Sana, hiç kimse tarafından sevilmediğini haber veren o gizemli e-postayı açıp okuduğundan bu yana huzurun kalmadı. Şaşkınlık içindesin. Böyle bir şey beklemiyordun haklı olarak. Pek çok kişi tarafından az ya da çok sevildiğini varsayıyordun sen de herkes gibi. Ama o lanetli e-postayı okuduktan sonra bunun hiç de böyle olmayabileceğini hemen, kolaylıkla kabullendin çoğu kişinin yapacağının aksine. Gerçekten de biraz derinlemesine düşünülecek olursa, sevilesi pek bir özelliğin yok. Sıradan bir adamsın. Senin de başkalarına
fazla düşkün olduğun, iç dünyanda onlara geniş, değerli alanlar açtığın söylenemez. Dolayısıyla, e-postadaki suçlama ya da tespit çok da haksız sayılmaz gibi. İnsanlar seni neden başkalarına tercih edip sevsin ki, bunun için şimdiye dek neler yaptın, nasıl bir çaba gösterdin, örneğin hiç kendi benliğinden taviz verdin mi diğerleri lehine? Bildiğin üzere, başkalarının önceliklerini fazla dikkate alan, empati kuran, onlara yeterince zaman ayıran biri değilsin. Asla da olmadın.
Acaba o e-postayı sana kim, hangi hain yolladı? Daha da önemlisi neden, hangi gizli maksatla? Gönderici adresinden kişiyi tespit etmek mümkün değil. Gelişigüzel birtakım harf ve sayılardan oluşmuş. Sen de kimsin, diye cevap mahiyetinde bir karşılık verebilirsin tabii dilersen. Ama bunu yapmak istemiyorsun. İşleri daha da karmaşık hale getirebilir bu hamlen. İyisi mi şimdilik tamamen sessiz kalmak, o e-postayı almamış gibi görünmek. Gönderici, her daim yakınlarında bulunan biri olabilir ve sendeki değişimi fark etmesi işine gelmez, belki de onu mutlu eder. (Eğer art niyetli biriyse). Varsa, bir sonraki adımını atmasına, böylelikle seni ikinci kez yaralamasına, afallatmasına sebep olabilir. İşgüzârlığın gereği yok.
Aklına gelen bir başka ciddi olasılık da, söz konusu e-postanın sana tamamen iyi niyetle yollanmış olabileceği. Yani bu girişim, belki de yerinde, dostane bir uyarıdır. Meçhul gönderici, sana böyle olmaya, yaşamaya devam ettiğin sürece kimse tarafından sevilmeyecek, istenmeyeceksin, hayata bakışını ve kendini gözden geçirsen fena olmaz, davranışlarına biraz çekidüzen ver, o takdirde az da olsa sevilen, arzulanan bir adam olabilirsin, demeye getiriyor belki de. Bu şıkkı da tümüyle gözardı etmemek gerek doğrusu.
Evli bir adamsın. 40 yaşlarındasın. İyi bir işin var. Kendine ait değil ama yine de fena kazanmıyorsun. Karınla ilişkin kötü sayılmaz. Arada bir atıştığınız oluyor ama ölçüyü hiç kaçırmıyorsunuz. Ortalama bir çiftten daha mutsuz, geçimsiz sayılmazsınız. Bildiğin kadarıyla birbirinizi aldatmadınız. İki erkek çocuğunuz var. Büyüğü 10, küçüğü 5 yaşında. Onlarla da aran iyi. Karşılıklı olarak birbirinize aşırı düşkün olduğunuz söylenemez belki ama muhtemelen bir ebeveyn sıfatıyla otoriteni koruyabilmek için onlarla arana koymak zorunda olduğunu düşündüğün mesafe nedeniyle böyle bu. Sana kalırsa, çocuk milletiyle fazla yüz göz olmaya gelmez. Terbiye, çocuk yetiştirme kurallarına aykırılık yaratır bu zaafiyet. Şımarmalarına, yerli yersiz huysuzluk, yaramazlık etmelerine neden olabilir. Varsın, sana fazla düşkün olmasınlar, ayılıp bayılmasınlar, efendi, kimi kuralların varlığından haberdar, onlara istisnasız uyan, örnek, aklı başında çocuklar olmaları bundan çok daha önemli sana göre. (Baban da aynı görüşteydi, seni ve kardeşlerini de bu yaklaşıma uygun şekilde yetiştirdi.) Çocuklar anneleri tarafından yeterince şımartılıyorlar zaten gözlemleyebildiğin kadarıyla. Buna senin de biraz katkıda bulunmanın gereği yok.
Nispeten soğuk bir insansın. Bu sana defalarca söylendi. Yüzüne karşı. Biraz şaşırmakla beraber çok da yadırgamadın söz konusu ithamı. Bazen elden bir şey gelmeyeceğini, tabiatının böyle olduğunu bazen de aslında hiç de öyle soğuk nevale biri sayılamayacağını, muhtemelen karşındakine bir anlığına öyle
gelmiş olabileceğini, seni yakından tanıyan kimselerin şimdiye dek bu türden bir değerlendirmede bulunduklarını anımsamadığını söyledin onlara. Kimisi iddiasında ısrar etti kimi de omuz silkip susmakla yetindi. Peki, senin kendi samimi fikrin ne bu konuda? Gerçekten de soğuk, hatta biraz kaba saba,
herkese karşı gereğinden fazla mesafeli bir adam mısın, yoksa ortalama bir insandan pek de farkın yok mu? Şimdilik bu konuda net bir şey söylemek istemiyorsun. Belki öyledir, belki de değildir, demekle yetiniyorsun. Kendin hakkında nesnel olabileceğine inanmıyorsun. Yanlış, kuşkulu bir sonuca varmaktansa susmak daha iyidir. Böyle düşünüyorsun ısrarla. Sonra, sevginin özünde ne olduğu konusuna takılıyor zihnin. Yoksun
bulunduğun, göndericisi meçhul bir e-postada iddia edilen bu sevgi denilen olgu üzerine kafa patlatıyorsun boş vakitlerinde. Hatta bazen işine ara verip söz konusu mevzuya dalıyorsun yine. Kesin bir tanımını yapamıyorsun, yaklaşamıyorsun bile. Tıpkı zaman gibi, aslında anlamını herkesin bildiği ama iş onu tanımlamaya gelince insanın aciz kaldığı olgulardan biri, diyorsun içinden. Bir insan herhangi bir hemcinsini neden sever ya da tam tersine ondan neden nefret eder, bir diğer olasılık olarak da ona karşı niçin tümüyle kayıtsız kalır, onun varlığına olumlu ya da olumsuz bir anlam yükleme gereği duymaz? Yanıtlanması güç sorular bunlar. Şimdiye kadar üzerlerinde düşündüğün şeyler değiller en azından Bir çeşit yakınlık ve arzulama hali olsa gerek, diye kestirip atıyorsun işin içinden çıkamayınca. Bir tür duygudaşlık, sevileni her an özleme
hali ya da onun gibi bir şeyler. Bu kadarına aklın eriyor ama bunların yaşamsallık derecesi hakkında yine sessiz kalma hakkını kullanıyorsun. Peki birinin, belki de yeterince tanımadığı başka birine, seni hiç kimse sevmiyor
demesinin, bunu yaparken kimliğini de gizlemesinin anlamı ne, etik, anlaşılabilir bir davranış mı bu? Hiç de öyle olduğu kanısında değilsin. Acaba bu kişiyle internet üzerinden şiddetli bir tartışmaya mı girsen? Ona yanıldığını, bir an için gerçeğin o şekilde olduğu kabul edilse bile, bu konunun onu hiç de ilgilendirmediğini, davranışının küstahlık ya da en azından kendini bilmezlik olduğunu mu kanıtlamaya çalışsan? Peki ne işe yarayacak bu çaban? Önemli olan, senin ya da yakınlarının ne düşündüğü ya da hissettiği değil mi bu
konuda. Meçhul işgüzar, öyle ya da böyle bir kanaate varmış, üzerine vazife olmayan bir konuda ortaya bir iddia atmış, bundan sana ne? Kendi işine baksın o. Acaba yeterince sevilen, beğenilen, mutlu mesut, sıcakkanlı bir insan mı bakalım kendisi? Öyle olduğunu pek sanmıyorsun. Aksi halde, senin gibi hayatı boyunca kimseye, en azından kasten bir kötülüğü dokunmamış bir adamla neden uğraşsın, durduk yere neden huzurunu kaçırsın onun? Bu sorulara verilebilecek mantıklı, ikna edici bir yanıt yok. En azından sen öyle düşünüyorsun şimdi.
Bu meseleyi kafandan atmaya, o e-postayı hiç almamış gibi düşünüp davranmaya çalışıyorsun uzunca bir süre ama bir türlü mümkün olmuyor. Sabit bir fikir haline geldi sende artık bu. Hiç olmazsa bir süre daha zihnini meşgul edeceği kesin. Sonunda dayanamayıp eşine açıyorsun konuyu. Ona e-postadan söz etmiyorsun. Seni sevip sevmediğini sormakla yetiniyorsun, gece olup da yanına usulca uzandığında. Neyse ki henüz uyumamış, tamamen kendinde, sen söz konusu, absürt, beklenmedik soruyu kendisine damdan düşer gibi birdenbire yöneltince haklı olarak şaşırıyor kadıncağız. Acaba doğru mu işittim, diye soruyor kendi kendine. Ardından yatakta doğruluyor, uzak gözlüğünü komodinden alıp hızla takıyor. “Bu da nereden çıktı şimdi” diye soruyor biraz da öfkeyle.
“Bir yerden çıkmadı, öylesine aklıma geliverdi işte, kaç yıllık evliyiz, şimdiye dek birbirimize bu soruyu hiç sormadığımız dikkatimi çekti, ben de bir şansımı deneyeyim dedim,” diye budalaca yalan söylüyorsun zeki, kül yutmaz, seni avucunun içi gibi bilen karına.
“Bırak bu boş lafları,” diye yanıtlıyor seni. “Mutlaka bir şeyler olmuş, durup dururken böyle bir şey soracak adam değilsin sen. Ben malımı bilmez miyim? Ketumun birisin. Anlat bakalım hemen, neler oluyor, kafanda ne var senin tam olarak?”
Öyle olunca, direnmenin yararsızlığını fark edip gerçeği bir çırpıda itiraf ediyorsun. Bir hafta kadar önce aldığın o meşum e-postadan, sonra kafanın nasıl da karman çorman olduğundan, seni yoran ama nihai bir sonuca varmayan sonu gelmez akıl yürütmelerinden, kararsızlıklarından, bu inanılması güç olayın aklına geldikçe seni nasıl da öfkelendirdiğinden, ama bunları kendisi başta olmak üzere kimseye fark ettirmemeye çabaladığından bahsediyorsun çabucak.
Karın hayretle, uzun uzun yüzüne bakıyor çıplak, zarif koluyla uzanıp abajuru yaktıktan sonra. Bunu kendisine neden daha önce anlatmadığını soruyor sana.
“Bilmiyorum. Kendi kendime hallederim diye düşünmüştüm ama gördüğün gibi pek de başarılı olamadım,” diye cevap veriyorsun ona, biraz mahcup bir yüz ifadesi ve ses tonuyla.
“Tam da senden beklenecek davranış zaten,” diyor karın. Ezbere bildiği bir şiirden farkın yok. Onu şaşırtman pek de olanaklı değil. Dilediği zaman zihnini bile okuyabiliyor senin. Böylesi bir olaydan sonra kafanın karışmasını, bocalamanı, bir süre ne yapacağını bilememeni de yadırgamıyor haliyle.
Elini uzatıp yeni tıraş edilmiş yanağını sevgiyle okşuyor. Sana gülümsüyor bir müddet. Ardından. “Dert ettiğin şeye de bak,” diyor. “Belli ki bir arkadaşın sana eşek şakası yapmış. İşyerinden biri olsa gerek. Kim bilir nasıl da
gülüyordur sana içinden, suratına baktıkça. Nasıl olur da böylesine saçma bir şeyi bu derece ciddiye alıp da hayatı kendine zehir edersin? Başkalarını bilmem ama ben de, çocukların da derinden seviyoruz seni. Sevmeyi de sürdüreceğiz büyük ihtimalle. Tamam, bunu sana sık sık göstermiyoruz belki. Tıpkı senin de bize göstermediğin gibi ama inan bana, gerçekten de o derece değersiz, kimsenin umursamadığı, benimsemediği biri olsan, bunu çoktan biliyor olurdun kesinlikle. Sevilmeyen, unutulmuş, kimsenin aldırmadığı insanların en iyi bildiği şey bu korkunç yazgılarıdır zaten. Sen kesinlikle o bahtsızlardan biri değilsin, iyisi mi şimdi bu konuyu kafandan tamamen silip uyumana bak. Yarın güzel bir gün olacak. Sevilen adamın güzel bir günü. Kendi kendine bunu birkaç kez tekrarla, sonra da uyumaya çalış. Münasebetsiz tiplere karşı da tetikte ol.”
Fazla düşünmeden hak veriyorsun hayat arkadaşına. “Sevilen bir baba ve eşim ben,” diyorsun’’ birkaç kez içinden. “En azından zaman zaman ve belli bir ölçüde.” Sonra da ne zamandır uzak kaldığın huzurlu, derin bir uykuya dalıyorsun çok geçmeden.