Mahmut Aksoy’la “sessizliğe isim verme masrafları” adlı kitabı özelinde “Ötenin ötesine bakmak” üzerine söyleşeceğiz.
Rabia Çelik Çadırcı: Fihrist yayınlarından çıkan “sessizliğe isim verme masrafları” adlı kitabınızı kutlarım. İlk kitabınız “Gazellertesi” bir şiir kitabı ve yeni kitabınız ise şiirsel dilin imkânlarına sahip iki bölümden oluşan anlatı/deneme türünde bir kitap. “Gerçeğe dayanabilmenin bir yolu da hayalleri tıpkısı gibi bırakmaktan geçer.” Kitap bu özdeyişle başlıyor. Bu giriş dışında kitabın kapsadığı konularla ilgili ne söylersiniz?
Mahmut Aksoy: Geçtiğimiz aylarda Erman Şahin’in benimle yaptığı söyleşide de söylemiştim: “Ben kendimi konuşmayan her şeyden sorumlu hissediyorum. Bu meramını dile getirme gibi lüksü olmayan bir çatal da olabilir.” Bu bağlamda Sessizliğe İsim Verme Masrafları konuşmayan nesneleri içselleştirildiğim, onlarla ilişkimi sorguladığım metinleri kapsıyor. Bir de klişeleşmiş taşra olgusuna başka bir yerden bakma hevesiyle yazdığım anlatıların toplandığı bir kitap. Bu söylediğim iki konuyu kitapta lirik söyleme yakınlaşarak yazdım, başka bir deyişle, şiirsel olanaklarla düzyazının uçlarında gezdim diyebilirim. Lirik anlatım kurguyla daha çok içe içedir diye düşünüyorum. Bir Foucault alıntısı: “Kurgu görünmez olanı görünür kılmaktan değil, görünür olanın görünmezliğinin ne kadar görünmez olduğunu göstermekten ibarettir.” Bu sözü kitabımda başka yerlerine baktığım taşra klişesine uyarlarsak, taşrada görünür olanın görünmezliğinin ne kadar görünmediğini mimlemek istedim.
Gerçi bir eser yazıldıktan sonra ikinci bir bağlama, onu yorumlayana ihtiyaç duymaz. Tüm bu söylediklerim ikinci bağlamda ne kadar anlamlıdır bilmiyorum. Bu yüzden söyleşilerimde merkezde kitabımı değil, kitabımla ilişkisi olan konuları – ya da tam tersi – konuşmayı yeğliyorum. Böylelikle ikinci bağlam olarak eserlerin üzerine değil de eserlerin yanında konumlanacak şeyleri konuşmamız daha iyi olur diye düşünüyorum.
Kitabın açılışında hayal ile gerçek üzerine yazdığım söz için de şunu söylemek isterim: Yapmak istediklerimle ilgili değil, daha çok yapamayacaklarımla ilgili hayal kuruyorum yıllardır. Bu yüzden hayallerimi ilerleyen zamana karşın değiştirmedim. Nasıl olsa gerçekleşmeyeceklerini düşünüyorum. Onları başka formda, değişmiş olarak düşünmeye gerek duymuyorum şimdi.
Mahmut Aksoy: Toplumun içinde dolaşan derdin dışarıdaki hallolmayan yanıyla gelip içime yerleşmesine izin vermemeye çalışıyorum. Dolayısıyla popüler kültür toplumun derdi, benim değil, çünkü onun içinde olmak için çaba sarf etmiyorum. Onunla içimde değil, dışarda maruz kalıyorum. Popüler kültür benim içsel bir sorunumum değil yani. Taşranın da popüler kültüre entegre edildiğini düşünüyorum. Örneğin taşra çoğu zaman edebiyatta ve sinemada romantize edildi; gerek yayıncısı gerek yönetmeni tarafından alıcısı olduğu düşünülen bir konu, bazı yazar ve yönetmenler de bu isteği karşılamak için popüler kültürün klişelerini dinç tutan kitaplar yazıyor, filmler çekiyorlar. Ben kitapta bizzat “ilçe” dedim anlatıların geçtiği yere. Popüler kültürün klişelerini dışarda tuttum kitabı yazarken, gelip anlatılarıma ve metinlerime sirayet etmesine engel oldum.
Rabia Çelik Çadırcı: “durmanın manifestosu” metninde toplumsal gerçekliği olabildiğince açık ve kimilerince acımasız denilebilecek bir üslupla dile getiriyorsunuz: “beraber motorları maviliklere süreceğimiz çocuklar saflığını madde denizine sattıysak (…) Peki, o halde tüm bu çıplak gerçeklikler arasında sizi ya da bizi motive edecek veya “umut yok mu?” dedirtecek bir önermeniz var mıdır? Sizin deyiminizle “Ötenin Ötesine Bakmak” Bu gerçeklerle yüzleşmek midir?
Mahmut Aksoy: Yukarıda da söyledim: Her şey görünür gözükür ama bu görünürlüğün görünmezliğinin ne kadar görünmez olduğu gerçeğiyle kimse yüzleşmek istemez. Ötenin Ötesine Bakmak hâlâ yazmaya devam ettiğim bir konu. Gerçeklerle yüzleşmek midir? Evet.
Rabia Çelik Çadırcı: “Unuttum kiminle yaşamaya üveydim” Üvey sözcüğüne, ilgimi çektiğinden de olsa gerek sık rastladım. “Öz olmayan” anlamına gelen bu sözcükle kurduğunuz ilişkiden bahseder misiniz? Kendinizi kendi yaşamınıza üvey mi görüyorsunuz?
Mahmut Aksoy: Kimse kişisel içsel tarihimizi bizden daha iyi yazamaz. Ben dönem dönem yazdıklarımı, yaptıklarımı tekrardan değerlendirmek, ikinci bir göz olarak görebilmek için kendi uzağıma taşınıyorum, yabancı birini gözlemler gibi. Bu beraberinde benliğime karşı bir üveyliği üretiyor galiba. Doğal olarak kitaplarıma da yansıyor demek ki.
Rabia Çelik Çadırcı: “birinin çıkıp halka sonradan katılmış gibi halktan yanayım demesi üzerine halktan yana değilim, halkın kendisiyim diyebilirim.” Burada halka sonradan katılmış gibi değil de hiç halk olmamış bir burjuvaya “halkın yanındayım” sözüne yanıtınız ne olurdu?
Rabia Çelik Çadırcı: Bir cümlenizde “entelektüel gürültüye boyun eğmemek” geçiyor. Nedir bu entelektüel gürültü?
Mahmut Aksoy: Toplumda süreğen hâle gelenler hakkında çıkarımda bulunmak için kalabalıkların gürültüsünden sıyrılıp bir köşeden gözlem yapınca doğal olarak entelektüellik zaman içinde sessizliğe evrilir, evrildiği sessizlik alanı içinde işlevsel hâle gelir. Onun için köşeye çekilip ne olduğuna dikkat kesilen entelektüel için gürültünün değil, sessizliğin manası vardır bence çoğu zaman. Ben kitapta“entelektüel gürültü” demekle şunu demek istedim: Gereği olmadan, zamanı henüz gelmeden konuşma ve yazma istediğini bastıramayan yazarın sesinden ve eylemlerinden ortaya çıkan gürültü.
Rabia Çelik Çadırcı: “Ölüm durmadan kendini gösterirken bana çağımızdaki hızlılık metinlerimi kemiriyor. Bunun önüne geçmeye çalışıyorum.” Adeta “fastfood” halini alan yaşamlar karşısında ve her şeyi delirmişçesine hızlı tüketip anlamın yok olmaya yüz tuttuğu şu zamanda metinlerinizi, kendinizi nasıl sakınıyor, bunun önüne nasıl geçmeye çalışıyorsunuz?
Mahmut Aksoy: Düşüncelerimin ilk hâllerinin önüne geçerek.
Rabia Çelik Çadırcı: Yazarın yazdığıyla kurduğu ilişki noktasında neler söylemek istersiniz? Sizce yazar/şair yazdıklarından bağımsız mı değerlendirilmelidir?
Mahmut Aksoy: Es geçilmemesi gereken bir şey var yazarın yazdıklarıyla arasındaki ilişki konusunda: Çelişki. Yaşadığımız sürece küçük, büyük fark etmeksizin hep bizimle olacaktır bu kavram. Edebiyat biraz da insan doğasındaki mutlak çelişkinin yazar ile metnin arasına girmemesini sağlamak içindir (en azından ben öyle düşünmüyorum). Bu yüzden tam anlamıyla yazarın yazdıklarıyla yaşantısı arasında bir paralellikten bahsedemeyiz zaten. Benim için önemli olan metnin ve yaşamın arasına giren çelişkiyi ortadan kaldırmaktır kitaplarımda.