METİN CELÂL: Aydın İleri, önce bir sesti benim için. Kadir Aydemir yayıncılığa başlamış, arada bürosunu arıyorum. O sürekli hareket halinde olduğu için başka birisi telefonu açıyor.
Kadir’e sordum, “Telefona çıkan arkadaş kimdir?” diye.
“Aydın İleri,” dedi. “Çocukluktan beri arkadaşımdır, can kardeşimdir, içtiğimiz su ayrı gitmez. O da yayıncılık yapıyor. Zaman zaman benim büroyu kullanıyor.”
Yıl 2006. Aydın, Anfora Yayıncılık adıyla bir yayınevi kurmuş. Hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik kitaplar çıkarıyor, hem de Tayfun Talipoğlu ile birlikte hazırladıkları “Eşekle Gelen Aydınlık / Mustafa Güzelgöz Kitabı” gibi kitaplar derliyordu.
Nihayet Aydın’la yüz yüze karşılaştık. Sıcakkanlı biriydi. Hemen sohbet derinleşti. Yayıncılığın sorunlarını, derken kitapları, hayatı konuşmaya başladık.
Tabii ki sermayesiz yayıncılığı sürdürmek zor. Çok emek verdi, mesai harcadı ama fazla dayanamadı. Yayıncılığı bıraktı. Esas mesleğine, kütüphaneciliğe döndü.
Mesleğinde aktif, eylemli, örgütlülüğe önem veren biri olduğu için sık sık yollarımız karşılaştı. Masanın aynı yanında oturup aynı görüşleri savunduğumuz da oldu, karşı karşıya gelip hararetli tartışmalar yaptığımız da… Ama her zaman dost olduğumuzu bildik. Ne zaman destek gerekse Aydın’ın yanımda olacağını biliyordum.
Kırşehir Gül Kitabevi 8 Eylül 2015 günü yakılarak tahrip edildiğinde Yayıncılar Birliği’ni ilk arayan Aydın’dı. Birlikte yayınevlerinden kitap bağışı toplayıp Gül Kitabevi’ne küçük de olsa katkı sağladık.
Yine aynı yıl Yayınlama Özgürlüğü yolunda Projesi’ni gerçekleştirirken bizimleydi. Toplantılarımıza katıldı, destekledi. Konuşmacımız oldu, Birlikte Van’a gittik. Kütüphanelerdeki yayınlama özgürlüğü sorunlarını anlattı. Birlikte iki güzel gün geçirdik.
Çok anılarımız var. Bergama’ya güzel bir kütüphane kazandırıp, oradaki hak mücadelesinden dönmüş, Atatürk Kütüphanesi’nde çalışmaya başlamıştı. Uğrayacaktım, kitaplardan, hayattan konuşacaktık. Araya pandemi girdi buluşamadık. Geriye anıları kaldı. Özleyeceğiz.
MEHMET ALTUN: Aydın’ım, güzel kardeşim,
İnsan dostlarının ardından yazacak şeyler bulmakta çok zorlanır; bu duyguyu defalarca deneyimlemiş olmanın hüznü var üzerimde.
Ne yazık ki birçoğu keder ve acı bırakmıştır ardında. Bu yaşlar için ölüm kadar anlamsız başka bir kavram yoktur herhalde.
Gel gör ki, hayat hep bir yolunu bulup, canımızdan parça alıyor, bırakıyor bizi hatıranın kör kuyusunda. Şimdi de seninle sınadı bizi.
Aydın bendeki açık sözlü adamdır. Enerjisi hiç bitmeyen, umut dolu bir küp. Devrimci, ateşli ve hiç kurmayan, hiç kurgulamayan bir çıplaklık.
Ne sözünü esirger, ne hesap kitaptan anlar, ne de “bana ne” demeyi becerirdi Aydın.
Dosttu; çok içten, çok kalpten bir dosttu. Telaşlıydı, öfkeliydi, devrimci yanları çok diriydi, çok içerden bir mücadeleye inanırdı.
Bilime, sanata, kültüre âşık bir adamdı. Vefayı severdi; dostluğu severdi; bir tek dostu darda olmasın isterdi.
Hiçbir kavgadan kaçmaz, hiçbir haksızlığa rıza göstermezdi. Elinden geldiğince mücadele eder, bedelini ödemekten korkmazdı.
Doğru bir adamdı. Dosdoğru bir adamdı. Belki de bu yüzden gadre uğradı büyük umutlar ve düşlerle gittiği Bergama’da.
Vefalıydı. Belki de bu yüzden kaleme aldı Eşekli Kütüphaneci’nin hikâyesini.
Sivil toplumcuydu Aydın. Bunun için Türk Kütüphanecileri Derneği’nin bir dönem Genel Başkan Yardımcılığı’nı yaptı.
Sonra yayıncılık yaptı; hatta bir dönem birlikte yaptık… Tükenmez bir enerjiyle ve hiç durmadan projeler hazırlayarak çalışırdı.
Kibirsizdi. Her şeyden önemlisi buydu belki de.
Sonra bir sabah şu lanet çağın fokurdayan veba vadisi’nde kısmetine düşen kavgadan yorulduğunu yazdı Kadir Aydemir.
İçimde bir su kaynadı. Bir bulut karardı, üstelik bembeyaz bir göğün altında.
Benim doğum günümden bir gün evvel, bu mevsimin en beyaz gününde, en aydınlık, en pamuk zamanında içimde bir koca hatırayı sessizce buluta asarak veda etmişti Aydın.
Ne desem kısa kalır anlatmaya. Ne desem anlamdan soyunmuş olarak… Üzgünüm, bir su nasıl kurursa güneşin altında…
Aklıma gelen binlerce hatırada, okulun koridorlarında, dershane yıllarında, ateşli tartışmalarda ve daha binlerce anıda…
Sonra hayat kavgasında müşterek ettiğimiz emeğin tasında kalan onlarca voltada… Birçoğunda Aydın vardı. Bitmeyen inadı, muhalif yanları ve içtenliğiyle Aydın.
Hoşça kal kardeşim. İçimin bütün güzel cümleleriyle hoşça kal. Yerin en güzel köşesinde şimdi hatıralarımızın…
MELİKE İNCİ: Sanırım Aydın’la toplamda en fazla on cümle konuşmuşumdur. O yüzden onun için bir şey yazmak haddime düşer mi bilmiyorum. Ancak yine de onunla ilgili bir şey beni bundan alıkoyamıyor. Hep acelesi vardı Aydın’ın. Hep. Selamlaşması aceleyle, konuşması hızlı, yanakları hep al aldı. Sanırım birkaç edebiyat etkinliği dışında en çok fuarda gördüm onu. Hep ciddi, hep aceleci, hep güler yüzlü. Bir de popstar aurası. Sanki tüm zamanların en popüler yazarı, hep peşinde hocam hocam diye koşturan gençler. Hazırladığı derlemeleri onun kadar sahiplenen kimse yoktur. Halk kütüphaneleri için onun kadar çabalayanı tanımadım. Hep bir koşturma. Aydın İleri… sanki hep ışığı daha uzağa taşıması için verilmiş bu isim ona. O yüzden hiç kaybedecek vakti yokmuş gibiydi. Bazı insanlar hayatınızdan hızla geçer ve bir şey kalmaz onlardan geriye. Söyleyecek bir şey bulamazsınız. Aydın onca hızına rağmen onu tanıyanlarda güzel bir iz bıraktı eminim. Diyorum ya hep bir acelesi vardı sanki. O aceleyle bizi geride bıraktı. Aydın ileride, aydınlık ileride.
ONUR BEHRAMOĞLU: aydın, yoldaşlığın şiirini yazan, yaşayan sahici bir insandı. hiç büyümemiş afacan çocuk suretinde, daima neşeli bir sokrates… -umarsızlık, kayıtsızlık, bezginlik uğramadı yanına; dostça sokulana madeni sesler çıkaranlardan olmadı. hayatın sımsıcak özünü süzüp gözlerine ışıltı olarak yerleştirmiş çalışkan arımız, can kardeşimiz bizim… seninle birgün gazetesi sattığımız fuarları, karlı bir gece vakti havalimanında karşılaştığımızda “biz büyük bir aileyiz” diyerek ille beni de evime bırakmanı ve yolda bana, eşine, oğluna, gülerek anlattığın delidolu hatıraları, ne vakit bir arkadaş gerekse duyulan ıslığını unutmayacağım. “ve bir el, hayatın sesini boğan / o çanlara, birdenbire dokunur.” çanlar hepimiz için çalıyor, evet… ama hayatın sesi boğulamaz, çünkü bu dünyadan bir aydın’ın geçmesi bile hayatın zaferidir. ve bu dünyadan bir aydın geçerken bunca insan kalbine dokunmuşsa, ölüm yenilmiş demektir.
GÖKSEL BEKMEZCİ: “Nasıl Bilirdiniz?”
Birçok insan, kimi nasıl bildiğini yolcunun, bu dünyadan ayrılmasıyla farkına varıyor? Oysa O burada azınlıktadır, çünkü henüz yaşarken öğretmiştir kendisini nasıl bilmemiz gerektiğini.
Kitap, yazar, kütüphane, araştırma, ilke, duruş, samimiyet onunla bütünlenmiş kelimelerden sadece birkaç tanesi… Kısacası biz Onu hem Aydın biliriz hem İleri…
ÖZGE DENİZCİ: Hayatımda onun kadar arkadaşlarını toparlayan, ehil kişilere ulaşıp iş bitirici olan ve çok daha önemlisi mutlaka etkisi büyük işler yapan çok az insan tanıdım. Aydın ile hayata dokunan bir şeyler yapabildiğim için çok şanslıyım. Dostuna, arkadaşına sahip çıkıp onların becerileri doğrultusunda yönlendirme yapabilme yeteneğine sahip az insandan biriydi Aydın.
Di’li geçmiş zaman kullanmanın bu kadar zor olabileceği aklıma bile gelmezdi. Birlikte hayata, çocuklara, insanlara, doğaya değen pek çok iş yaptık. Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıydı. Şimdi yarım kaldım, yarım kaldık. Hep konuştuğumuz gibi, yapacak çok işimiz vardı daha. “Biz ne zaman büyüdük de…” diyor ve cümlenin geri kalanını hiç Aydın’a yakıştıramıyorum. Anısına saygıyla…
DİLEK NEŞE AÇIKER: Boşa geçen nice zamanları kısacık anlar telafi eder. O anlar şaşırtıcı, var oluşuyla dahi hayata tesir eden insanlar sayesinde yaşanır. Sevgili Aydın benim için böyle biriydi. Onunla yıllar evvel bir fuarda tanışmıştık. Derlediği kitabın heyecanını yaşıyordu. Yeni tanıştığım insanlarla iletişimde zorlanırım, ancak Aydın’ın berrak kişiliği bu bariyeri kolayca aşmamı sağlamıştı. Sohbetimiz ilerledikçe onun yaptığı her işe, hayata, ideallerine, kütüphaneciliği, devrimciliğe, dostluklarına heyecanla bağlı oluşuna, bunu her cümlesine yansıtışına hayranlık duydum. Sonrasında yine fuarlarda ve başka başka yerlerde keşişti yolumuz. Nahif ruhu, parlak zekâsı, çalışkanlığı, devrimci kalbiyle hayattan esip geçti. Hep özlenecek.
GÜLSEREN AYDIN: Aydın abinin ardından birkaç kelam etmek gerekince son mesajlaşmamıza bakma ihtiyacı duydum. Sonra bunu yapamadım, elim gitmedi. Gerek de yokmuş aslında, o hep benim zihnimin bir köşesinde sıcacık gülümsemesiyle duruyormuş.
On altı yaşındayım. Yazma hevesiyle yanıp tutuşuyorum. Anfora Yayınları’nın kitabı geçti elime. Gencecik bir kadının kitabı. Yüreklendim ve yayınevine mail attım. Aydın abi tüm yazdıklarımı okudu. “Kitap yapalım bunları” dedi. Aradan geçen zamanı hatırlamıyorum. İzmir Kitap Fuarı, benim kitabımın olduğu koliler gelmiş. “Aç bakalım, çocuğun gibi hissedeceksin,” dedi. Bir yanımda Bilgin Adalı, diğer yanımda Aydın abi ve dediği gibi kitabım çocuğum gibi… O günden sonra hiç kopmadık. Hep kalpten birbirini bilen, birbirinin gözündeki o ilk heyecana tanık olmuş abi kardeş gibi kaldık koskoca evrenin içinde. Belki ufacık bir nokta kadar ama kıymetli.
Yazarlığın okulunu okudum, mesleğim yazmak, parayı da yazarak kazanıyorum. Dün Aydın abinin arkasını dönmediği yazma hevesim bugün benim hayatım oldu. Şimdi biraz da o yüzden, onun için, bitmeyecek ömürlük bir borcu ödemek için, yazmaya okumaya ve üretmeye devam…
TARIK KESER: Aydın’la arkadaşlığımız Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için Vakıf (TAV)’da başladı. Orada tanışmıştık. O dönem özellikle ben, Aydın İleri, Kadir Aydemir ve Ertuğrul Söyler daha sık beraberdik. Birçok sosyal etkinlikte beraber yer aldık. Aydın denince aklıma ilk ‘adamlık’ sözcüğünün karşılığı gelir. Evet Aydın adamdı, hem de adam gibi adam. Dost canlısı, yardım sever, ne bileyim… (aslında yazılacak o kadar çok şey var ki, ama işte insan böylesi bir durumda pek yazamıyor, kelimeler insanı boğuyor adeta)… bir dönem Aydın’ın saçları çok uzundu, beline kadar falandı yanlış hatırlamıyorsam, çok takılırdım, kızdırırdım onu… Yüz yüze Taksim’de görüşmüştük en son onunla, zaten şehir dışındaydı (Bergama). Bergama Belediyesi’nde yaşadıkları hâlâ hafızamda. O günlerde telefonla görüşüyorduk, bazen de yazışıyorduk, moral veriyordum. Müthiş bir mücadele örneği vermişti o dönem, tek başına kafa tutmuştu yöneticilere, haklıydı çünkü, yıllarca haksızlığa karşı mücadele vermiş bir adama gene iş düşmüştü… bu kez kendi için… Tam rahata kavuştu, İstanbul’a, doğduğu şehre, ailesinin yanına geldi derken bu kez de illet hastalık yapıştı yakasına ve ne yazık ki bunca mücadeleyi kazanan Aydınımız hastalığa yenik düştü… Yolun adın gibi Aydın olsun arkadaşım yoldaşım…
ERTUĞRUL SÖYLER: Bolu yolu her zamanki gibi karla kaplı. Gece, dışarısı ile içerisini keskin çizgilerle bölüyor, yolda olmak, bir fanusta olmak gibi. Otobüsün kapanmayan kapısından sızan soğuk birkaç yaşlı dostumuz dışında kimseyi rahatsız etmiyordu. O gün için kim bilir hangi eyleme ya da toplantıya gidiyorduk, ki çok önemliydi sanırım o günler için bu yolculuklar, bugünler içinse arkadaş yüzleri daha önemli olacaktı, yaşlanınca anlıyorduk. Sınıfın en haylaz öğrencilerinin tercihi gibi en arka koltuklarda oturanlardan sesler yükseldi. Arkamı dönüp baktım; şarkılar, türküler, bağrışmalar… Yeşil parkasıyla Aydın gülüyordu. Onu ve enerjisini hissetmemek mümkün değildi. Ne anlattığını, neye güldüklerini duyamıyordum, ama onların mutluluğunu içime çekmek için dönüp dönüp bakıyordum. Aydın’ı ilk tanıdığım zamanlardı sanırım, belki de değildi ama ben şimdi o anı istiyorum, en eskisi o olsun diyorum. O gece yolculuğunun sonunda hangi pankartları tuttuk, hangi sloganları attık, artık çok önemli değildi, benliğimizi bulduğumuz yer birbirimizi kaybettiğimizde geride kalanlardı.
Bazı konular gizemli kalmalı, önemli önemsiz fark etmez. Kalmalı ki bitmesin mevzu. Bir mektupta en önemli konuyu açık edip sonra durmak, virgül koymak, bir sonraki mektuba bırakmak. Mesela neden kütüphanecilik bölümü tercih edilir Aydın? Mangalda tavukları marine etmek için neler gerekir? Hiç sormadığım, kapatmadığım konulardır. Sorsam biliyorum o anki haletiruhiyesine göre Aydın uzun uzun anlatacaktır veya “Aman, üzümünü ye bağını sorma Ertuğrul,” diyecektir. Merak etme Aydın, şimdi biliyorum kitapların bir cildi var yüzü var, ağaçlardan, mürekkepten çıkma ve her sözün bir eve ihtiyacı var. Yıllar yıllar sonra neden değerli olanın korunması gerektiğini yeni anlamışken, gençliğim çabucak tüketmekle, eritmekle ve harcayıp yenisini arzulamakla geçmişken sen o yaşlarda benim şimdi anladığım bir şeye değer vermiştin, her kitap için bir ev, sıcak bir yuva inşa etmişsin. Bunu anlatarak değil yaşamınla öğrettin.
Cunda’ya geldiğinde haber et, sahilde tekrar oturalım…
AYSUN KOÇ:
Sevgili Aydın,
Lisenin ilk yıllarından bu yana Aydın’ı tanıyorum. Bazen tatlı bir hırçınlığı olurdu. Ama benim sevdiğim bir hırçınlıktı bu. Birlikte mahalleye gittik, bara gittik, eyleme gittik, kampa gittik, afişe çıktık, simit yedik, yağmurda otobüs bekledik, halay çektik, film izledik… Kıyıköy’de gençlik kampındayken Aydın erken yatardı. Biz de ateşin başında oturur türkü söyler muhabbet ederdik. Aydın horlardı, kendi horlamasına uyanır “Horlamayın yahu” der kızar tekrar yatardı. Hayatımda gördüğüm en komik horlama anısı Aydın’ınkiydi. Canım Aydın… Kitaplarla, kütüphanelerle kurduğu bağ çok güzel noktalara gelmişti. Son yıllarda farklı kentlerde yaşadık ama hep yanı başımdaydı. Ne zaman arasam, “Ben yanındayım Aysun merak etme,” dedi. Pek çok zorlukla tek başına mücadele etti. Tavrını, tarzını asla bozmadı, kimseye boyun eğmedi. Hastanedeyken sesini duymak için aradım, olmadı…
ONUR AKBUDAK: Aydın kardeşimle ilk tanıştığımızda “80’lerde Çocuk Olmak” Kitabının kutlaması ve imza günüydü. İstanbul’da hava buz kesiyordu, ben bu koca şehre ilk defa ayak basmıştım. Genelde soğuk ve kendi dünyalarından kopamayan insanların arasında sımsıcak karşılamıştı beni. Sohbet sohbeti açtıkça memleket meselelerini konuşmaya kaptırmıştık kendimizi. Sonra saatlerce kitaplar ve kütüphanecilik hakkında konuşmuştuk. Aradan yıllar geçtikçe kitap fuarlarında karşılaşmış ve dostluğumuz iyice pekişmişti. Hayat işte, sonra birdenbire bu covid belası ortaya çıktı, hayatı tamamen durdurdu ve bütün karşılaşmalarımızı, kitap fuarlarımızı uzaklarda yaşayan dostlarla iki kelam etmekten, çay içmekten, iki kadeh tokuşturmaktan ayrı koydu ve lanet olsun, seni de bizden aldı! Işıklar içinde uyu kardeşim, sonsuz sevgin, paylaşımcılığın ve en önemlisi insanlığın ömrümüz yettiğince bize emanet.
BARIŞ EFENDİOĞLU: “Yumulun,” dedi, Kadir’le Ayazma Plajı’nda uzanmış güneş gözlüklerimizle pek bir “cool” olduğumuzu düşünürken. Doğrulup ne olduğunu anlamaya çalışırken de koltukaltındaki karpuzu yakınımızda bulunan bir taşa vurup, ikimize de birer parça uzattı. Aydın ile ilk defa bana uzattığı o buz gibi karpuz sayesinde tanıştım. Herkesin havalı gözükmeye çalıştığı Bozcaada’da geçirdiğimiz günlerde doğallığı ve samimiyeti ilgimi çekti en çok, bir de tabii kitap sevgisi. Sonrasında pek çok fuarda da birlikte vakit geçirdik. İşine yani kitaplara olan saygısını fuarlara gelirken her zaman şık giyinmesinden anlayabileceğiniz Aydın, stantta herkese yardım etmeye çalışır, varlığıyla o yorucu tempoda hepimize güç verirdi. Çok erken ayrıldı aramızdan ve varlığı hissedilecek kocaman bir boşluk bıraktı ardından. Huzur içinde uyu dostum.