Kitap sevgisi damak tadı gibidir. Birisinin okuyup beğendiği kitabı bir başkası sevmeyebilir ki, bu gayet normaldir. Fakat çoğu kişinin iyi olduğu üzerinde ittifak ettiği kitaplar ve yazarlar da vardır. İşte bu yazarlardan birisi de Gabriel Garcia Márquez’dir.
Peki, neden çoğu kişi Márquez’in iyi bir yazar olduğu konusunda görüş birliğine varmıştır? Onu iyi bir yazar yapan nedir? İşte bu sorulara cevap aramak ve henüz Marquez okumayanlara yol haritası niteliğinde on neden sıraladım.
- Márquez okumaya başladığınızda tropikal bir ormanda dolaşıyormuşçasına cümlelerin arasında dolaşırsınız ve bulunduğunuz yerden uzaklaşıp Mocondo’nun egzotik nemli havasını ciğerlerinize çekersiniz. Márquez cümleleriyle sizi dünyanın bittiği yere kadar götürür ve bu dünyaya benzemeyen, insanların mutlu olduğu başka bir dünyanın kucağına bırakıverir.
Örnek olarak buraya Yüzyıllık Yalnızlık’ın giriş bölümünü bırakıyorum:
“Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı. O zamanlar Macondo, tarih öncesi kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısında kurulmuş, yirmi hanelik bir kerpiç köydü. Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekti.”
2-Márquez’in kitaplarında düşle gerçek, geçmişle şimdi, masalla hayat öylesine doğal bir şekilde iç içe geçmiştir ki okurken bunun nasıl bu şekilde olduğunu yadırgamayız. Yazarın doğal olmayan gerçeği doğal bir şeymiş gibi anlatmasına adeta büyüleniriz.
3-Yazarın ölümü, doksan yaşında merdivene çıkıp papağan yakalamaya çalışırken merdivenlerden düşüp ölen Juvenal Urbino gibi en doğal haliyle güzelleştirir. Döneminde yaşanan siyasi olayların arka planını da yer yer gözler önüne serer. Cinselliği erotizm boyutuna vardırmadan ele alır.
5-Márquez bir söyleşisinde şöyle demiştir: “Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım.” der.
Yazarın birçok eserinde gerçekten de abartılı birçok şey doğal bir olaymış gibi anlatılır. Örnek olarak, Kırmızı Pazartesi’de Santiago Nasar’ın canice öldürülmesinin doğal bir şeymiş gibi anlatılmasını söyleyebiliriz.
“Allah kahretsin, kuzenim, dedi bana Pablo Vicario. Bir insanı öldürmenin ne kadar zor bir şey olduğunu tahmin edemezsin! Bu işi sonsuza dek bitirmek amacıyla Pedro Vicario, kurbanının kalbini bulmaya çalışmış ama domuzların kalbinin bulunduğu ta koltuk altında aranmıştı onu. Aslında Santiago Nasar’ın bir türlü yere düşmemesinin nedeni, bıçak darbeleriyle onu kapıya mıhlamış olmalarıydı. Umutsuzluğa kapılan Pablo Vicario, karnına yatay bir bıçak darbesi indirmiş, bütün bağırsakları bir patlamayla dışarı fışkırmıştı.”
6-Kitap okumakla arası iyi olmayanlara veya birkaç ağır kitap okuyup kafa dinlendirmek isteyenlere Márquez okumalarını salık veririm. Çünkü Márquez’in kitapları tek kelimeyle sürükleyicidir. Kitabı elinize aldığınızda soluksuz okuyacağınızdan emin olabilirsiniz. Bu sürükleyicilik hem anlatımın yalınlığından, hem kurgudaki merak unsurlarının ustaca yerleştirilmesinden hem de arada bir insanı gülümseten mizahi dilinden alır.
7-Márquez hikâye içinde hikâye kurgular. Yani Márquez’in romanları küçük hikâyeciklerin ana hikâyeye eklenmesiyle oluşur, diyebiliriz. Bu küçük hikâyecikler basit bir olay veya sıradan bir nesne üzerine kurulur. Hikâyenin hikâyeyi açmasıyla bazen ana hikâyeden öyle uzaklaşırsınız ki mesele buraya nasıl geldi, dersiniz. İşte bunu söylediğiniz anda yazar sizi tekrar ana hikâyeye döndürüverir. Örneğin Kolera Günlerinde Aşk’ta Fermina Daza ve kuzeni Hildabranda birlikte çektirdikleri fotoğrafla ilgili şöyle bir hikâye kurulur:
8-Márquez eserlerinde yer yer argo da kullanır. Ancak bu kaba saba bir argo değil, okuyucuyu gülümseten bir argodur ve kullanıldığı yere cuk, diye oturur. Yani yazar, argoyu orada kullanılması gerektiği ve başka bir şey kullansa yapay kalacağı için kullanır.
9-Başkan Babamızın Sonbaharı, Albaya Mektup Yazan Yok gibi kimi eserlerinde siyaset kurumuna da eleştiriler getirir. Bu yönden Başkan Babamızın Son Baharı onun eserleri içinde ayrı bir yere sahiptir.
Ayrıca eserde tüm dikta rejimlerinde tanık olunan tek adamlık ve onun çevresinde şekillenen göstermelik mekanizmaların, kukla hükümetlerin varlığı hikâyenin tamamında vurgulanır. Eserde diktatörün buyruğuyla işkence görenlerin, canına kıyılanların, emirlerini tereddütsüz yerine getirenlerin gözünden anlatılan diktatörün hazin hikâyesi sürekli yüz yüze geldiğimiz gerçekleri gözler önüne serer.
10-Son olarak Márquez dünya edebiyatında kitaplarına en güzel isimleri koyan yazar desek abartmış olmayız herhalde. Yüzyıllık Yalnızlık, Kolera Günlerinde Aşk, Kırmızı Pazartesi, Aşk ve Öbür Cinler, Benim Hüzünlü Orospularım ve daha nicesi… Bu isimlerin hatırına bile kitapları okunmayı hak ediyor bence.