“KAR KOKUSU BENİM TEMİZLİK, YALINLIK, SAFLIK VE YAŞANILIR BİR DÜNYA ÖZLEMİMİN YANSIMASI”
Özgürlükle Ölümün Öpüştüğü An (Öykü, Bilgi Yayınevi 2006), Savruluş (Biyografik Roman, Bilgi Yayınevi 2014) ve Şşşşt (Roman, Bilgi Yayınevi 2017) kitaplarının yazarı Leylâ Serpil ile son öykü kitabı Kar Kokusu (İzan Yayıncılık, 2021) üzerine söyleştik.
Hatice Günday Şahman: Kar Kokusu kitabınıza geçmeden önce edebiyat yolculuğunuzu sormak isterim. Nasıl başladı ve nerelere doğru evrildi? Yazıyla, özellikle de öyküyle kurduğunuz bağı nasıl tarif edersiniz?
Leylâ Serpil: Kitabıma ayırdığın değerli zamanın için peşin teşekkürlerimle başlayayım söze Sevgili Hatice. Benim yazma serüvenim oldukça geç başladı. Serüveni bilerek kullandım. Yazmak gerçekten de hoş mu hoş bir serüven. Biraz uçarı, aklı havalarda bir çocuk ve genç kızdım. Şöyle okurdum, böyle okurdum diyemeyeceğim doğrusu. Kitaptan çok sokaklardı okumaya çalıştığım. Çocukluğumda, mahalle arkadaşlığı, oyunlar… kovalamaca, saklambaç, sek sek, istop, kuka devirmece vardı. Gençliğim Bahçelievler’in sokaklarında ama bu kez kızlarla kolkola seyran etme, Deneme Lisesi’nin ve apartmanların bahçe duvarlarında tatlı muhabbetler, bisiklet konvoylarıyla mahallede dolaşma, partiler, rock’n roll, çaçaça filân. Dışarıda böyle keyifli bir yaşam varken eve kapanıp ders çalışmak, kitap okumak işime gelmezdi. Okulu, arkadaşlarım, teneffüsler ve dağılma dışında hiç sevmezdim. Hâl böyleyken tahmin edebilirsin ki yazmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Gün geldi, evlendim ve dört seneliğine Paris’e gittik. O gurbet sürecinde yanımızda götürdüğümüz kitaplarla haşır neşir olmaya başladım. Bende derin iz bırakan kitaplar oldu. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sı İlya Ehrenburg’un Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga’sı ve diğerleri beni aldı götürdü, kitaplar âlemine attı. Uçarı kız yavaş yavaş olgun ve yönünü bulmuş bir genç kadına evrildi. Evlilik ve annelik beni ciddi olarak dönüştürdü. Bu arada memlekete, eşe dosta mektuplar yazıyordum. Sene 1969-1973. Bilgisayarın, cep telefonunun esintisi bile yok. Televizyonla yeni yeni tanışıyoruz. Kaleme-kâğıda kuvvet, PTT’ye emanet. Benim mektuplar dostlarım arasında pek sevilir ve tutulur oldu. Sen yazmalısın diyenler çoğaldı. Ben yazsam mı, ne yazsam acaba diye düşünürken süremiz doldu ve biri kucağımda, biri karnımda iki bebeğimizle Ankara’mıza döndük. Çoluk çocuk, iş güç derken yazmak düşüncem de Paris semalarında dağıldı gitti.
Yazarken basılsın, okunsun diye bir derdim olmaz. Önünü, ardını düşünmeden yazarım. Öykü ve ben başbaşayızdır. İçimize kimseyi almam. Hiçbir kaygı da taşımam. Yalnızca yazarım. Kimi zaman ağlarım, kimi zaman gülerim, kimi zaman yazdıklarıma bayılırım, kimi zaman yazdıklarımdan hiç hoşlanmam. Kimi öykümü yarım bırakırım, kimi hop diye bitiverir. Yarıda bıraktığım öykümle yıllar sonra bir defterde karşılaştığımda yeni görüyormuş gibi şaşarım.
Yazılanlar toparlanıp bir dosya oluştuğunda işte zor zamanlar başlar. Yola düşer dosya, yayınevlerinde bekler durur. O yol benim için hep çok uzun oldu. Son kitabım Kar Kokusu, Bilgi Yayınevi’nde yayın kurulundan geçip epeyce bekledikten sonra tam basılmak üzereyken birden düşüverdi listeden. Sonrasında iki yayınevinden de kabul görmedi ama İzan Yayınevi üç ay içinde bastı. Ben de hâlâ şaşkınım.
Kar Kokusu ismi düşündürücü, okuyan herkeste farklı çağrışımlar yaratan bir imge. Sizin için ne ifade ediyor Kar Kokusu? Öykülerin bütününü hangi bağlamda kuşatıyor?
Bu soru üzerinde uzunca düşündüm. Öykülerimin arasında kokulu olan başkaları da var. Ekmek kokusu, iğde kokusu. Bu günlerde bahçemdeki ıhlamur ağacı da müthiş rayihalar saçmakta. Gördüm ki kokularla aram hoş. Ancak kar kokusu bilinçaltımda başka çağrışımlar yaptı. Kar pislikleri örterken toprağa da can suyu olur. Bir kar yağsa da ortalık temizlense deriz ya! Kitabım çıktığından beri ara sıra , “Kar kokar mı?” sorusuyla karşılaşıyorum. Bence kar, duyumsayabilen, buna gereksinim duyanlara temiz, serin, ferahlatıcı bir koku salar. Bu anlamda kar kokusu benim temizlik, yalınlık, saflık ve yaşanılır bir dünya özlemimin yansıması olabilir diyebilirim. Sonra birden aklıma Kardelen çiçeği düşüverdi. Karın kokusunu alır almaz toprağın altından başını uzatan, narin ama direngen Kardelen. Dayanıklılığın, direncin, umudun simgesi. Bir ölçüde benim öykü ve roman kahramanlarım üzerinden yaşama yansıtmak istediğim.
Hatice Günday Şahman: Kar Kokusu’nda yer alan öykülerinizin yazım tarihleri farklılık gösteriyor. Gün Işığında öykünüz 1992’de yazılmaya başlamış 2018’de tamamlanmış. 2006’da, 2013’de, 2016 ve daha yakın zamanlı öyküleriniz var. Belli ki tekrar tekrar elden geçirme, özenli bir yazım süreci var. Kitabın yazılış süreciyle ilgili biraz bilgi alabilir miyiz? Öykülerinizin gün ışığına çıkması neden bu kadar uzun sürdü?
Öykülerimin bazılarının farklı tarihler taşımasının nedeni yazılıp bir köşeye bırakılmış olmalarındandır. Kitap dosyası hazırlamaya karar verdiğimde çıkarılıp değerlendirilmiş, üzerlerinde çalışılmış, elenmiş, seçilmiştir. Bu kitaptaki uzun bir aralıkla yazılıp tamamlanmış öyküm Gün Işıdığında’nın hikâyesi şöyle: Çok yakınım orta yaşlı bir kadın yaşadığı yoğun acılardan sonra kendini sağaltabilir umuduyla Bodrum’a göçtü. Ben de onun için bir hayal kurdum ve gerçekleşmesi umuduyla ufak ufak yazmaya başladım. Ama o güzel kadın hayalimi gerçekleştiremedi ve oralara da sığamayıp geri geldi. Benim öykü de yarım kaldı, defterde sararıp soldu. Nice sonra bir gün gözgöze geliverdik ve umudum yarım kaldıysa öykümün ne suçu var diyerek tamamlayıp bitirdim. 1992’de başlayan hayal 2018 yılında yine de mutlu bitti. Öykü bu ya!
Hatice Günday Şahman: Yazma sürecinize baktığınızda Kar Kokusu’nda birleşen öykülerinizle, ilk öykü kitabınızda yer alan Özgürlükle Ölümün Öpüştüğü An’da yer alan öyküleriniz arasında nasıl bir fark gözlemliyorsunuz?
Leylâ Serpil: Ahh…bu sorunun yanıtı aslında öyle uzun ki! Yaşamın ve yaşımın sırları gizli desem çok mu gizemli olur? Özetlemeye çalışayım. İlk öykü kitabımdaki öyküler 1987-2000 li yıllar arasında. Benim ve dostlarımın kocalarımızla, çocuklarımızla ve iş hayatlarımızda yaşadığımız çelişkilerin, çatışmaların yılları. Kendi içimizde verdiğimiz savaşımlar. Dolayısıyla feminist bakış açısı ve başkaldırılar yansıyor çoğu öyküye. Yanı sıra çevremdeki yaşça büyük kadınların yalnızlıkları. “Özgürlükle Ölümün Öpüştüğü An”da toplumsallıktan çok bireysellik var. “Kar Kokusu”ndaki öykülerse daha çok 2015-2018 arası. Artık bireysel sorunlar, savaşımlar görece yatışmış, dinginlik sağlanmış. Çoktan içeriden dışarıya yönelmiş bakışlar. Toplumda yaşananlar öne geçmiş. Son yıllarda yine ne çok acı yaşadık birlikte. Yüreklerde üst üste çizikler oluştu. Kaşıdıkça kanayan, kanadıkça kapanmayan yaralar. Yazmasam olmaz dediklerim. Kısaca böyle.
Hatice Günday Şahman: İncelikli ve ayrıntılı bir bakışla, dingin ve yalın olduğu kadar oldukça güçlü bir duygu aktarımıyla farklı insanlık durumlarını öykülere taşırken, atmosferi kurarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Hatice Günday Şahman: Öykülerinizde zorunlu ya da tercih edilen yalnızlık kavramı sıkça karşımıza çıkıyor. Ama bu yalnızlık drama dönüştürülmeden, bir kabulleniş, bir baş etme ve barışıklık haliyle verilmiş. Özellikle salgın sürecinde fazlasıyla hissettiğimiz “yalnızlık” kavramıyla ilgili neler söylemek istersiniz? Yalnızlık ve yazı kavramı nasıl ve nerede kesişiyor?
Leylâ Serpil: Yazmak yalnızlıktır. Ya da yalnızca kahramanınla birlikte olmaktır. Yalnızlık güzeldir. Yalnızlık özgürlüktür. Çevremde çok yalnız kadın var. Malûm erkekler önden gidiyor. Kadınların yalnızlıklarıyla bir şekilde baş edebilmelerini çok övgüye değer bulurum. Ben severim yalnızlığı ama çok uzun olmamalı. Çoluğum, çocuğum, akrabalarım, dostlarım benim için çok değerlidir. Birlikte olmaya bayılırım. Yalnızlıklarım ve birlikteliklerim yaşamımda hep var olmalı ve dengeli olmalı. Bunu sağlamaya çalışırım elimden geldiğince. Pandemi süresince sıkıldığım oldu ama dramatik bir biçimde değil. Ruh sağlığımı hiç etkilemedi. Yaşımla gelen olgunluğumu, dinginliğimi ve hayatı onaylama halimi seviyorum. Huysuz, huzursuz ihtiyarlardan hiç hazzetmem.
Hatice Günday Şahman: İskele, Maske, İğde Ağacı gibi öykülerinizde karakterlerin doğayla, denizle, yaşanılan mekânla, mahalleyle ve hayvanlarla kurduğu bağ çok güçlü. Bu bağ aynı zamanda yazar Leylâ Serpil için de bu denli güçlü mü?
Leylâ Serpil: Çevremi gözlemlemeyi seviyorum. Yazmak için de olmazsa olmaz koşul değil mi? Evimin baktığı bahçeye günde beş vakit şükrediyorum. Kuşlar, kediler, köpekler, ağaçlar doğanın bana sunduğu güzellikler. Hayvanları beslemek, sulamak, yiyip içmelerini izlemek, onların açlığını ve susuzluğunu gideriyor olmanın içime saldığı ferahlık şu berbat dünyada erişebildiğim bir ayrıcalık. İyi ki ağaç, çiçek, kuş, böcek var da şu insan kardeşlerimizle baş başa kalmaktan kurtuluyoruz. Soluk aldığımızı duyumsuyoruz.
Hatice Günday Şahman: Fotoğraf, Tango, Kar Kokusu, Kızıl Güvercin, Salkım Söğüt Sokağı 6/15 ve Nehir öykülerinizde, ülkemizde yaşanan siyasal ve toplumsal sorunları odağınıza almanızın nedeni nedir? Yazarın çağına tanıklığı ve toplumsal sorumluluğu konusunda ne düşünüyorsunuz?
Leylâ Serpil: Aslında toplumsal sorumluluk duygum yazar olmamla ilintili değil. Bu duygu bende çok baskın. Uzun yıllar sivil toplum örgütlerinde aktif görev aldım. Sokak eylemlerinden hiç eksik olmadım. Başta da belirttiğim gibi sokağı her türlü severim. Her zaman haklıdan yana olmaya, elimden bir şey geliyorsa yapmaya çalıştım. Doğal olarak bu yanım yazarlığıma da yansıdı. Yazar elbet çağına tanıklık etmeli. Beni çok etkileyen olaylarda yazarak kendimi sağaltmaya çalışmak da işin bir yanı. İlhan Erdost’un, arkadaşım Uğur Mumcu’nun, tanışım A.Taner Kışlalı’nın, güzel gülüşlü çocuk Metin Göktepe’nin ve daha nicelerinin katledilmesi, Sivas Olayları, Gar katliamı, Gezi’de yaşadığımız öldürümler pek çoğumuz gibi beni de çok ağır yaralamıştır. Bu yaralarımın bir kısmını yazarak kaşıdım. Kaşıdıkça kabuk bağlar umdum. Bağladı mı? Yok canım!
Hatice Günday Şahman: Bir sığınma evinde geçen “Şşşşt” romanınızdaki Menekşe karakteri üzerinden ensest sorununu işlemiştiniz. Aynı sorunu bu kez Gece öykünüzde Meryem üzerinden dile getirmişsiniz. Ensesti iki farklı eserde de odağa almaya neden ihtiyaç duydunuz?
Leylâ Serpil: İşte yine ve yeniden ensest. Kan revan içindeyiz. İlk öykü kitabımda da ödüllü bir ensest öyküm var. Gittikçe azan bu iğrençliği ben yüz bin kere yazsam da ne çare. Bu gün bile, senin sorularını okumadan önce Cumhuriyet Gazetesi’nde karşıma çıkan iki olay: Dört yaşındaki o güzelim Leylâ’yı amcasının öldürdüğü kanıtlandı. On bir yaşındaki kızın hamile kaldığı, tecavüz edenin de annesinin erkek arkadaşı olduğu anlaşıldı. Buyur bakalım aynen benim “Gece” öyküm. Ben yine insaflı yazmış, Meryem’i on beş yaşında yapmışım ve şimdilik hamile bırakmamışım. Off… canım Hatice’m nefesim daralıyor inan. Ülkemizde kadınlar gerçekten savaşıyorlar haklarımız için. Yürekli, kolay kolay isteklerinden caymayan gencecik kadınlarımız var. Yolları hep açık olsun. Ama kapalı kapılar ardına erişilmiyor ki! STK’ların savaşmasıyla önlenemiyor. Yönetenler de kapalı kapılar arkasında her pisliği aklayıp geçiyorlar. Pislik üstü pislik. İşte ben de en çok isyan ettiğim konulardan biri olan ensesti döne döne yazıyorum.
Hatice Günday Şahman: “…Ama mutlaka bir yolunu bulacak bir gün… Mutlaka.” “…Ama şimdilik yalnızca acı var. Şiir yok, türkü yok, halay yok. Çok sonraları belki bir gün yeniden… Yaşam varsa umut var.” “…Dik dur güzel kız, bugünler de geçecek. Hayatta geçmeyen ne vardır ki! Hem unutma her köşe başında bir umut gizlidir. Yeter ki sen onu bul.” “…Sana yapılan haksızlığı duyabiliyorum. Yine de olanca ağırbaşlılığınla, dinginliğinle, bilgeliğinle kendini koruyabilmek için direniyorsun. Sakın vaz geçme!” En dramatik öykülerin sonunu bu cümlelerle bitirmiş, umudu, inancı hep canlı tutmuşsunuz. Peki, Leylâ Serpil de gerçek yaşamda bu kadar iyimser mi? Var olan koşullar altında bu iyimser yaklaşımı nasıl koruyor?
Leylâ Serpil: En dramatik öykülerimin sonunu hep umuda bağlamışım değil mi? Bilerek ve isteyerek yaptığım bir şey değil. Belki dayanma, direnme gücümüzü kaybetmemek, dik durmak içgüdüsü. Kıyıda kalarak uzaktan izlemeyi beceremeyip her kötülüğün içine tüm varlığımla dalınca, travmalarımı sağaltmak için bir yol mudur iyimserliğim? Bilmem ki! Aslında ben kendimle ve çevremle barışık bir kadınım. Şu gölge eden canavarlar olmasa keyfim de bayağı yerinde olacak.
Hatice Günday Şahman: Şimdilerde bütün dünyayı etkisi altına alan salgın dolayısıyla, oldukça zor ama bazı yönlerden de yaratıcılığı tetikleyen bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte yazmaya devam ediyor musunuz? Yeni bir kitap var mı masada?
Leylâ Serpil: Bu pandemi sürecinde, üzerinde epey uğraştığım ve sona çok yaklaştığım bir romanım var. Onu bitirip biraz okumaya dalmak niyetindeyim. Sonra yine öykülere döneceğim sanırım. Aklımda kıvıl kıvıl dolaşıp duruyor bazı konular.
Hatice Günday Şahman: Öyküleriniz kadar içtenlikli ve incelikli cevaplar için teşekkür ederim.
Leylâ Serpil: Bu içtenlikli ve incelikli soruların için ben teşekkür ediyorum sevgili Hatice.