Bridgerton: Bütünlüğe Adanış
Geçtiğimiz haftalarda daima görsel şölen yaratan Bridgerton’ın 3. sezonu yayınlandı. Bu sezon izleyicilerine aynı zamanda zihinsel bir şölen sundu. Dizinin başlangıç noktalarından biri olan Lady Whistledown sesi sonunda bedenlenmeye ve ruhuna sahip çıkmaya cesaret etti. Dolayısıyla bu yazı bir dizi incelemesi değil, ilk halkayı son halkaya ustalıkla kavuşturan bütünlüklü bir senaryonun incelemesidir.
Hazırsanız başlayalım.
Bazı tatlar vardır, herkesin favori listesine girmez fakat seveni delisidir. İşte Bridgerton nar gibi, iğde gibi, incir gibi kendine özel hayran kitlesi yaratan bir dizi. Hiç tahmin etmediğiniz bir kişi dizinin sıkı takipçilerinden biri olabilir. Çünkü Bridgerton insanın katmanlarına hitap ediyor, duygu mağaralarımızın duvarlarına aşkı çiziyor. Dizinin ilk günden beri değişmez vaadi bu: tarihin şatafatlı katmanları arasında var olmaya çalışan aşk. Dizi hep iki boyutlu bir şekilde ilerliyor: bir yandan dönemin ruhunu iliklerimize kadar hissederek balolardaki aşk hareketlerini takip ediyor bir yandan da fiziksel olarak ruhunu görünür kılamadığı için kalemiyle görünür olmayı başaran Whistledown’ın yazdıklarını dinliyoruz. İki sezon boyunca bir sürü kişi ve aşk hikâyesi Whistledown’ın yorumuyla yeni bir gerçeklik kazanıyor. İnsanlar her zamanki gibi gizeme tapıyor, hele bir de bu gizemli ses gerçeği özgür ve özgün bir şekilde aktarınca dedikodu kısa süre içerisinde herkesin ilgiyle takip ettiği bir yayına dönüşüyor. Elbette Whistledown maskesinin arkasına saklanan Penelope Featherington da hatalar yapıyor. Zaman zaman kalemini kendi arzuları, korkuları ve öfkeleri doğrultusunda oynatıyor. Balolarda duvar diplerinde saklanmaya alışmış, dönemin güzellik algısı tarafından dışlanan, daha kendi çekirdek ailesinde yer edinemediği için toplumun içerisinde bir yeri olduğuna inanmayan, sosyalleşmeyi çoklu bir şekilde tatmamış bir kadın ilk defa bu denli büyük bir gücün sahibi oluyor. Dolayısıyla bu sezona gelene dek görünmez olduğu için güçsüz olan birinin, görünmezliği sayesinde kazandığı gücün deneyimini izliyoruz. Bu güç deneyimi kahramanı hep başka hikâyelerin eşiklerinde sınarken ilk defa kendisinin başrol olduğu bir hikâyenin eşiğine getiriyor. İşte üçüncü sezon, aşkını arkadaşlık ve pencerenin çerçevesi içinde yaşayan Penelope’nin görünür oluşunun hikâyesini anlatıyor.
Bugün sık sık hayalini kurduğumuz bir şeyi gerçeğe dönüştürmek için önce karar vermek gerektiğini duyuyoruz öyle değil mi? Hatta artık “manifestlemek” diye bir tabir var dilimizde. Penelope bir başka devrin gerçekliği içerisinde kendi biricik gerçekliğini değiştirmeye karar veriyor. Evlenmek istiyor ve tercih edilebilir bir kadın olmak için kıyafetlerini, saçını, makyajını değiştiriyor. Bir erkekle bağ kurabilmek için sosyalleşme ve yanlış bir şey yapma/söyleme korkusuyla mücadele ediyor. Yeni bir gerçeklik yaratmak için gösterdiği çaba aşık olduğu kişinin onu fark etmesini sağlıyor. Fakat ortaya yeni bir denklem çıkıyor: Tüm kimlikleriyle tanımadığınız birini bütün bir şekilde sevebilir misiniz?
Penelope, Whistledown kimliğini açıklaması için bir zamanlar en yakın arkadaşı olan nişanlısının kız kardeşi tarafından zorlanıyor. Açıklarsa sahip olduğu görünürlüğü kaybedebileceğini biliyor. Kraliçe dört bir yandan herkesi etkisi altına alan ve kendisi hakkında da sınırsızca yazan bu yazarı arıyor. Sezonun ikinci yarısı her adımda kahramanı yeni bir çatışmanın merkezine koyuyor. Whistledown kimliğini öğrenen nişanlısı bir tercih yapmasını istiyor.
Soyut bir sesten ibaret olduğu için özgür olan fakat aynı zamanda muazzam bir güce ve servete sahip olan Whistledown olmak mı?
Somut bir şekilde aşkıyla özgür olan fakat aynı zamanda muazzam bir yalnızlığa ve boşluğa tekabül eden bir Penelope olmak mı?
Bugün hâlâ insanlık dünyanın kaosu ve ilişkileri içerisinde “kendi” olabilme mücadelesi veriyor. Kadın mücadelesinin altı daha kalın bir şekilde çiziliyor çünkü devir ne olursa olsun her zaman bir kadından kendisi dışında pek çok şey olması bekleniyor. Kadın özünü kendi kimlikleri arasında parçaladıkça ufalanmaya başlıyor. Dolayısıyla bu sezon o devirden bu devre ışık tutan bir devrim niteliğindeydi. Kahramanımızın bir bütün olarak kendisi olabilme cesaretini gösterdiği kraliçe ile baloda konuşma sahnesi, tüm sezonların en çarpıcı sahnelerinden biriydi. Üstelik bu sahne dizinin tüm yan temalarını bir avuçta topladı. Kahramanımız dedikodunun bilgi olduğunu, asla görülmeyen ve hep kenarda kalan biri olarak görünür olanlar hakkında yazmanın kolay olduğunu, asıl zor olanın herkesin gözünü diktiği biri olarak yaşamak olduğunu, zaman zaman kalemini ölçüsüzce ve kibirli bir şekilde kullandığını fakat artık kimlikli bir şekilde kendi sesiyle yazmaya niyet ettiğini anlattı. Üstelik kendi düzenlediği bir balonun merkezinde ve tüm gözler üzerindeyken. Böylece aşk temasına zincirlenen kadın figürü kimlik kazandı. Kraliçenin yazmaya devam etmesine izin verme nedeni de kibrinden arınmış olmasıydı. Bu konuşma bana bugünün sosyal medya yorumlarını anımsattı. Bugün kişiler tanımadıkları kişiler hakkında asılsızca iddialar ortaya atabiliyor, bir fotoğrafın altına hakarete varabilecek bir sınırsızlıkla yorumlar yazabiliyor. Çünkü tıpkı Penelope gibi klavyenin ardında olmak, yani soyut, görünmez bir noktada olmak güvenli geliyor. Oysaki bütün olamamanın güvensizliği tam da bu noktada başlıyor. Sözcükler ve kişisel edebiyatımız bize bir güç tahsis ediyor fakat bu güç gövdesinde kişiye özel bir sorumluluk da taşıyor. Penelope kimsenin sınırlarını ihlal etmeyen bir yazar olmaya adanarak Whistledown kimliğini sahipleniyor. Anlayacağınız “tam” hissetmenin formülü; üslup, cesaret ve nezaketle birleşiyor.
Whistledown son yazısında “Hoşça kal” dedi. Dilerim bu gördüğümüz son sezon değildir. Çünkü bu dizi yalnızca hikâyesiyle değil; rengârenk kostümleri, inanılmaz balo dekorları, ışıltılı aksesuarları ve dönem müzikleriyle de insanı büyülüyor. Yapım hikâyenin hakkını somut ve soyut olmak üzere her iki alemde de veriyor. Şayet bu son sezonsa, izleyicilerin zihnine tohumu ağacına kavuşmuş müthiş bir senaryo işleniyor.
Bridgerton’ın mesajı yalın, açık ve kapsayıcı:
Dilerim hangi formda ve özellikte olursa olsun,
Bedenimizi ve ruhumuzu,
Kariyerimizi ve aşkımızı,
Ailemizi ve varoluşumuzu,
Yeteneklerimizi ve dünyayı,
Bütünleyebildiğimiz bir ömrümüz olsun.