“Bu sebeple benim de tırnaklarım epey uzadı, belki de dişlerim daha daha daha sivrildi. Tıpkı ısırma hastası bir çocuğun dişlerini geçirdikçe minelerinin bilenmesi gibi… Anlayacağın Yularsız Atın Radyosu’ndan sonra yasak elmayı kuvvetlice ısırmayı öğrendim”
Hamza Eren Sarıçam: Merhaba sevgili Kadir, Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar ikinci şiir kitabın oldu. Yularsız Atın Radyosu’ndan sonra ne değişti senin için? İki kitap arasında kendinde bulduğun ve hatta inkar etsen de gerçekleşen farklılıklar nelerdir? Bir şair ne denli değişmeli hangi yönlerde aynı kalmalıdır?
Yularsız Atın Radyosu’ndan sonra, hatta 1 sn. sonra bile her şey değişmiş olabilir çünkü insan, andan ana değişim/dönüşüm gösteren bir varlıktır. Mesela ana bağlı olarak yüzümüz buruşur, burun kılımız uzar, saçımız beyazlayıp dökülür hatta sistit bile olabiliriz. Yani mevzu bahis değişim her şeyi kapsayıcı konumdadır. İnkar etme gibi bir durumumuz mevcut daği değildir. Bu sebeple benim de tırnaklarım epey uzadı, belki de dişlerim daha daha daha sivrildi. Tıpkı ısırma hastası bir çocuğun dişlerini geçirdikçe minelerinin bilenmesi gibi… Anlayacağın Yularsız Atın Radyosu’ndan sonra yasak elmayı kuvvetlice ısırmayı öğrendim. Tek değişimin, dökülen ve uzayan tellerin dilime gelen mevzu olduğunu belirtebilirim. Bir şair de zannımca, durduğu yerde para ya da gün saymayıp sürekli transta olmalıdır çünkü günümüzde şairin -biricik- işlevi transformers hâlinde ruhaniyet bulmasıdır.
Hamza Eren Sarıçam: Biraz şiirin genelinden gitmek istiyorum çünkü soracağım sorunun örneklerini Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar kitabında vermişsin. Şiir ne kadar yaşantıyla ilintilidir? “Tecrübesiz” bir hayat şiir üretimi için verimli olabilir mi?
Kadir Tepe: Evet, bu konuya kitapta işaret ettim: Ayıp!
Aslında yaşantı ve tecrübe olarak gözümüze çarpan kavramlar “doğallık” kelimesinin bir karşılığıdır. Yolu yapaylığa uğrayan (müte)şairin üretimi kısır ve noksandır. Mezkûr konuya şöyle bir çıkış kapısı aralayayım:
İnsan, iblistir ve şöyle beddua eder: Yaşattığını, yaşa! Şair ise bu bedduaya şifa katarak duaya evirir:
Yaşadığımı, yaşa!
Hamza Eren Sarıçam: Yine genel mahiyette bir soru olarak, şiirin formu ve yapısı senin için ne ifade ediyor? Ayrıca, bence, burayla alakalı olarak, kullandığın kelimeleri nasıl tanımlarsın? Kendi şiir dilinin kelimelerini seçerken senin kriterin ne oluyor? Öte yandan, kelimelerin nasıl olmasını istersin?
Kadir Tepe: Şayet bu sorudan bir çıkarım yapacaksak, ben bu kelime işçiliğini şöyle değerlendiriyorum: İlk Cemal Süreya’nın “şiir geldi kelimeye dayandı” ifadesiyle başlayan ardından Ahmet Güntan’ın “şiir geldi kelimede boğuldu” deyişiyle devam eden geleneği; “şiir geldi büyüde giz’lendi” metaforuyla yenileyebiliriz.
Kadir Tepe: “Rüyalarımızı hatırlayabilseydik rüya görmezdik, kabuslarımızı da unutabilseydik adına kabus demezdik” diyerek sorunu cevaplamış olayım.
Hamza Eren Sarıçam: Şairler çeteleşir mi şirketleşir mi?
Kadir Tepe: Hani başımıza bir şey gelince karşımızdaki insan, tebessüm ederek “Kader!” der ya… Ben de bu soruya, “Ruhsatsız!” diyeyim.
Hamza Eren Sarıçam: Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar’a tekrar gelecek olursak, “şiirk” ifadesi senin için ne ifade ediyor? Allah’a şiiri ortak koşmak mı, şiiri Allah yerine koymak mı?
Kadir Tepe: Tam üzerine bastın, ayağını kaldır!
Şiiri, Allah’ın şaire vermiş olduğu bir güç/yeti olarak değerlendiriyorum: Tanrı katında bir söz… Bu sebeple de yalnızca Yapay Şair-ler Allah’a “şiirk” koşabilir. Yapay Şair tanımını çoğu kez dile getirdim, bu kavram üzerine düşünülür ise “şiirk” ifadesinden yola çıkarak ne demek istediğim anlaşılacaktır.
Söze “şiirk” koşmak, bir nevi Allah’a “şirk” koşmaktır.
Hamza Eren Sarıçam: “(kiralar uçuşta diye gebermek istiyoruz çünkü iblis bize cehennemin en uçucu yerinden boş bir arsa hibe etmişti.)” dizelerini okurken hissetmemiz gereken şey nedir? Kışkırtıcı ifadesi sen ve senin şiirin için tanımlayıcı oluyor mu? Yoksa bu dizelerde aramamız gereken başka bir şey mi var?
Kadir Tepe: Bir şaire “Bu şiirini/dizeni anlatabilir misin?” denildiğinde şairin “Ben, hikâyeci değilim.” tavrına bürünmesi gerektiğini düşünüyor, tartıyorum.
Bu arada, evet: Kadir Tepe’nin şiirindeki tavır her daim kışkırtıcılığa kapı aralar. Belki de şair, dünyaya huzursuz etmek adına geldi. Ben ise şiir yaratmıyorum, şiir yapıyorum. Yaratmak da içerisinde bir hayret duygusu barındırır ya hani… Hayrete düşen huzuruz olur. Yani ben: Huzursuz ediyor, muhatabım olan her şeyi kışkırtıyorum. Kış kış!
Hamza Eren Sarıçam: “yaşam denen şey” sence nedir?
Kadir Tepe: Bir şiirimde net bir tavırla “evrenin her gün sütyenini değiştirmesidir” demiştim, galiba öyle…
Hamza Eren Sarıçam: “Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar”dan kastın nedir peki? Sadece “kafada biter ama kafa da biter” mi?
Kadir Tepe: İnsan, sürekli iyi ya da kötücül şey-ler bütününü işaret etme çabasındadır. Benim şiirim ise tamamen kötücül şeyleri işaret etme temelinde kuruludur. Esasen ben, İblis’im. Kafamda biter ama kafam da biter, yani. İyi/güzel şeyler, hep popülist godomanların ellerindedir ya hani… Zaten, öyle de olmalıdır: Melek. Bütün kahrı İblis çeker, sefayı Melek sürer. Bu durum anlattığım üzere, şiir için böyledir. Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar’daysa Melek, İblis’in sürekli kucağındadır. Ne yapıyorlarsa artık, bilemem. Gerisini siz anlayın işte.
Hamza Eren Sarıçam: Metin Eloğlu gibi şiirlerinde geçen birtakım şairler var. Her biri senin için önemli mi? Ayrıca, şiir dünyanı etkileyen şairler kimlerdir?
Kadir Tepe: O Metin Eloğlu, ben de Kadir Tepe.
Hamza Eren Sarıçam: Falan Festekiz şiirinde gizli ithaf var diyebilir miyiz? Yakın çevrene indiğin bu şiirin sadece toplu bir ithaf değildir elbette. Ancak, senin için Falan Festekiz şiiri nedir?
Kadir Tepe: Şairin destan yazabilmesi için ille de yüzyıllar geçirmesine, yaşamasına/yaşatmasına gerek olmadığını düşünüyor, tartıyorum.
Falan Festekiz de hayatımın bir kısmı fakat ömrümün en uzun döneminde kulağıma seslenildi. Bu şiir benim ihtiyar, Alaylı Yara bir destanım.
Hamza Eren Sarıçam: Son olarak, şiire ne oldu?
Kadir Tepe: “ŞİİRK” koşuldu dostum, “ŞİİK” koşuldu…