Yazan ve Yazar Arasındaki Yolun Deşifresi
Yazarlık gizli bir evren, kimsenin tam mânâsıyla yaratımın tılsımını, tanrısını bilmediği… Yazma eyleminin öznesinden; alan, zaman, tasarım, motivasyon, sözcük anlamında özgün bir kombinasyon talep eden… “Mesleğiniz nedir?” sorusuna cevap olarak sunulduğunda karşı tarafı sessizleştiren… Yazarı maddi kaygılarla sözcüklerin dünyasından çıkarıp, başka işlerin öznesi haline getiren… Dünyanın koşuşturmacasından ve olan bitenin içinden sıyrılıp hikâyeleşebilmek için en kuytu köşe zamanları bekleyen… Bazen kalabalıklar içinde bir köşede, bazen sessizlik içinde zihnin gürültüsünde… Yazarlık herkesin bambaşka bir tanımla var ettiği, fakat ortak bir yazgıyla uzun bir yolculuk olduğuna yemin ettiği “kendi”liğinden bir yol.
Yazarlığın aynı anda yürünen iki yolu var. Biraz önce edebi yolun sözcükleri içinden geçtiniz. Bir de gerçeklerin yoluna bakalım. Yazarlara bu işin “nasıl”ı hep sorulur, hep merak edilir: Koca bir kitap nasıl yazılır? Bugün sosyal medyada ve yazıyla ilişkili mecralarda yazabilme eylemini mümkün kılan altın maddelerden, yöntemlerden ve yol haritalarından derlemeler yapılıyor. Ünü dünyayı tutmuş yazarların çalışma stillerinden örnekler veriliyor. Yazının varoluş yasalarını aktarmaya gayret eden her paylaşım, kolektif iletişimi bir adım öteye taşıyor. Çünkü her ne kadar konuşmak temel ifade biçimimizmiş gibi görünse de, yazmak zihnin filtrelerini kırmak adına çok daha sağlıklı bir iletişim modeli sunuyor.
Peki dünyayla kurduğu iletişimi de sözcükler aracılığıyla yapan, en iyi yapabildiği şey yazmak olan, kendini ve varoluş amacını ancak bu yolu takip ederek ortaya koyabilen yazarlar gerçekten ne yaşıyor?
Öncelikle Haruki Murakami’nin Mesleğim Yazarlık adlı kitabında anlattığı yazarlık tanımına bakalım:
“Bir ya da iki roman yazmak o kadar zor değildir. Güç olan roman yazmayı uzun süre devam ettirmek, roman yazarak yaşamını idame ettirmek, roman yazarı olarak kalabilmektir.”
Bu alıntı kitabın başında, “Roman Yazarları Neden Hoşgörülü İnsanlardır?” başlığının altında yer alıyor. Bu başlığı ilk okuduğumda bu soru üzerine düşünmüş, Murakami’nin nelerden bahsetmiş olabileceğini merak etmiştim. Yazar bu bölümde, yalın bir şekilde zaman zaman günümüzde de konu edilen “yazmak ve yazar olmak” arasındaki farkı açıklıyor. Bir roman yazarı ilk kez ringe çıktığında yazarlar âleminin onu hoşgörüyle karşıladığını, zaman içerisindeki yolculuğunu takip ettiğini, bir şekilde kalemi ringten inerse ya da düşerse “hoşça kal” dediğini ama bir şekilde kalemi azimle yolu yürümeye devam ederse takdir edileceğini söylüyor. Özünde bu konu yazı meselesinin başlangıç noktası. Bugün uzmanlık alanını aktarmak adına, A noktasından B noktasına yazım yolculuğuna çıkan biri yazar değil, “aktarıcı” oluyor; bilgisini kitap dilinin tasarımıyla aktarabiliyor. Yaşam hikâyesini yazmak ya da zihnine düşmüş bir roman fikrinin peşinden gitmek isteyen kişiler de yazar değil, o zaman dilimi içinde “yazan” oluyorlar. Birinin kendini ya da toplumun birini yazar olarak tanımlayabilmesi için ömrün önemli bir kısmı boyunca sözcüklere temas etmiş olmak, yazma eylemini sürekli kılmak gerekiyor. Bu da kısaca “emek-oluş matematiği” olarak adlandırılıyor.
Peki yaşamın insandan bunca beklentisi varken, bir romanın yazım süreci bir yıldan beş yıla, belki çok daha fazlasına uzanabiliyorken, yazar manevi hücrelerini koruyarak maddi koşulların içerisinde nasıl hayatta kalıyor?
Yazanlar, yazıyla ilintili olan ya da bambaşka bir dokuya sahip olan işlerde çalışıyor; kendilerine kalan yegâne zamanı yazma eyleminin kucağına bırakıyorlar. Kişi hayatın içerisindeki harekete ve hikâyeye temas ettikçe ve anları sözcüklere dönüştürdükçe yazan olma halinden yazar olma haline geçiş yapıyor. Yazar ancak bu geçiş içselleştirildiğinde ve topluma görünür olduğunda yazma eyleminden kazanç sağlıyor. Bu aşamaya ulaşmak çok kıymetli görünse de yazıya kavuşmak adına müthiş bir mücadele verilen o ilk zamanlar aslında yazarın jeneratörü olarak işliyor. Uykudan, sohbetten, hiçbir şey yapmama hakkından feragat ederek sözcükleri seçmek, sıkışık ve dar koşulların içerisinde daha kolay.
Peki yazar hayalini kurduğu geniş alana ve zamana kavuştuğunda yani yazar “oluşu”na adım attığında her şey pürüzsüz mü yaşanıyor?
“Uzanma koltuğundayım, bacak bacak üstüne atmışım, kucağımda yastığa yuvalanmış bilgisayarım. Yazmak için en iyi saatler bunlar; sabah ilk iş, ‘dünya işleri’ henüz dikkatimi dağıtmadan. Ev boş. İşe koyulmamı engelleyecek hiçbir şey yok. İçimdeki şu huzursuzluk, tedirginlik dışında. Kendi kendime engellemek üzereyim.”
İnsan denilen tasarım, içinden geçtiği her çağın birikimini alnında taşıyarak düzenli bir şekilde kaosa yürür. Sanat, tarih boyunca düz bir zeminden değil; doğanın şekil değiştiren soyut ve somut hallerinin içerisinden doğmuştur. Dolayısıyla mücadele, kaos, imkânsızlık ve arayış yazarın yakıtıdır. Yazar olarak yaşayabilme lütfuna erişen kişinin aşması gereken şey boşluktur. Beni Dani Shapiro’nun kitabına çeken ilk şey ismi olmuştu. Yazarlık yolculuğunu “başlangıçlar ortalar ve sonlar” olarak üç aşamada anlattığı kitabın sonunda isme vurgu yapıyor: Bugün hâlâ katıldığı birçok ortamda kendisine “Hâlâ yazıyor musun?” sorusunun yöneltildiğini söylüyor ve duygusunu şu cümlelerle aktarıyor:
“Genelde gülümser, başımı sallar, sonra da hızlıca konuyu değiştiririm. Ama aslında çatalımı bırakıp şunu demek isterim: Evet, evet, yazıyorum. Ölene dek yazacağım ya da aklım başımda olduğu sürece. Parmaklarım kurusa, kasılıp kalsa da, kulaklarım sağır, gözlerim kör olsa da, tek bir gözümü kırpmak dışında vücudumdaki hiçbir kasımı kıpırdatamayacak hâle gelsem de yine de yazardım. Yazmak hayatımı kurtardı.”
Yazarlık, kişiyi kendi hikâyesinin içinde özgür kılan ve bir süre sonra hayatın kendisine dönüşen, ister istemez yazarın kendisini kıble edinen yalnız bir eylem. Bu hafta başladığımız serinin ilk adımında kolektifte iletişim dili olarak kullandığımız yazının, hikâyenin kendisine dönüşen yazarlıktan farklı bir şey olduğuna da değindik. İlk adımda edebiyat tarihinin yoluna iz düşen yazar oluş sürecinin yaşamsal aşamalarından bahsettik. Bir sonraki hafta, yazarın yazma eylemi içerisindeki barajlarından ve çağlamalarından ilerleyeceğiz.
Hayatı ve ruha katkı olsun.