Selva Ezgi Yücel: İsterseniz söyleşimize edebiyat yolculuğunuz ile başlayalım. Kenan Şahbaz’ın edebiyatla dostluğu nasıl başladı?
Kenan Şahbaz: Müzik ve türküyle iç içe bir çocukluk geçirdim diyebilirim. Ortaokul yıllarında kendi kendime besteler yapmaya çalışırdım. Şimdi dönüp baktığımda hepsi çocuksu gelse de bu çaba şiire yönelmemi de sağladı. Lise ve üniversite süreçlerim daha çok okur olarak geçti. Bu dönem ve öğretmenliğimin ilk yıllarında müzikle epeyce haşır neşirdim. Müzik gruplarıyla birlikte uzun süre sahne aldım. Aktif müzik hayatını bıraktıktan sonra kendimi bulacağım tek yol edebiyattı. Oluşan boşluğu yine şiir doldurdu. Öğretmen, yazar Sadık Güvenç’le tanışmamsa öykü yazmamda dönüm noktası oldu. Birikmiş şiirleri değerlendirme ve öykü yazma adımlarını onun verdiği cesaretle attım. İlk olarak 2017 yılında Eliz Edebiyat dergisinde şiirim yayımlandıktan sonra edebiyat dergilerine daha çok öykü yazıp yayımlamaya başladım. Yayımlanan her eser kendimi yazıya daha çok vermemi sağladı. 2018 yılında ilk öykü kitabım Sahibi Aynı Kuyular yayımlandıktan sonra iki romanım Kanadı Güvercin (2019) ve Bir Yokmuş Bir Varmış (2021) ile edebiyat serüvenim devam etti. Bu dönemde birçok edebiyat dergisinde öykü, makale, inceleme çalışmalarıyla yer aldım. Dergiler benim için çok öğretici ve geliştirici oldu.
Son olarak Parma Kitap etiketiyle “Aslından Satılık” isimli öykü kitabıyla birlikte edebiyat yolculuğum okur ve yazar olarak sürüyor.
Selva Ezgi Yücel: Edebi metinlerde dil, karakter, kurgu birlikte yol alsa bile, bazen biri diğerinin önüne geçebiliyor. Bu açıdan baktığımızda bu üç olgudan hangisidir öykülerinizde sizin için öncelikli olan? Bu üç unsuru birbirinden ayırmak mümkün müdür?
Kenan Şahbaz: Bir yazarın veya anlatıcının çok büyük bir hikayesi, hikâyenin büyük karakterleri olabilir ancak bunu iyi bir esere çevirecek olan bunu anlatışıdır. Edebi metinlerin her unsuru değerlidir ve üzerinde fazlasıyla çalışılmalıdır ancak estetik yapı onu bir sanat eserine çevirir. Benzer kurgular ve benzer karakterlerin kullanıldığı yüzlerce esere rastlamışızdır ancak birini diğerinden fazla sevmemize neden olan şey onun anlatımı, kullandığı dildir. Elbette her yazar eserlerinde üst düzey dil, kurgu ve karakter yaratmak ister ve bunun için çabalar ancak kurgu ve karakteri büyütme çabası hikâyeyi tamamen rayından çıkarabilir. Anlatılacak her kurgunun şaşırtıcı, karakterinin mükemmel olması gerekmez ki çoğu hikâye de yaşamın çeşitli kesitlerinden oluşur. Çevremizde bu tür hikâye ya da karakter ne kadar var? Haliyle hayattan çıkarılan kesitler, alınan dersler, izlenen karakterlerin de sıradanlıkları ve kusurları olmalıdır. İşte bu sıradanlık ve kusurları da okur tarafından kabul edilmesini sağlayacak olan unsur dildir, o estetik yapının kurulmasıdır.
Selva Ezgi Yücel: Öykülerinizde birbirinden değerli karakterler bizi karşılıyor, her karakterin farklı bir hikâyesi ve büyüsü var, peki sizin için, öykü karakterleriniz içinde diğerlerinin önüne geçen, öyküyü sonlandırmanıza rağmen sizin için yaşamaya devam eden bir karakteriniz var mı?
Kenan Şahbaz: Aslında hemen her öykünün karakterinin hikayesi içimde bir yerde sürer, karakterleri yaşamayı sürdürür. Bazen başka öyküler yazarken onlara yeniden roller verdiğim olur ya da ismini anarım. Günlük hayat sırasında karşılaştığım durumlar ve kişiler onları mutlaka hatırlatır. Öne çıkan karakter olarak ikinci kitabım Kanadı Güvercin’in ana karakteri Masum’u sayabilirim. Bir kısa öykü olarak yazdıktan sonra o kalıba sığmadı, uzun süre yakamı bırakmadı. Neticede o öykü bir romana dönüştü. Aslında bunu yapan karakterin kendisi oldu bir yerde. Son kitabım Aslından Satılık’ın Saksağan Sakıp’ı da zaman zaman terasıma konar etrafımda uçar. Üç İsmail’in İsmail’i hala bir yerlerde kendi kendine konuşmayı sürdürür.
Selva Ezgi Yücel: Öykülerinizin temelinin iyi bir gözleme dayandığını görüyoruz. Gözlemin öyküdeki yeri ve öneminden biraz söz edebilir miyiz? Kenan Şahbaz bu gözlem yeteneğini nasıl geliştirdi?
Kenan Şahbaz: Öyküyü oluştururken sıradan bir olayı, sıradan karakteri, alışılmış atmosferi bile farklı bir açıdan bakarak, ışığıyla oynayarak, göz ardı edilmişleri öne çıkararak ve tabii ki doğru bir üslup ve dille ortaya koyduğunuzda iyi bir eser ortaya çıkar.
Herkesin gördüğü bir objeyi yine herkesin gördüğü açıdan göstermek okurun ilgisini çekmez. Bilinenin onaylanmasından başka bir anlam taşımaz bu. Ancak objeyi başka bir açıyla, görünmeyen yüzüyle, gölgelendirerek, ışığını kırarak ya da renkleriyle oynayarak gösterirseniz sanatsal bir ilgi görür ki bunun için o objeyi farklı gösterecek bir gözleme, başka türlü bir bakış açısına ihtiyaç duyarsınız. İşte bu noktada yazarın gözlem gücü öne çıkıyor
Ben Bilim’e çok bağlı bir insanım. Branşım biyoloji. Biyoloji öğrenim sürecinin ötesinde öğrencilere bilimsel yönteme bağlılığı anlatmak, branşımın doğa gözlemiyle birlikte deneye dayalı olması çevre algımı belirleyen önemli bir unsurdur. Yine de gözlemciliği sadece buna bağlamam doğru olmaz. Bunun kişilikle birlikte beyin fizyolojisiyle de ilgili olduğuna inanıyorum. Okumak her ikisini de şekillenmesinde önemli bir unsur. Okurken çevremizde aslında dikkatimizi çekmeyen unsurların varlığını ve onları kendinizden farklı açılarla gören insanlar olduğunun ayırdına varıyorsunuz. Bu da git gide çevre algınızı genişletirken okudukça çerçevenin değiştiğini hissediyorsunuz. Beyin fizyolojisindeki işleyişte doğuştan gelen bir kısım vardır ki herkesin siyah beyaz gördüğünü size renkli gösterebilir, ona da yetenek diyebiliriz.
Selva Ezgi Yücel: Ben yazmak için yazarın bir meselesi olduğuna inanıyorum. Nedir Kenan Şahbaz’ın meselesi?
Kenan Şahbaz: Aslında hayatta herkesin bir meselesi var. Yazarın da kendine ait meseleleri var. Diğer meseleler yazarın yazdıkları üzerinde etkili olabilir, yazmasında değil. Yazarın meselesi sesinin tonunu değiştirir, söylediği sözü belirler. Hayata bakışı, gördükleri, dertlendikleri, acıları, mutlulukları, kısacası yazarın kendisi bu sese yansır ama ses çıkarmadaki yani yazmadaki ana tetikleyici bu meseleler değildir. Günümüz sosyal medyasında herkesin derdini seslendirdiğini ya da meselesini bulduğu ifade araçlarıyla dışavurumlarını gözlüyoruz ama bu tüm sosyal medya kullanıcılarını yazar yapmıyor.
Yazarı yazmaya iten ana etkenin Maslov’un ihtiyaçlar piramidinin tepesindeki ihtiyaç olan “kendini gerçekleştirmek” olduğuna inanıyorum.
Beni yazmaya götüren içtepi de bir ontolojik sorgulama hali. Kendini arayış. Uzun yıllar müzikle ilgilenmem de bir arayış ve kendini gerçekleştirme çabasıydı, bugün öykü ya da roman yazmak da öyle. Başkalarının yaptıklarını tekrar etmeden kendime ait olanı bulmaya çalışmak, bu arayışın ürünlerini ortaya koymak süreğen bir arayış hali gibi bende. Sanıyorum ki bu arayış hiç bitmeyecek.