Karton Ev kitabımda yer alan Tünel adlı öyküde sanırım bir “hata” var. Öyküde gün yüzü görmeyen tünel inşaatı işçilerinin yatakhanelerinin tünelin içinde olduğu, geceleri de oralarda yattıkları bilgisi veriliyor. Öğle yemeklerini yedikleri konteynırlarının yanında yer alan birkaç konteynırda uyuyorlar. Tünel ilerledikçe tüm ekipmanla birlikte konteynırlar da ilerletiliyor. Öyküdeki vurgu işçilerin hayatlarının tünelin içinde geçmesi, güneşe hasret, sevdiklerinden uzakta yaşamaları ve cahil, gözünü kâr hırsı bürümüş, vahşi yönetimler ve sistem nedeniyle iş cinayetlerine kurban gitmeleri. Geçtiğimiz yıllardan birinde İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin mühendislik haftası etkinlikleri kapsamında ve Oğuz Atay’ın ölümünün 40. yılı dolayısıyla düzenlediği Kavga ve Edebiyat konulu panele konuşmacı olarak davetli idim. Güzel geçen günün ve söyleşinin ardından düzenleme komitesindeki arkadaşlar sağ olsunlar bizi yemeğe götürdüler ve gittiğimiz yerde sohbete devam ettik tabii. Söz dönüp dolaşıp Tünel öyküsüne geldiğinde orada tanıştığım Oda’dan bir arkadaş, işçilerin tünel içinde yatamayacaklarını, böyle bir uygulama olmadığını söyledi. Ben de hayır yatakhaneleri tünel içindeydi, bunu gözlerimle gördüm diye direttim. O ise bunun olamayacağını, akşamları işçilerin tünel dışına çıktıklarını söyleyip ısrar etti. Ben de iddiamı sürdürdüm. Arkadaş inşaat mühendisi idi ve belli ki tünel inşaatlarında çalışmıştı. Bu nedenle onun verdiği bilginin muhtemelen doğru olduğunu düşündüm. Fakat ben de öykünün yazarıydım ve öyküde yatakhaneleri tünel içinde olan işçiler vardı. Böyle yazmıştım ve böyle olmuştu. Kurmaca bir metnin içindeki bilginin doğruluğunu, gerçek hayata uygunluğunu sorgulamak haksızlık değil miydi? Elbette değil. Sorgulanabilir, fakat buna hata ya da gerçek/doğru değil denebilir mi? Yazar çuvallamış da olabilir ama bazen de nedenini sezebileceğimiz şekilde atmosfer oluşturmak, etkiyi artırmak amacıyla bizi istediği yöne bilinçli şekilde yönlendirmiştir. Belki öyle bir dünya kurmuştur. Yazar gerçekliği eğip bükme, farklı bir forma ve görünüşe dönüştürme, görüntüyü farklı açılarından göstererek nadir yansımalarını yakalama özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük okuru aldatmak, onu yanlış bilgilendirmek anlamına da gelmez. Birincisi okur kanmak için okur. İkincisi okur edebiyat eserlerinden birtakım bilgiler edinir edinmesine ama konumuzla ilgili olarak tünel inşaatı hakkında bilgi edinmek istiyorsa sözgelimi bir mühendislik kitabı okuması ya da işçilerin yaşadığı zorluklarla ilgili esaslı, somut bilgilere ulaşmak istiyorsa belki kurum raporlarına, sendika yayınlarına ve gazetelerine ya da işçilerle yapılan röportajlara, söyleşilere başvurması daha mantıklıdır. Edebi eserler gerçekleri dile getiriyorsa da bu gerçeklik kimin gerçekliğidir? Borges, gerçek her zaman olası ya da olabilir değildir, diyor. Ama öykü yazarken onu elinizden geldiğince inandırıcı kılmalısınız, yoksa okurun imgelemi gerçeğinizi dışlayacaktır. İşçilerin geceleri tünel içinde kalmaları da bu öykünün yarattığı gerçeklik ve okurun edebiyatın gerçekmiş gibi yansıtma büyüsüne kapılarak öyküyü okuyabilmesi önünde bir engel değil, kendi imgeleminden dışlamadan. Elbette şunu biliyorum ki, inşaat mühendisi arkadaşın söyledikleri doğru ve ben gerçeklikle ilgili yazdıklarımı savunuyor olsam da, işçilerin gece tünelde yatmaları durumunu kurgusal bir gerçeklik yaratmak amacıyla yani bilinçli bir çarpıtmayla yazmamıştım. Yani kısacası yakalandım. Ama sahnenin ve oyunun, oyuncuları koruyan bir yanı vardır, derler. Kurmacanın da yazarı koruyan bir yanı yok mu? Okuru aptal yerine koymadıktan sonra ve samimi olduktan sonra yazar kurmacanın korunaklı surlarında istediği gibi dolaşma hakkına sahip olmalı; bu yüzden ben de kendimi bu kalkanın arkasına atıveriyorum.
Dahası, samimi olmak gerekirse gerçekten işçilerin geceleri tünellerdeki konteynırlarda yattıklarına inanıyordum. İnsan ancak şüphe duyduğu şeyleri sorgulayabiliyor ki bu çok handikaplı bir konu çünkü çoğu kez bir şeye inanmışsak ondan şüphe duymuyoruz. Bazı bilgiler ve inançlar zihnimize kodlanmış sanki, öyle rahat gelip geçiyor, güneşin ve ayın doğacağı, karnımızın her gün acıkacağı, Survivor’ın ülkede ne olursa olsun en çok izlenen programlar arasında olacağına o kadar eminiz ki sorgulama ihtiyacı duymuyoruz ve yanlış olabilecekleri aklımızın ucundan dahi geçmiyor. Tünel’deki durum benim için de böyleydi. Yıl 2001 olmalı. ODTÜ Jeoloji Mühendisliği bölümünde okuyordum ve bölüm olarak, hocalarımızla birlikte Bolu Dağı tünel inşaatına bir teknik gözlem gezisi yapmıştık. Bolu Dağı tünelinin güzergâhı jeolojik olarak oldukça karmaşık ve her türden yapısal problemin var olduğu önemli bir örnekti. Sismik araştırmasının yapılmamış olması ve tünel hattının aktif fay hatları üzerinde yer alması gibi eleştirilere kulaklar tıkanmış ve 1999 depreminde çökmüştü tünel. Yeni bir hatla güzergâhın by-pass edilmesinin çöken yerin tekrar açılmasından daha az maliyetli olacağı hesaplandığından iş makineleri göçük altında bırakılmış ve yeni güzergâh kazılmaya başlanmıştı. Gezide ilk kez bir tünel inşaatı görüyordum. Orada çalışan mühendisler bize neler yaptıklarını anlattılar. O kadar sorunlu bir zemin vardı ki bazı günlerde ilerlemeleri sadece santimetrelerle ölçülebiliyordu. Orada gördüm işçileri. Büyük fanlarla havalandırılan, gürültülü, karanlık, tozlu, çamur deryası bir kanal içinde ve şiddetli bir depremde çökme ihtimali altında çalışan yorgun insanlar. Ölmek kazandıkları paranın karşılığında katlanmak zorunda oldukları bir olasılıktı. Her şeyi kabullenip, kötü şartlara başkaldırmadan, işlerini kaybetmek korkusuyla yaşıyorlardı. Kazıcı makinenin gerisinde onlarca büyük konteynır vardı. Onlardan birinin içine girmiştik, yemekhane olarak kullanılıyordu, çay içmiştik. Şimdi düşününce, sanıyorum diğer konteynırlar mühendislerin ofisleriydi ya da depo, soyunma odası gibi işlevlere sahipti diyebilirim. Ama nedense bana o anda konteynırların işçilerin geceleri de yattıkları yatakhanelermiş gibi gelmişti. O günden sonra da bunun aksini hiç düşünmedim. İşçilerin zor şartlardaki çalışmaları beni o kadar derinden etkiledi ki günlerce bu manzaralar, orada gördüğüm karanlık, kazıldıkça jöle gibi akan toprak, gürültü, insanların sıkışmışlığı gözlerimin önünden gitmedi. Sonunda bir öyküye dönüşürken de işçilerin tünelin içinde gecelediklerinden kuşkum yoktu. Öykü de bu şekilde yazıldı.
Sınıfsal olarak durumunun farkında olmayan ve bu haliyle öyküdeki atmosferle ve anlatımla birlikte aslında günümüzde yaşadığımız puslu ortama uygun bir karakter olan öykü kişisinin gece tüneldeki konteynırda yattığını ve evini, kahvaltı etmeyi, kuş sesleri duymayı, yüzünü güneşin ısıtmasını özlediğini düşünüyorum. Tüm bu özlem içinde de görünmezlikle cezalandırılarak kendi kaderiyle ve ölümle baş başa bırakıldığına tanık oluyoruz. Geceleri tünelde uyumanın öykü dışı hayatta doğru olmadığını bilmek ve buna uygun olarak öykü kişisini geceleri tünel içindeki yatakhanede yatırmamak, onun hikâyesini ve anlatı biçimini değiştirir miydi bilmem ama sonunu değiştirmeyeceğini söyleyebilirim. Ne yazık ki bazı öykülerin -gerçek hayatta da olsa kurmaca da olsa- sonu uzun süredir değişmiyor yaşadığımız ülkede. Bu teknik bilgiye sahip olsaydım yani işçilerin geceleri tünelden çıktıklarını bilseydim belki de öykü kişimi yakındaki bir işçi pavyonunda kalan ancak gecelerini tünelin karabasanında geçirmeye devam eden, tünelin sıkışmışlığından kurtulamadığı için dışarıdaki anlarını da aynı boğulmuşluk hissiyatıyla yaşayan, kulağından homurtusu, ayağından çamuru, bakışından karanlığı eksik olmayan, her gece rüyasında tüneli gören ve zamanla tünelin kölesine dönüşen bir tip olarak tasarlayabilirdim. Tolstoy yarattığı karakterlerin ona bozamadığı bazı oyunlar oynadığını söylüyor, Gogol ise rivayete göre istediği olumlu tipi yaratamadığı için Ölü Canlar’ın ikinci cildini yakmış. Tünel’deki öykü kişisi içinse herhangi bir kaçış söz konusu olamazdı, aynı kötü sonu ona ne olursa olsun yaşatmak zorunda kalırdım. İşçilerin durumu da böyle işte. Çünkü görünmezdirler, onları kimse görmez, onlar da kendilerini görmezler. Ama belki bir gün görünür olup karşımıza çıkarlarsa o zaman kalem elimden düşerdi.
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.