu doğadan hayat ve bilgeliğe dair ‘yasalar’ çıkarmaya yönelik kurgulanmış metinler diyebiliriz.
Azalan Tasalar Yasası’nın öne çıkan ikinci bir özelliği, Poe’dan günümüze kadar gelen ‘hortlak hikâyelerinden’ farklı olarak hikâye kişisi olan bir hortlağın insanların dünyasına girerek onları tanıma gayretinde olması, bir hortlağın gözünden insana bakılmasıdır. Bugün Kayıp Rıhtım vb. birçok dergi veya e-dergilerde okuduğumuz hortlak hikâyelerinden bir diğer farkı ise bu hortlakların insani özellikler de taşımasıdır. Aslında -ilk paragrafta da belirttiğimiz gibi- Alpagut’un bu ve benzeri metinlerde yapmaya çalıştığı şey, ‘kötülüğün doğasını’ tanımaya ve tanımlamaya çalışmaktır. Dolayısıyla insanın doğası da bu tanımlamalardan payını alacaktır. En nihayetinde, Bezirci’nin deyişlerine başvuracak olursak, soyutla somut arasında kalan yazarın kurmaca evreninin daha çok soyuttan yana çalıştığını ifade edebiliriz. Sezai Karakoç’un ifadesiyle ‘reel-ötesini’ kurcalayan metinlerdir bunlar. İlk önce somuttan kalkış yapılır, mesela bir meyhaneden iki ahbap-çavuş hikâye kişisi çıkar ve buradan soyutun ve gerçekliğin sınırları yoklanarak yine somuta girilir. Yani somutla soyut arasındaki genleşen iç öykü evreni, bütünlüklü bir yapıda kurgulanarak ve soyutun reel-ötesi bölgelerinde dolaşılarak yine bir final cümlesiyle somutta karar kılınır. Buradan şu sonuca varabiliriz: Bu müstear isimli yazarın -anlatım ustalığını da göz önünde bulundurarak- oldukça ve bir hayli geniş ‘hayal âlemi’ olduğunu görüyoruz, Azalan Tasalar Yasası kitabında. Bu anlamda bir ‘kurgu yeteneğinin’ olduğu üzere, bir ‘anlatım becerisinin’ de olduğunu söyleyebiliriz. Belki buradan sonrası, yani kötülüğün doğasının betimlerinden yola çıkılarak yazgının ve hatta giderek bir toplumsal yazgının doğasını betimlemek olacak…
Efsanelerden gerçeklere insanı ve hayatı tanımak
Azalan Tasalar Yasası’nın öne çıkan bir diğer niteliği, yer yer Dede Korkut ruhunu hissetmemize binaen ve efsanelerden el alarak kurgulanmasını da göz önünde bulundurarak, ‘epik dünyadan’ bize hikâyeler anlatmasıdır. Hatta ‘aşırı yorum’da bulunarak şunları yazmak da mümkündür: Anlatımındaki yenilikçi tutumunu ve Türkçe dil tadını da dikkate aldığımızda Alpagut’un ‘modern epik’ hikâyeler yazdığı çıkarsamasında bulunabiliriz. Özellikle ‘Aynalar ya da…’ ve ‘İhtiyaret’ hikâyeleri, metaforik dil kullanımının yanında epik hikâyelerin/anlatıların dünyasını hem atmosfer hem de dil tutumu olarak okuyuculara hissettirmektedir. Bize göre Alpagut’un asıl niyeti, efsanevi gerçeklerden yola çıkarak insana ve hayata ve dolayısıyla yazgıya dair düşünsel içerikli yorumlar yapmak ve metaforlar kullanmaktır. Yani ilk paragrafta da belirttiğimiz üzere, yazarın asıl derdi/meselesi, her sahih ve sahici anlatıcının olduğu gibi, hayat ve insan odaklı hikâyeler anlatmak ve yazmaktır.
“O da sıradaki diğerleri gibi. Dört dörtlük bir kimse olmaya çalışıyor, hepsi bu.” (s. 22)
“Bana öyle geldi ki, hıçkırıklar gizliydi kahkahasında.” (s. 23)
“Anlatmak zorundaymışım ki anlattım, yağmurun yağışı gibi.” (s. 29)
“Panik halinde yurtsayabileceği son bir şiirsel imge aradı; hiç” (s. 98)