KİŞİSEL EDEBİYATIN MERKEZİNDE ÜSLUP
Zamanın bu diliminde nelere haber değeri yüklüyoruz?
En çok neyi konuşuyor, neyi konu ediyor, dikkatimizi neyin ağına takıyoruz?
Üslup.
Bugün bir olayı gündeme taşıyan, yaşayanın ya da tanık olanın perspektifinden taşırıp kocaman bir kitlenin ilgisine sunan şey kişisel üsluplarımızdır. “Usûl esastan, üslup mesajdan önce gelir” prensibi elbette hep vardı, fakat önceden seslerimiz bu denli hızlı bir şekilde bütüne ulaşmıyordu. Şimdi ise bir olay hakkında yorum yapmak ve ortaya bir fikir atmak yalnızca bir saniyemizi alıyor. Bu da her an kendimize dair bir imaj çizdiğimiz anlamına geliyor. Bu zincir, üslupsuzluğun haber değeri oluşuyla tamamlanıyor.
Geçtiğimiz günlerde bir tüketici, aldığı Patiswiss çikolatasının küflendiğini görüyor ve LinkedIn sayfasında paylaşıyor. Patiswiss CEO’su bu paylaşıma çok sert ve yargılayıcı bir şekilde cevap veriyor. Tüketiciye kendi saklama koşullarında bir problem olabileceğini söylüyor fakat bu söylemi öyle bir üslupla yapıyor ki… Böylece asıl olay, yani haber değeri taşıyan şey ünlü bir markanın piyasaya sunduğu ürünün bozuk oluşu değil, CEO’nun verdiği cevap oldu. Hatta CEO’nun yazım yanlışları ve Türkçesi de epey bir konuşuldu. Çünkü krizi çözmek adına CEO tarafından yayınlanan özür metninin ilk paylaşımla pek bir benzerliği yoktu; incelikle ve üst düzey bir nezaketle yazılmıştı.
Son yıllarda buna benzer pek çok haberle karşılaşıyor ve olanlar karşısında büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz. Çünkü biz, dili kişinin kendi olma haliyle ve hayatta durduğu yerle birleştiriyoruz. Neyi nasıl söylediğimiz, sözcük seçimlerimiz ve konuşma stilimiz kim olduğumuzu belirliyor. Makamlar, mevkiler ve eğitimler ne kadar yüksekse; üslup ve dil bilgisi de o kadar doğal bir beklentiye dönüşüyor. Durum bunun aksi yönünde gelişince hayal kırıklığı yaratıyor; “Bu noktaya gelmiş ve kendini bu kadar yetiştirmiş biri nasıl olur da böyle konuşabilir?” tepkisi doğuyor.
İşte tam da bu nokta, kişisel edebiyatlarımızdır. Hepimizin bir hikâyesi var. Hepimizin o hikâyenin içinden çıkan biricik sesi, dili, üslubu var. Bu görsel çağda sosyal medyada fotoğraf paylaşırken bile gönderinin altına bir şeyler yazmak istiyoruz. İşlerimizi anlatırken, üretimlerimizi gönderi olarak sisteme sunarken, proje sunum dosyaları hazırlarken, kısa özgeçmişler yazarken şahsi bir üsluba ihtiyaç duyuyoruz.
Peki şahsi dil ve üslup nedir, nasıl oluşur?
Nasıl kişiye ait olur, şahsıyla bütünleşir?
Klişeler klişedir ama gerçektir. Ne okuyorsak zihnimizin raflarına o yerleşir. Okumak eyleminin çatısı altına birçok soyut spmut mecra girer: kitaplar, dergiler, broşürler, gönderi altındaki yazılar, bloglar, mesajlar, internetin milyonlarca haberi, kaynağı… Temas ettiğimiz her sözcük kişisel sözlüğümüzün bir parçası olur ve bu birikim, bize ait olan dili oluşturur. Dolayısıyla edebiyat, okurluk derecemizden bağımsız olarak bizim değişmez bir parçamızdır.
Bugün edebiyat kelimesi hepimizin içinde farklı bir şekilde tınlıyor. Kimi bir ders, kimi kurgunun-romanının kucağı, kimi yayıncılığın havzası, kimi yazın sanatı olarak tanımlıyor. Belki de o yüzden üslubumuzu keşfetme ve fark etme sanatı önce bu soruya nasıl cevap verdiğimizi bulmakla başlıyor: Sizin için edebiyat nedir?
Bu sorunun ardından kütüphanemizin ve zihnimizin raflarına bakmak gerekir: Dilinizde en çok hangi sözcükler dönüp duruyor?
Son basamak sözcük analizidir: Kendinizi nasıl bir dille anlatıyor, size ait olan bu dili nasıl tanımlıyorsunuz?
Kişisel edebiyat söz konusu olduğunda, akıllara hemen “Herkes yazabilir mi?” sorusu geliyor. Evet herkes yazabilir, çünkü yazmak zaten temel ifade araçlarımızdan biridir. Fakat herkes kişisel edebiyatının ona sunduğu imkânlar ölçüsünde yazar. Yani önemli olan, neyi nasıl yazdığımızdır. Takip ettiğimiz, hayranlık duyduğumuz birçok kişide bu sihir vardır: şahsi üslubun yarattığı imaj.
Şimdi birlikte yazının başına dönelim ve çemberi tamamlayalım. Son günlerde sosyal medyada gözünüze çarpan olayları düşünün… sonra bir de kafanıza taktığınız kişisel olaylarınıza bakın… Üslup ve edebiyat, bu olayları nasıl da kaplıyor fark ettiniz mi?
Geçtiğimiz hafta doğum günü pastasının renkleri yüzünden gündem olan ve eleştiri alan Yasemin Sakallıoğlu’nu hikâyenin en başında üslubu için sevdik. Onun videoları bize kendimizi hatırlattı. Bu hafta yaşadığı olaya yönelik cevabını, hikâyesini yani öz edebiyatını, mizah yarattığı sözcüklerini sevdik.
Geçtiğimiz yıl epey bir gündem olan “Bit Palas-Sinek Sarayı” intihal davasının sonucunda, davayı kazanan yazarın yayınevi bir metin yayınladı. O metnin üslubu, gündem ve tartışma konusu oldu. Olayın merkezi, kullanılan dil yüzünden değişti.
Serenay Sarıkaya katıldığı bir ödül töreninde, ödülünü almak için sahneye çıkarken iki kelimelik bir cümle kurdu: “Yine ben!” Bu cümlenin üslubu ve edası epeyce konuşuldu. Aslında cümle bir gerçeği ifade ediyor, Serenay Sarıkaya başarılı bir oyuncu ve çok fazla ödül alıyor. Fakat cümlenin içinden geçtiği hikâye ve üslup, bu gerçeğin önüne geçip olayın kendisi haline geldi. Buna benzer birçok ödül töreni hikayesi var haftalarca konu edilmiş…
Üslup bir sevgi biçimi yaratır, duygumuzun yönünü belirler, gidişatı değiştirir. Başlangıçta söylediğimiz “Usûl esastan, üslup mesajdan önce gelir” sözünün devamında Mecelle, “Usûl ve üslup yolu yarılamaktır” der. Bugün birçok kişi yolun başında bekliyor ya da sürekli başa dönüyor. Çünkü dünyanın şu anki versiyonunda bir değil, binlerce edebiyat aynı anda hüküm sürüyor. Yazının, sözcüğün yer aldığı her alanda edebiyatın varlığı belirginleşmeye başlıyor. Kişisel ve toplumsal edebiyatın yanında, örneklerini verdiğimiz “olay edebiyatı” türünde bir şey akıllarımızı meşgul ediyor. Edebiyat kabının da tanımının da dışına çıkıp kendini yeniden türetmek adına dörtnala koşuyor. Günün sonunda daima “kıymete dönüşen söz” kazanıyor.
Kabuğunu terk etmiş olan edebiyatı özgür bırakmak,
Yeni türler ve biçimler kazanmasına izin vermek,
Yaşamın içinde üslupla büyümesinin bir parçası olmak dileğiyle…
Hayata ve ruha katkı olsun.
Güzel bir yazı olmuş.