İsmail Turan: Öncelikle üçüncü romanın hayırlı olsun. Nitelikli okurların kitaplığında bulunur umarım. Romanların dışında derleme ve çevirilerini yaptığın Batı edebiyatından kült kitaplar da var. Soruya yazmanın üzerindeki etkisiyle başlamak istiyorum. Sözün büyüsü varsa yazmanın büyüsü hakkında ne demek istersin?
İrem Uzunhasanoğlu: Edebiyat benim için büyülü bir orman gibi ve bu sihirli mekanın içinde yazmak , okumak, makaleler yazmak ve çeviri yapmak var… Bir ormanın içinde birbirini bütünleyen unsurlar gibi, ağaç gibi, toprak gibi, yaprak gibi her biri bir diğerinin eksiğini kapatıyor, besliyor. İyi bir okur olunmadan iyi bir yazar olunmaz. Dünya edebiyatını, kadim metinleri bilmeden, disiplinler arası kuramlarla desteklemeden ortaya iyi bir metin çıkmaz. O yüzden ben sadece yazmıyorum, aynı zamanda mütemadiyen bir öğrenme ve okuma serüvenin içindeyim. Sorunda bahsettiğin sözcüklerin ve yazmanın büyüsünden çok edebiyatın büyüsüne kapıldım. Bir sığınak gibi içine girip saklanıyorum ve yolunu kaybetmiş bir çocuk gibi ormanı seyrediyorum.
İsmail Turan: Romanlar, diğer türlere göre daha uzun soluklu oluyor. Bu hacminden ve içindeki kurgudan kaynaklı sanırım. Senin roman yazmaktaki amacın ne? İçindeki yazma arzusunu dindirmek mi yoksa o arzuyu daha çok körüklemek mi? Benim gördüğüm kadarıyla bu arzu körükleniyor gibi…
İsmail Turan: Evvel Bahar, neyin romanı? Salt yurt arkadaşlığıyla başlayıp 20 yıl boyunca birbirlerinden haber alamamalarına rağmen onlarca sene sonra tekrardan rastlaşıp eski dostluğu pekiştiren iki dostun romanı veya dostluğun romanı mı?
İrem Uzunhasanoğlu: Yatılı okulda en iyi dost olan iki kız arkadaşın birbirlerinin izini kaybedip, yirmi sene sonra yeniden bulduklarında kaldıkları yerden devam edip edemeyeceklerini yazmak istedim. Farklı aile travmalarıyla yetişmiş küçük çocukların büyüdükçe savrulan yollarını ve bu yolları yeniden kesiştirme çabasını anlatmak birincil derdimdi. Bunu anlatırken ailelerin çocuklarda açtığı derin yaraları okura göstermek istedim. İki kadın karakterim de yaralarını açıp gösteriyor okura, “bakın,” diyor, “bizde bunlar var ve biz bunlarla böyle başa çıktık.”
İsmail Turan: Roman, Öykü’nün ve Firuze’nin ağzından anlatılıyor. İki farklı bakış açısıyla romanı yazmak, istediklerine ulaşmada zorluk yaşattı mı?
İrem Uzunhasanoğlu: Roman Firuze ve Öykü’nün anlatılarının arka arkaya sıralanmasıyla ilerliyor. Öykü kendi hikâyesini anlatırken , Firuze de yazdığı mektupla çocukluğunu anlatıyor. Bunu yaparken bir zorluk yaşamadım. Önce birini, sonra diğerini de yazmadım. Her bir bölümde durup soluklanıp, sonra diğer karakterimle devam ettim.
İsmail Turan: Peki, bir yazar, eserinden ne derece bağımsız kalabilir? Ve bu romanı yazarken yaşadığınız sıkıntılar oldu mu? Kahramanların yaşadığı acıları bastırmak gibi…
İsmail Turan: Öykü ve Firuze, içsel yolculukların kadınları. İçlerinde volkanlar patlasa da çevrelerine yansıtmamaya çalışıyorlar. Bu asında karakterleri yıpratıyor. İki karakter de arayış içinde. Peki, bu karakterlerin arayış içinde olmaları veya daha doğrusu genellikle “yol”da olmaları senin de edebi bir mahiyetten bakılırsa bir arayış içinde olduğunu gösterir mi?
İrem Uzunhasanoğlu: Arayış insanoğlunun temel meselesi, doğduğumuz andan itibaren eksiklerimizi bulma ve tamamlama arayışındayız aslında. Ölüm ve yaşam diyalektiği arasında bildiğim tek şey arayış… Sevgi arayışı, mutluluk arayışı, aile arayışı… Ölümsüzlük arayışında olan Gılgamış’tan bu yana arayışa dair pek fazla şey değişmedi. Yoldayız, arayıştayız, tamamlanmayı umuyoruz.
İsmail Turan: Üç roman yazdın fakat edebiyatta en çok rağbet gören şiir ve öykü üzerinde -denemeler olmuştur elbet- kalem oynatmamış olman, roman türünde karar kıldığını gösterir mi? Ben roman yazarıyım, diyebiliyor musun bu üç romandan sonra?
İrem Uzunhasanoğlu: Yayımlanmamış olmam kalem oynatmamış olduğum anlamına gelmez aslında. Yirmiye yakın öyküm var, dört-beş tanesi dergilerde yayımlandı, diğerlerini yayımlamayı düşünmüyorum. İki-üç şiirim var. Lise yıllarımda yazdığım tiyatro oyunum vardı iki tane, onları ne yazık ki imha ettim. Dergi ve gazetelere düzenli kitap eleştirisi ve makaleler yazıyorum. Tüm bunların içinde kendimi sadece ve sadece romanın içinde rahat hissediyorum. Ve evet, “romancıyım” demek hoşuma gidiyor. Artık bir öğretmen değilim, eğitmen değilim. Çevirmen ve romancı kimlikleri içinde en mutlu hissettiklerim ve onların da beni bırakmayacağına inanıyorum.
İsmail Turan: Evvel Bahar’daki karakterlerin isimleri şans eseri değil, değil mi? Yani hepsinin bir anlamı var?
İrem Uzunhasanoğlu: Öykü, bize bir öykü anlatıyor. Firuze, değerli bir taş ama bir türlü değerini bulamamış, ismini değiştirerek kaybolmuş kimliğini yakalamaya çalışıyor. Yavuz, ismi gibi yavuz bir adam. Adar, mart ayında doğmuş, adına yakışır bir şekilde ateş gibi yakıyor. Ozanın şiirsel bir yanı var, masal kitabı hediye ediyor mesela Öykü’ye. Velhasıl, isimlerimin hiçbiri tesadüf değil.
İsmail Turan: Firuze’nin acısı ve hesaplaşma arzusu daha ön planda bu romanda. Acıyı, acıklı bir duruma getirmeden anlatmak mümkün mü?
İrem Uzunhasanoğlu: Acının olduğu yerden edebiyat fışkırıyor ama edebiyatın olduğu yerden acı fışkırınca orada bir durmak lazım diye düşünüyorum. Edebiyat acıyı tüm çıplaklığıyla göstermek, ajite etmek, insanlara bağıra bağıra “bakın, bakın, şu acıya bakın,” demek değildir. Aksine biraz sağaltılmalı, biraz kurmacaya yedirilmeli. Anlatıyı kurma biçimiyle, karakterin kullandığı nesneler, kurduğu gündelik diyaloglar ve hatta gördüğü rüyalar üzerinden bile anlatılabilir.
İsmail Turan: Okurun ihtiyacı için yazmak, yazarı piyasaya ürün çıkartmak için çabalayan bir esnaftan ileri götürmez. Bu da o yazarın önünü göremeyeceğinin ve kısa sürede öleceğinin göstergesidir. Peki sen neden bu romanı yazdın? Bunun bir hikâyesi var mı?
İrem Uzunhasanoğlu: Okurun ihtiyacı için yazmayı bir tür “esnaflık” olarak yaftalamak yanlış kaçabilir. Her yazarın kendine çizdiği bir yolu, bir amacı, bir hedefi var. Kimisi bu işi para kazanmak için yapabilir, kimisi popüler olmak, beğenilmek için, kimisinin tek derdi kendiyledir ve sadece içinde onu rahatsız eden meselesini yazarak dışarı atmak istiyordur. Bazen kurgu dışı kitapların, dinden, evrenin enerjisinden bahseden metinlerin daha çok okur bulduğuna şahit oluyoruz. Herkesin yolculuğuna saygı duymak gerekiyor diye düşünüyorum. Benim derdim ise sadece edebiyat. Beni hayatta dik tutan yegane amacımın bu olduğuna inanıyor ve ona tutunuyorum.
İsmail Turan: Son olarak, yeni çalışmalar var mı? Varsa bunlardan bahseder misin?
İrem Uzunhasanoğlu: Hâlihazırda Shakespeare’in Yanlışlıklar Komedyası isimli oyununu çeviriyor ve yeni romanıma hazırlanıyorum. Yine güçlü bir kadın hikâyesi yazmak istiyorum.