SESLERİN GİZEMİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞ HİKÂYESİ: Öykünün Öyküsü
Yazarken bizi etkileyen anlar gelip oturur başköşeye. Bazen bir cümlenin güzelliğine kapılırken bazen de küçük bir anın hatırası çıkmaz içimizden. Yaşanılan o anın çağrışımı, içimizin kuytusundan yüzeye çıkıverir ansızın. Kimi zaman bir sesin anısı, bir kokunun ya da bir rengin anımsattıkları…
Küçük, küçücük anlar alır götürür bizi başka kıyılara, sözün başka imkânlarına. Sözün olanaklarını genişletmeye… Hal böyleyken zihin kütüphanemizden seçtiğimiz bazı zaman parçacıkları yazıya dönüşmek için yol arar. Kapı açılır ve o kapının ardında bizi bekleyen içimize işlemiş bir hikâyeyle karşı karşıya kalırız. Anlatılmak için bekleyen hikâye, zamanı gelince kendini anlattıracaktır.
“Seslerin Gizemi” öykümde geçen poşetler de böyle bir zamanda kendini bana hatırlattı. Yıllar öncesinden kalan bir anı kurmacaya dönüşürken bambaşka bir hâl aldı. Bu öykünün çıkış noktası geçmişte arkadaşımla yaşadığımız ilginç bir olaya dayanıyor. Yıllar sonra zihin kütüphanemden çıkıp. Arkadaşımla bir hafta sonu otelde yer olmadığı için üç kişilik bir odada kalmak zorunda olduğumuz bir gecenin hatırasıdır öykünün çekirdeğini oluşturan. Sabaha karşı hışırtı sesleri kulağımıza çalındı. İlk başta uyku sersemliğiyle pek anlam veremediğim bu seslerin gözlerimi ovuşturup dikkatli baktığımda poşetlerden geldiğini gördüm. Yanımdaki yatakta yatan kadın valizindeki poşetlerin içinden yenilerini çıkartıyordu. Bitmek bilmeyen poşetler iç içeydi.
“Büyük çöp poşetine doldurduğu eşyalarıyla çıkagelmişti akşamüstü. Kaldığı ilk gece, sabaha karşı tuhaf seslerle uyanmıştım.
Hışır, hışır, hışır…
Kafamın içinde, hışırtının dönme dolabı dönüyordu. Göz kapaklarımı kaldırmaya takatim yoktu. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeydim. Sabahın bu vaktinde, kulağımı tırmalayan hışırtılara anlam veremiyordum.”
Anlam veremediğim bu sahne karşısında şaşkınlığımızı gizleyemeden arkadaşımla uzun süre birbirimize baktığımız dün gibi aklımda. Yaklaşık yirmi yıl önce yaşadığım bu anının bir gün öyküye dönüşeceği o günlerde aklımın ucundan dahi geçmezdi elbette. Hayat bu, şaşırtmacalar ustası!
“Neydi bu poşetlerin kerameti? Yaptığım işe kendimi veremez olmuştum. Bulaşık yıkarken, çamaşır toplarken aklımın bir köşesinden hep Efsun Hanım çıkıyordu karşıma. Kendi kendime yaptığım uyarılar da fayda etmiyordu. Neyse ki mahallenin fısıltısı gazetesi, bir gün benim de kapımı çaldı.”
Efsun Hanım’ın acıklı hikâyesi kat kat açılmaya başlıyor sonrasında kurmacanın içinde. Hayatın incine, aldana büyüttüğü kadınlardan biri Efsun Hanım da. Adının gizemli sokaklarında yaşadıklarının etkisiyle kendini kaybeden onlarca kadından biri. Poşet deyip geçmeyelim, hangi nesnenin nasıl bir öyküye dönüşeceği hiç belli olmaz. Çünkü öykü her yerde ve öykü her şeydedir!