Göksu N. ÇAKIR: Bay Aksi mizah kitabınız Ekim 2019’da okurlarıyla buluştu. Kitabınızda, “İstanbul’a gelişime herkesin yüklediği anlam ve görevlerin dışında benim de bir kişisel amaçlarım ve beklentilerim vardı elbette. İstanbul’da yapılıp başka yerde yapılmasının zor olacağını düşündüğüm şey edebiyatın kendisiydi” diyorsunuz. Ben de şu soruyu sormak istiyorum size: bunca yıldır İstanbul’dasınız, İstanbul edebiyattaki beklentilerinizi karşıladı mı?
İsmail Cem DOĞRU: Bir edebiyatçı için bulunduğu coğrafyaya dair beklentileri değişkenlik gösterebilir. İlk gençlik yıllarımda benim içinde İstanbul dışında olmakla ülke dışında olmak arasında bir fark yoktu. Televizyon ekranlarında ve gazete satırlarında İstanbul’un her ilçesine diğer illere ayrıldığı kadar yer ayrılır. Beşiktaş’ın, Kadıköy’ün neredeyse bir il kadar sözü edilir. İşim gereği sürekli İstanbul sınırları içinde dolaşmak zorunda olduğum için içinde olduğum coğrafyayı dünyanın merkezi zannetmiş olabilirim. Türk edebiyatı klasikleri ya da ağırlıklı olarak şiirlerin, şarkıların geçtiği yerlerde yaşamak, radyoda çalan bir şarkıda adı geçen yerde iki gün önce çay içtiğinizi bilmek insana kendini daha güvende hissettiriyor olabilir. Ama artık öyle düşünmediğimi itiraf edip huzura ermenin yollarını arayabilirim. Artık bilmediğim yerlerden söz eden romanların, öykülerin, şiirlerin ve şarkıların izini sürüyorum.
Göksu N. ÇAKIR: Annenizin radyo programcılığı yaptığınız yıllarda sizinle övündüğünü yazıyorsunuz Bay Aksi’de. Ayrıca radyo programı ya da televizyonculuğun ailede gördüğü kabul, şiir ve edebiyatta kendini gösterdi diyemeyiz, diye ekliyorsunuz. Ailenizin, özellikle annenizin şiir yazmanıza bakışı nasıldı? Bakışı zamanla değişti mi?
İsmail Cem DOĞRU: Aslında Bay Aksi’yi hayatımı anlatmak için yazmış değilim. Orada yazılanların tamamı yaşanmış şeyler. Ama tam olarak anlattığım gibi mi yaşanmış, o bir muamma. Hayatımdan bir kesit olarak işlenen her ayrıntının seçilme gerekçeleri önemli. Sözünü ettiğiniz dönemin bence çok ayrıntılı belgeselleri çekilip kitapları yazılacaktır ilerleyen zamanlarda. Bugün yaşadığımız yabancılaşmanın ve iletişimle ilgili anlamsızlığın, önceki yılların önemli kabul edilen edinimlerinin değerini yitirmesi hep bu döneme denk düşüyor. Bu dönemin bizim gençlik yıllarımıza denk düşmesi şans mı şanssızlık mı bilemiyorum. Ama sözünü ettiğiniz yazıda da belirttiğim gibi, kitap okumanın, yazıyor olmanın tepki gördüğü dönemde birkaç dakika kamera önünde görünmenin paha biçilemez bir değeri vardı. Sorun elbette yazmaya gösterilen tepkiyle ilgili değil. Bu benim biraz abarttığım bir konu. Annem iyi notlar alamamamı şiirin engellediğini düşünüyordu; burası doğru. Ama buradaki trajedi kameranın hayatımıza girişiyle ilgili… İnsanların o zaman karışmaya başlayan kafası bir daha yerine gelmedi ne yazık ki…
Göksu N. ÇAKIR: Bay Aksi’de kitaplarını sokakta satmaya çalışan bir şairden bahsediyorsunuz. Şairi önce küçümsemiş, sonra ondan kitap almak istemiş ancak şairin tepkisiyle karşılaşınca başka birini göndererek kitabı almıştınız. Bu şairin şiirlerini okuduğunuzda beklediğinizin aksine güzel şiirlerle karşılaşmış, kitap çıkarma kararınızı askıya almıştınız. Bu şairin kim olduğunu merak ettim. Bu şairi bugün tanıyor muyuz?
Göksu N. ÇAKIR: Bay Aksi kendi hayatınızdan kesitlerden oluşuyor. Kitabı okurken zaman zaman lise yıllarıma geri döndüm. Okurken kendimi gülmekten alamadığım yerler oldu. Hayatınız bu kadar mizah dolu mu, yoksa ‘Bay Aksi’ hayata baktığınız başka bir pencere mi?
İsmail Cem DOĞRU: Mizahı bir iletişim yöntemi olarak seçmiş bir metni okurken gülmüş olmanızdan dolayı bahtiyarım. Ama dediğim gibi orada konuşan Bay Aksi’nin zihni melekeleri… Benimle aynı yerden bakıyor. Ama aynı bakmıyor. Kendinden başlayarak algının karikatürünü çıkarıyor Bay Aksi. Alay ediyor bir bakıma. İlk kitapta en çok kendiyle alay ettiği için bundan sonraki süreçte kimseye acıyacağını sanmıyorum. Ama Bay Aksi’nin hedefinde insanlar yok. İnsanların hayatını zorlaştıran, yaşama sevincini eksilten ve onlara ait olanı onlardan gasp eden her ayrıntıya girecek ve bu maskaralıklar üzerinde titizlikle duracak…
Göksu N. ÇAKIR: İsmail Bey, kitabınız okurken güldürürken bir taraftan da düşündürüyor okuyucusunu. Kitabınızın bir bölümünde, Mustafa Fırat’la beraber gittiğiniz Merzifon ilçe kaymakamının yazarlara vermiş olduğu yemek. Bu yemekte, doğru düzgün dil bilgisi olmayan otuz üç yaşındaki bir yazarın kitabının on beşinci baskıyı yapması ve üç yılda dört roman yazdığını söylemesi gibi. Şöyle bir durup düşündüğümde buna benzer birçok yazar ve kitap buluyorum. Bu konuda ne dersiniz?
İsmail Cem DOĞRU: Bu kimin suçu bilmiyorum. Bir nesne olarak kitap oluşturma süreci de yayıncılık süreci de edebiyatın tekelinde değil. Birbirinden farklı şeyler. Uzaktan bakılınca birbirine benzeyen şeylerdir kitap dedikleriniz. Ama bunun anayasa tarafından kabul edilen, ya da herhangi bir kurum tarafından uygulanabilecek yaptırımları bulunan maddeleri yok. Dileyen dilediği gibi kitap basabiliyor. Belki de insanların birilerine kendilerini zehirleme hakkını nasıl bu kadar kolay verebildiklerini konuşmalıyız. Bu denli bilinçsiz olmayı neden bu kadar ısrarla savundukları meselesinin üstünde durmalıyız. Tersinden bakmak Bay Aksi içinçözüme giden yolu kısaltmanın yöntemlerinden biri olmaya devam edecektir.
Göksu N. ÇAKIR: Bay Aksi kitabınızda radyo programlarınızdan sıkça bahsediyorsunuz. Lale Müldür ve Mehmet Erte ile yaptığınız programı dinlemek isterdim. Konuklarla geçirdiğiniz güzel anları mizahi bir dille yazdınız. Ayrıca yaşadığınız olaylardan mizah çıkarmak hayata pozitif bakabilmenin bir sonucu değil midir?
İsmail Cem DOĞRU: Radyo programcılığını çok uzun yıllar severek yaptım. Bazen anlatırken çok eğlendiren anıların yaşanırken eğlendirdiğine de tanıklık ettim. Ama genellikle sonraki yıllarda eğlenerek anlatılan anıların yaşanırken trajik etkiler bırakmış olma ihtimali daha yoğundur. Şairler kendilerini daha geniş kesimlere duyurabilecekleri alanlara özveriyle geliyor. İyi niyetlerini korumayı sürdürüyorlar ve genellikle daha fazla insana ulaşma konusunda hem gönüllü hem de arzulu oluyorlar. Ne bir teknik aksaklık yüzünden ne de can sıkıcı farklı bir ayrıntı yüzünden sıkıntılı iletişimlere girmiyorlar. Ben öyle bir program yapmadım. Şairlerin okur ile ilgili bir egosu söz konusu değil. Şairlerin ve yazarların sadece birbiriyle derdi var. Bu da durumu özel kılıyor.
Göksu N. ÇAKIR: Son sorum, tüm röportajlarımda sorduğum soru. Edebiyat dünyasında bugüne kadar edindiğiniz yazarlık tecrübeniz nedir?
İsmail Cem DOĞRU: Bugüne dek cevaplamak durumunda kaldığım en kazık soru bu olabilir. Yazarlık süreci kişinin her şeyi bildiğine inanıldığı ve bunun kanıtlanmaya çalışıldığı bir mekanizma olarak pazarlanıyor. İnsan önce öğrenip sonra mı yazar oluyor yoksa önce yazar olup zamanla mı öğreniyor? Bu konu birbiriyle karıştırılıyor. Yazar olmanın bir kartvizite dönüştüğü sürecin öğrenme evrimini tamamlamak anlamına geldiğini düşünüyorum. Artık öğrenemeyen bir yazarın da gereğinden fazla konuştuğunu düşünüyorum. Ne yazık ki insan bunu kendisiyle ilgili fark edecek donanıma sahip değil. Umarım öğrenmeye devam ediyorumdur.
Türk edebiyatına, şiirine katkılarınızdan ve bu güzel röportajdan dolayı size çok teşekkür ederim.
- Ben de aynı gerekçelerle ve emekleriniz için size teşekkür ediyorum.