Serkan Türk: İlk öykü kitabınız “Aslında Cennet de Yok”, ilk defa 2010 yılında YKY tarafından yayımlanmış. Son kitabınız “Sınır” 2024 yılında okurla buluştu. Kırka yaklaşan çevirileri de hesaba katarsak Kerem Işık on yılı geçen verimli yazarlık-çevirmenlik serüveninde okurlarıyla nasıl bir bağ kurdu?
Kerem Işık: Yazmaya başlamanın öncülüdür iyi okurluk. Bırakın okurlarla bağ kurmayı, kapağında ismimizin yazılı olduğu bir kitabı elimizde tutup koklamanın hayallerini kurmadan evvel okuduğumuz kitaplarla, ‘kahramanlarımız’ diye nitelendirebileceğimiz yazarlarla ömür boyu güçlenmeye devam edecek bağlar kurmaya başlarız. Tüm okurlara hitap edebilecek bir kitap yoktur ve dolayısıyla, kapağında ismimizin yazılı olduğu kitapların sayısı çoğaldıkça yazdıklarımıza yakınlık duyan, kurduğumuz yazı evreninin belli başlı köşelerini mesken edinen okurlarla karşılaşmak belki de yazmanın en keyifli yanlarından biri. Okur-yazar ilişkisine de – diğer pek çok konuda olduğu gibi – kendimi öncelikle iyi bir okur olarak konumlandırarak bakmayı tercih ediyorum sanırım. Bir okur olarak düşünsel coğrafyamı genişletip ona şekil verdiğini hissettiğim yazarlar olduğunu biliyorum; bir yazar olaraksa, yazdıklarımın iyi okurlarda böyle hisler uyandırdığını ummaktan başka bir şey gelmez elimden.
Kerem Işık: Yıllar içinde yazı yolculuğuma eşlik edip benimle gelişip büyüyecek hayalî bir mekân oluşturma düşüncesini çok uzun zamandır zihnimde dolaştırıyordum. Aslında, Dünyanın Güçlü Tarafı’nın ardından yeni bir roman üzerinde çalışmaya başlamış ve hatta neredeyse yarılamıştım; fakat sonra beklenmedik bir şekilde, Sınır’da yer verdiğim Balina hikâyesi çıkageldi. Yazmak biraz da böyle bir şey, fazla plan program yapmaya gelmiyor. Balina’yı yazarken hem öykü yazmayı ne kadar çok özlediğimi fark ettim hem de satır aralarında yavaş yavaş belirmeye başlayan bu hayalî mekâna kendimi kaptırmaya başladım. Böyle bir düşünce zaten uzun zamandan beri aklımda olduğundan artık vaktinin geldiğini hissederek romanı rafa kaldırıp tamamen bu yokyer ve onun öykülerine odaklanmaya karar verdim. Ergöne ömrüm oldukça öykülerini yazmaya devam ederek kâğıt üzerinde inşa etmek istediğim bir kasaba. Haritasını oluşturma, geçmişini ve geleceğini hayal etme, içindeki farklı karakterlerle örülen hikâyesini yavaş yavaş ortaya çıkarma düşüncesi beni heyecanlandırıyor. Aslında her ne kadar hayalî bir mekân da olsa, Ergöne içinde yaşadığımız coğrafya ve dünyanın simülasyonunu oluşturma çabası olarak da görülebilir. Bu hayalî kasabayla ilgili olarak zaman zaman ‘deney tüpü’ düşüncesi de canlanıyor zihnimde. Farklı karakterleri ve hikâyeleri içine atıp sonrasında neler olacağını görmek için çalkalayıp durduğum bir deney tüpü. Tanıyıp bildiğimiz, içinde yaşadığımız gerçekliğin sınırlarının ötesinde bir mekân olduğu için de kitabı iki bölüme ayırmayı uygun buldum. Sınırın Ötesinde ve Sınırın Gerisinde. İlk bölüm olan Sınırın Ötesinde bahsettiğim Ergöne öykülerini içeriyor. Hem gerçekliğin, hem dil ve üslup anlamında yazma pratiklerimin hem de dünyaya bakışımızı şekillendiren bir dizi kavramın sınırlarını aşmaya çabalayan birbiriyle bağlantılı olarak düşünülebilecek bir öyküler toplamı olduğundan sınır-ötesi ifadesi zihnimde tam da Ergöne’yi niteliyor. İkinci bölüm Sınırın Gerisinde ise tematik olarak ilk bölümle bağlantılı fakat tanıyıp bildiğimiz, içinde yaşadığımız dünyaya daha yakın ortamlarda geçen fantastik öyküler içeriyor.
Serkan Türk: “Sınırın Ötesinde” ve “Sınırın Gerisinde” bölümleriyle bir iç-dış, dost-düşman, tanıdıklar-yabancılar çatışmasının, hatırlama-unutma geriliminin odağından kurguladığınız bu metinlerde çocukların hayal gücüyle masalsı ve büyülü bir dünya yarattınız. Bozkırın ortasında bir balina ile karşılaşan dokuz yaşındaki Civan’ın zihninde genişleyen bu öyküyle kahramanınızın ruh dünyasına içeriden bakıyorsunuz. Hız çağında hayat-zaman algınızla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Kerem Işık: İçine düştüğümüz hız çağında farkındalık kelimesinin bu denli öne çıkması ironik bulduğum durumlardan biri. Artık herkes her an her yerde olmaya, her şeye yetişmeye, her olan biteni takip etmeye çalışıyor ve bunu başarabilmek için de ceplerinde taşıdıkları son derece güçlü bir cihaz var. Her şeyin farkındayız, evet, ancak kavram olarak farkındalık noktasında hep sınıfta kalıyoruz gibime geliyor. Bu öykü toplamını yazarken bana en çok ilham veren şeyler arasında çocuklar ve çocukluk meselesi vardı. Dolayısıyla kendi çocukluğum üzerine de çok düşünme fırsatım oldu. Şimdi bu sorunuzun ardından durup düşündüğümde, akranlarımın – ve doğar doğmaz bu hız çağının içine düşmemiş olanların – aslında gündelik hayatın akışı içinde ânlara dair o meşhur farkındalık hallerinin ister istemez epey yüksek bir seviyede seyretmiş olması gerektiğini görüyorum. Hız çağı ve o bahsettiğim her yere ve her şeye yetişme kaygısı nedeniyle artık kendimizle baş başa kalmayı pek beceremiyoruz sanırım. Her şeyden ve her yerden uzak fantastik ve büyülü bir mekân yaratma arzumun altında da sanırım buna benzer saikler yatıyor olmalı. Tabii bu bildiğimiz dünyadan ve o dünyanın sırtladığı sorunlardan kaçma çabası anlamına gelmiyor; aksine, kent merkezli mekânlar ve onları çevreleyen hız algısından uzaklaşarak insanlık durumuna dair zihnimi kurcalayan meseleleri daha geniş bir zaman ve mekân algısıyla ele alma çabası olarak nitelendirilebilir.
Serkan Türk: “Herhangi bir edebî metnin, üç sacayağı üzerinde yükseldiğine inanıyorum: Sosyoloji, felsefe ve psikoloji. Kimi yazar ve romanlarda bu kavramlardan bazıları öne çıksa da diğerleriyle de mutlaka metnin bir yerlerinde öyle ya da böyle karşılaşırız. Benim için de durum farklı değil aslında.” diyorsunuz. Edebiyatla ne arıyordunuz ve neyi buldunuz?
Kerem Işık: Edebiyat, beraberinde sonsuz bir arayış halini getiren uzun bir yolculuk olarak düşünülebilir. Bu yola çıkarken ulaşılacak bir hedef belirlemek yahut farkında olmadan peşine düştüğümüz sorulara yanıtlar bulabileceğimiz fikrine kapılmak son derece yanıltıcı olur. Klişe bir yanıt olacak belki de fakat önemli olan yolun sonuna ulaşmak değil de yolda olma hali. Yol boyunca aynı heyecan ve tutku seviyesini korumanın, dünyaya kendimizi bile şaşırtan bir heyecan ve merak duygusuyla bakmaktan geçtiğine içtenlikle inanıyorum. Aklımıza takılan her meseleye eğilemeyeceğimizi, bizi heyecanlandıran her öyküyü yazamayacağımızı yahut okumak istediğimiz her şeyi okuyamayacağımızı bilmek kimi zaman neredeyse fiziksel bir acı çekme hâline neden olsa da, yazma iştahını kabarttığı da yadsınması güç bir gerçek.
Kerem Işık: Sevgili dostum Murat Özyaşar geçenlerde bir sohbetimiz esnasında çok hoşuma giden bir cümle kurdu: Ödül, ihtiyacı olana gider tadında bir cümleydi bu. Gerçekten de o dönemde yolun başında bir yazar olarak yeni okurlara ulaşabilmeye ihtiyacım vardı. Dolayısıyla, Haldun Taner Öykü Ödülü gibi köklü ve önemli bir ödüle değer görülmek yazmaya başladığımda hayal dahi edemeyeceğim bir başarıydı benim için. Doğru yolda ilerlediğimi hissetmemi sağlayan bir taltifti bu. Ancak tabii sonrasında bu kez sırtıma çok önemli bir sorumluluk yüklenmiş gibi hissettiğim de oldu. Artık çıta çok yükseğe çıkmıştı ve onu düşürmemek, hatta daha da yükseltmeye çabalamak için canla başla çalışmaya devam etmem gerekiyordu.
Kerem Işık: Yazarları belirli kalıplara sokmanın pek mümkün olduğunu düşünmüyorum çünkü her yazar onu okuyan okur sayısınca çoğalır ve alımlanır. Kimi okur bazı yazarların her metniyle arı kovanına çomak soktuğunu düşünürken bazı okurlar aynı yazarları son derece sıradan bulup suya sabuna dokunmadığını düşünebilir. Zaten yazarın – eğer varsa – bu türden beklentileri karşılamaya çalışmak gibi bir yükümlülüğü de yoktur ve olmamalıdır. Benim anlayışıma göre yazar, dünyaya ve hayata karşı beslediği şaşkınlık ve merak duygusunun peşine düşmeden duramayan biridir.
Serkan Türk: Her yazar okuduklarının çağrışımlarıyla kendine anlatma olanakları bulan kişidir, diyebilir miyiz? Kerem Işık bunca yıldan sonra geri dönüp baktığında karşısına çıkan kitaplar, şairler, yazarlar, kahramanlar kimlerdir?
Kerem Işık: Kesinlikle katıldığım bir düşünce bu. Benim yazma pratiğim en başından beri hep benzer bir şekilde ilerledi. Bunu yazmak için okumak, okumak için yazmak şeklinde özetleyebilirim sanırım. Livera’nın Genel Yayın Yönetmenliği’ni yürüttüğüm için güncel dünya edebiyatını yakından takip etme fırsatı bulabiliyorum ve bu kendi yazı yolculuğum için de son derece besleyici bir ortam yaratıyor kanımca. Onun dışında elbette ki dönem dönem öne çıkan yazarlar ve kitaplar oluyor. Şimdilerde Herman Melville ve China Mieville ilk aklıma gelenlerden. Bir de tabii beni her daim etkileyen ve etkilemeye devam edecek olan kahramanlarım diye nitelendirebileceğim bazı yazarlar var. Dino Buzzati, Italo Calvino, Edgar Allan Poe, Bruno Schulz, Robert Walser ve Bilge Karasu listenin her daim en başındalar.