Kendine Dolanan Sarmaşık, Emine Altınkaynak’ın ilk hikâye kitabı. Bi’ Da Bak Bana, Çamlıca, Adı Neymiş?, Sol Yanım, Kan Rüyayı Bozar Züleyhâ, Yeryüzü Oyunu, Hiçbir Şey İçin, Aç Ruhlar, Tepe Lambası, Y.O.K.U.M., Yarım Kalan Çaylar, Gül Zamanı, Dervişân ve Çöküş olmak üzere 14 hikâyeden oluşan Kendine Dolanan Sarmaşık, 127 sayfa. En uzun hikâye “Bi’ Da Bak Bana” 14 sayfa iken en kısa hikâye kitabın sonunda bulunan “Çöküş” 4.5 sayfadır.
Yazarın, 4 satırlık öz geçmişiyle başlayan kitap “İsmail’e…” ithaf edilmiş. Bazı hikâyelerin başında ithaf, özdeyiş, ya da beyit yer alıyor. “Adı Neymiş?”in başında Nef’î’ye ait bir beyit, “Dervişân”ın başında Yûnus’a ait bir mısra yer alırken, “Kan Rüyayı Bozar Züleyhâ”nın başında Azad Bilgrami’ye, “Gül Zamanı”nın başında Erik Orsenna’ya ait bir özdeyiş yer alıyor. “Y.O.K.U.M.” “Deniz Depe’ye…”, “Yarım Kalan Çaylar” “Büşra Aydoğdu’ya…”, “Dervişân” ise “Ahmet Kartal’a…” ithaf edilmiş.
İlk kitap olması merak ve endişeyi de beraberinde getirmesine rağmen ilk hikâye “Bi’ Da Bak Bana” endişenin yersiz olduğunu göstermeye yetebilecek nitelik ve güçtedir. Roman halkının sanki onlardan biriymiş gibi anlatılması, ifadelerin yerli yerinde kullanılması okuru şaşırtabilecek düzeydedir. Yazarın dil kullanımındaki ustalığı her ne kadar kitap ilk olsa da onun uzun zamandır yazdığını göstermektedir. Zaten yazar 15 Şubat 2020 tarihli Yeni Şafak Gazetesindeki söyleşisinde; “Çok uzun zamandan beri yazıyordum esasında. Çocukluğumu hep yazarken ve yazıyla hatırlıyorum, dersem yanlış olmaz.” diyerek yazmanın hayatındaki önemini gün ışığına çıkartmaktadır.
Hikâyelerinde hem mizahi unsurları hem de duygusal durumları ustalıkla kullanan yazarın hikâye yazmak için önemi bir mesai harcadığını; “Çamlıca”da gazozlar dünyasına okuru gezintiye çıkarmasından, “Çöküş”te arkeolojiye ilişkin verdiği teknik bilgilerden anlamak mümkün. Bilgi yükünü bünyesinde taşıyan hikâyelerin; iyi bir araştırmanın ürünü olduğu, masa başında üretilmediği, büyük bir emek ve zaman harcanarak vücuda getirildiği söylenebilir.
Toplum olarak bilmediğimiz konularda da konuşuyor olmamız yazarın dikkatini çekmiş olacak ki: “Bizde çağın modasıdır alan dışı uzmanlık. Herkes uzmandır bizde bilmediği hususlarda” (s. 43) diyerek okura “ben sizi tanıyorum hatta ben sizden biriyim” mesajı veriyor. Anadolu evladının babasıyla olan mesafesini ise; “Her Anadolu evladı gibi, ne kadar sarılsak da babamla aramda hep bir sarılamamalık bir mesafe bırakıp …” (s. 70) şeklinde belirterek şaşırtmayı -başarılı bir şekilde- sürdürüyor.
Yazar, kız isteme merasimine ilişkin gözlemini şöyle aktarıyor: “Aziz Usta’nın durumundan başlayan sohbet; önünde sonunda böyle zamanlarda ne konuşulacağı tam da kestirilemediği için bol bol saçmalanan, aynı anda beş tane konunun konuşulup da aslında hiçbir şeyin konuşulmadığı o kısır döngüye giriverdi” (s. 15). Bu ifadeler okuru, gündelik hayatta sık sık şahit olunan ve hatırlanan o kız isteme törenlerine götürüyor.
Yazar, “halı desenleri”ne değinmeden geçmek istemiyor. Can sıkıntısını giderici birer ilaç olarak kabul gören halı desenlerinin gözleri saklayabilecek yer olduğunu belirtiyor; “O ana kadar kâh halının koyu desenlerinde kâh kahve telvelerinde saklanacak yer arayan bütün gözler …” (s. 108).
Hemen her hikâyede dikkat çeken aforizmik ifadeler okuru düşündürürken hikâyeye de nefes aldırıyor. Birkaç örnek vermek gerekirse; “Ekmeği belden aşağı tutmayan âdem, kelâma bu ihtimâmı niye çok görür?” (s. 69). “Duvarına resim asmadığın bir ev, içinde bin yıl da yaşasan alışmayı reddettiğin yerdir” (s. 83). “Ve zulümsüz bir dünya hep başka bahara kaldı” (s. 100).
Yazarın başka bir özelliği de kelimeleri eksiltili kullanmadaki başarısıdır. “duya-…” (87). “Cumhurbaş… Anka… Yüce… Gen… Ana…” (s. 97). “Orada kala…” (s. 112). Bu ifadelere bağlam içinde bakıldığında -her ne kadar eksiltili olsalar da- anlamı tamamlayıcı güçlerinin olduğu görülebilir.
Kendine Dolanan Sarmaşık, okuru açmaya kimi zaman doğrudan şarkı adıyla “Saatler mi Durmuş Yoksa Zaman mı?” (s. 13) kimi zaman da “Oğlun, kızın olsun hele…” diyerek “Mihriban” adlı esere atıfta bulunularak devam ediyor.
Kitap boyunca gözler ve bakışlar hakkında ilginç ifadeler dikkat çekmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; “… gözlerine sapladı gözlerini” (s. 10). “… boğazı sıkılmış boğa gibi döndürdü gözlerini …” (s. 11). “… gözleriyle kanı durduracak …” (s. 14). “…’ya düştü gözlerim” (s. 24). “Gözlerinin ta derinlerine dikip gözlerimi …” (s. 77). “Seslerin çoğunu gözleriyle dinliyor” (s. 78). “Gözlerin tekrar yaslanıyor dağa” (s. 82). “Gözlerimde tökezleyen bakışları yuvarlanmıştı halıya” (s. 107). “O ana kadar kâh halının koyu desenlerinde kâh kahve telvelerinde saklanacak yer arayan bütün gözler, son haddine kadar zorlayarak yuvalarını, çakmak çakmak üzerimde patlamıştı” (s. 108). “… bakışlarım karşımdaki duvarın kara deliklerine saplandı” (s. 108). “Mermi izlerinin birinden öbürüne devriliyordu gözlerim” (108). “Kendini yalnızca koşarken hatırlayacak bir çift göz var karşımda” (s. 119).
Kendine Dolanan Sarmaşık … (üç nokta) ile bitiyor. Bilirsiniz üç nokta aslında biteni değil eksik kalanı/devam edeni gösterir. Yazar, bu üç nokta ile; “Sevgili okur, ilk kitabımda seni düşünerek çay içme tavsiyesinde bulundum. Seni sık sık çocukluğuna, geçmiş(in)e götürdüm. Seninle bu kadar ilgilenen biri olarak yazmaya ve seni tebessüm ettirmeye devam edeceğim.” demek istiyor olmalı.
Okursanız Emine Hanım’ın hikâyesine vâkıf olabilirsiniz. Karar sizin…