O çalan telefon mu? Saat kaç? Ne zamandır masanın üzerinde uyuyorum? Hiçbirinin cevabı yok. Düşünüyorum, düşünüyorum… Tam bulacağım ama susmuyor lanet telefon. Çalışma masamdan güçlükle doğrulup telefonun bulunduğu yöne doğru seğiriyorum. Arkadaş şu ev telefonlarının sesini kargaya benzetmekten ne zaman vaz geçecekler. Bir bülbül sesi koymak, insanın gönlünü okşayacak bir şeyler iliştirmek bu kadar mı zor!
- Zeliha hanım ile mi görüşüyorum?
- Yav Mehmet şu huyundan hiç vaz geçmeyeceksin dimi? 60 yaşında, hiç evlenmemiş, çoluğu çocuğu olmayan kadının evinde kim olacak, bir gecelik kaçamaklar mı?
- Sizin eşiniz on yıl evvel ölmemiş miydi, ben mi yanlış hatırlıyorum?
- Unutmayı tercih ediyorum. Hatırlatmak zorunda mısın be adam. Sadede gel ne istiyor yine içki şişesi kıçlı patronun. Daha doğrusu patronumuz? Hiç bitmiyor dertleri. Orayı düzelt Zeliha, noktalama işaretleri niye bu kadar az Zeliha, romanın şiddet oranının düşür Zeliha, elini çabuk tut Zeliha… Her şeyde kusur buluyor Allah’ın kerkenezi. 60 yaşındayım ulan ben. Eski kafalıyım. Yorgunum. Yalnızım. Daha da önemlisi kafam bozuk. Bitmiyor lanet olasıca kitap.
- Ben de sizi bundan ötürü aramıştım. Kitap ne aşamada, bitmeyecek mi diyor patron. Üç yıl oldu. Bizi ekecek başka bir bahanesi kalmamış olması lazım diyor. Artık eski popülaritesi kalmadı. Buna rağmen ona biz kucak açtık. Cesaretlendirdik ancak 8 yılda sadece iki kitap yazdı onun da satış rakamları ortada. Elini çabuk tutsun yoksa doğacak yükümlülüklerden ben sorumlu olmayacağım diyor.
- Tamam uzatmasın işte iki haftaya bitmiş halde ona teslim edeceğim.
- İki ay önce de aynısını söylemiştiniz.
- Bak canım bu kitap yazma işleri trekking faaliyetlerine benzer. Siz bir gölü görmek için saatlerce yürürsünüz. Sorumluya sorarsınız göl nerede diye. O da size şu virajı döndük mü önündeyiz der. Gider bakarsınız göl yok. Biraz daha yürür yine sorarsınız iki kilometre kaldı cevabını verirler. Zaman geçer, göl yine ortalarda yok. Sonra anlarsınız ki ya göl kurumuştur ya da siz yanlış yola sapmışsınızdır.
- Eee abla?
- Eeesi yok olum bu işte. Hadi görüşürüz. Selami beye selam söyle kitapla birlikte ona bir tane de at kırbacı hediye edeceğim.
Hoş geldin Remzi ne kadar zamandır orada dikiliyorsun? Hiç fark etmedim geldiğini. Telefonla konuşuyordum bizim yayınevi editörü Eda aradı. Kitap ne durumda onu sordu. “ İyi de abla sizin editörün ismi Mehmet değil miydi?” diye karşılık verdi kardeşi. “ Ablacım canım benim sen yine ilaçlarını almadın değil mi? 1 haftadır kullanmıyor olmalısın. Tekrar eski haline dönmeye başlamışsın. Hadi giyin hastaneye Elmas hanımı görmeye gidiyoruz. Ne durumdasın öğrenelim”
Ne hastanesi be olum aynı şeyleri zırvalayacak yine. Alzheimer olduğumu ve bunun tedavisi olmadığını biliyorum. “ Ablacım, canım benim senin hastalığın demans. Bunu kaç kere konuştuk. İkisi farklı birbirinden. Zihinsel becerilerini zayıflatıyor bu hastalık. Doktor ne demişti hatırlasana: Demans riski yaşlılıkla birlikte artar ve bir hastalıktan kaynaklanmaktadır. Demansın yaşlılığın doğal bir sonucu olduğu bir efsanedir.
Demans hastalığı belirtileri olan hastalıklardan sadece pek azı tedavi edilebilmektedir. Ancak hastalıklardan bazıları önemli veya daha az derecede tedavi edilebilmektedir. Bu nedenle, demansa hangi hastalığın yol açtığı ve tedavi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğinin tam olarak açıklanması önemlidir. İşte sırf bu yüzden bile o ilaçları sürekli kullanmalı ve doktor ziyaretlerini ertelememelisin.”
Bırak şimdi demansı, doktoru falan. Daha önemli bir sorunum var. Bu kılkuyruk patron baskı yapıyor. İlle de romanım, romanım diye tutturdu. Kitabı bitireceğim, her şey tamam ama öyle bir sorun var ki iki aydır didiniyorum. Yazdıklarımı en az seksen kere okudum ancak katili kim yaptığımı hatırlamıyorum Onu bir hatırlasam son noktayı koyacağım ama olmuyor. Bir de sen okusan? “ Bu konuşmayı bu hafta dördüncü kez yapıyoruz abla. Okumam bir şeyi değiştirmeyecek. Çünkü bana şunu demiştin: Okur, hiçbir şekilde katilin kim olduğunu bulamayacak. Diğer yazarlar gibi ipuçları bırakmadım. Aslında birçok ipucu ve beş tane baş şüpheli var ancak ben onları bilerek yanlış yerleştirdim. Amacım, okur ipuçlarını görüp çözmeye çalıştıkça aynı cinayet büro polisleri gibi sürekli yanlış yerlere gitsin ve yanlış tahminlerde bulunsun diyeydi. Ama bu kez sana farklı bir önerim olacak. Bu sayede kesinlikle istediğin sonuca ulaşacaksın. Ancak ne olduğunu öğrenmek istiyorsan benle şimdi tıpış tıpış hastaneye geleceksin, doktorunun anlattıklarını dinleyecek, söylediklerini harfiyen yerine getireceksin. Gözlerini devirip kafanı sallama. Net bir cevap duymak istiyorum senden!” Tamam anlaştık ama beni kekliyorsan bunu sana kötü ödetirim bilmiş ol…
Oy anam anam bittim ben. Trafik bir yandan, bitmek bilmeyen testler bir yandan, Elmas karısının dırdırı bir yandan. Ulan adında meymenet yok. Elmas’mış! Peh,,, Sevsinler ulan o karıdan olsa olsa biyodizel yakıtı olur… Neyse anlat bakalım nedir şu dahiyane önerin? “ Bak şimdi abla senin beş tane baş şüphelin var ya kitapta. Hah işte kendini bir dedektif olarak düşüneceksin ve alacaksın onları karşına, teker teker sorgulayacaksın. Neredeymişler, ne yapıyorlarmış, cesetlerle ilişkileri nelermiş falan filan işte sen daha iyi bilirsin bunları. Onları konuşturdukça senin de aklın yerine gelecek ve hop katili bulacaksın” Aferin lan Remzi o kadar da kafasız değilmişsin sana haksızlık etmişim. Hadi bir şeyler yiyelim sonra sen sağ ben selamet…
- Şüpheli: Kuduz Hüseyin
Hüseyin Mutlu. Lakabı: Kuduz. Yaş: 29 ama kendisi 28 olduğunda diretmiş. – hıyara bak bir de dalga geçiyor. Boy: 1,59 – Allah’ın tıfılı bok kadar boyuyla bizimkilere ayak diretmiş. Esmer, çatık kaşlı, Saçlarını ishal sarısına boyamayı sevi… “ Karışmayayım diyorum ama ayıp oluyor yahu. Hem benim burada ne işim var. Beni sayfa 161’de öldürmemiş miydin?” Takılma o mevzuya sen. Başka bir mesele için buradasın. Sana niye Kuduz diyorlar. Kuduz itler gibi sağa sola saldırdığın için mi? “ E bunu sayfalar önce açıklamıştım ya ne çabuk unuttun. Neyse tekrar anlatayım imalı küfürlerini kaldıramayacağım hiç. Kuduz, babamın lakabıydı. Babaannemin ocakta bıraktığı kaynar suyu ayaklarına dökmüş. Tabii sarıp sarmalamışlar ve iyileşmeye bırakmışlar. Bir gün yeri göğü inleten bir çığlık duymuş babaannem. Gelince bir de ne görsün? Bir kedi beşiğinin üzerine eğilmiş ve su toplayan yaralarını kemirip ayak parmaklarını çenesinde kütürdetiyormuş. O günden sonra adı kuduza çıkmış babamın. Ee n’aparsın ondan da bana geçti lakap haliyle.”
Peki ben seni niye cinayet büroya mıhlattım. Cinayetleri işleyen sendin di’mi aşağılık pezevenk!
“Sen gerçekten iyi değilsin. Sahi ilaçlarını alıyor musun? Beni hiç yoktan sebep öldürttüğünü, bundan dolayı Baş komiser İmtiyaz’a şiddetli kabuslar gördürerek hayatını felç ettirdiğini unutmuş olamazsın değil mi? Nekrofilim ben. O malum gece de işimi halletmek için mezarlıktaydım. Baş komiseri birisi takip ediyormuş morgda beni kesip biçerlerken kulak kabartmıştım mevzuya oradan biliyorum. Takip eden kişi mezarlığa doğru yönelmiş. Tam onu gözden kaybettim derken cinayet davasındaki ölü kızlardan birisinin cesedinin olduğu mezarda beni görüyor. Allah belamı versin- ki verdi zaten- mezarın kime ait olduğuna hiç dikkat etmemiştim. Tek el silah sesi oraya ilişkin hatırladığım son şey oldu. Rahat bırakın beni artık. Cehennem çukurundaki zebanileri, olanları hatırlamaya tercih ederim ben…”
- Şüpheli: Kevser
Kevser Mutlu. Yaş:39. Bizim kuduzun ablası. Hayatta kendine ait bir tanımı yok. Otuz dokuz sene yaşamış, bir dakikası kendine değil. Esasında kendi de bilmez mutlu mu, değil mi. Ömrü hizmetkârlıkla geçmiş, ailedeki düzeni kurmak mecburiyetinde kalmış küçük yaşta. Zira anası tıfıl kardeşini doğururken can vermiş. Kevser, pek konuşmaz, konuşamaz; galiba en son bebekliğinde, ağlarken kullandı ses tellerini. Ufak kafa hareketleriyle iletişime geçer çevreyle. “Zaten ev, bulaşık derken konuşmaya vakit yok ablam.” Aa, Kevser’in sesi duyuldu asırlar sonra. Yoksa sessizliğinin altında melun bir ruh yatıyor, öyle mi? “Estağfurullah canım, melun deme ayıp olur. Hem kime ne zararım olmuş, ev bulaşık derken…” Sen bulaşıktan başka bilmezsin anlaşılan ya da yılların yükü sana oyunculuk kabiliyetini armağan etmiş. Deli kocanı ancak senin gibi bir oyuncu idare eder. Çabuk söyle, kahvaltı bulaşıklarıyla mı yıkadın cinayet malzemelerini, sessiz sakin durman çekti ilgimi. Bu aralar daha da sessizsin sanki, kadın gezmelerine gitmez oldun, ördüğün patikler yarım kalmış duruyor divanda. “Kaynanam köyü soğuk diye bizim eve taşındı ya, hatta geçende çok geziyo’n diye laf etti. Dayaktan yüzüm gözüm patladı, sen yazdın bunları. Yapma n’olursun vallahi elim ayağım terledi konuşmaktan.” Niye, sıkıştın mı köşeye, ağır mı geldi sorgu, çabuk itiraf et suçunu vallahi bu ilaçlar uyku yaptı bende, başkalarını soruşturmaya mecalim kalmadı. “Yok, ablam, sorular değil bizzat sen beni gerdin. Seneler sonra ilk kez biri aldı beni karşına insan yerine koydu. Hüseyin’im varken hiç olmazsa bayramda seyranda iki kelâm ederdik. Çok zaman oldu konuşmayalı. Konuşmak yordu.” Ulan sorguya çekiyoruz sohbet etti zannediyor hatun. Yokluk da ne zor, ilaçlar tokatlıyor zaten iyice pestil oldu beynim Bundan iş çıkmaz başkalarına yönelmeli…
- Şüpheli: Jasmor
Gokhan Toker. Yaş :18 Lakabı : Jasmor…..
Karanlığın lordu diyorlar sana neden, senin karanlik yanın ne söyle bakalım, senin karanlığınla bu cinayetler arasında ne gibi bir bağ var , eğer konuşmazsan karanlığı sana harf harf göstermek zorunda kalırım.. nerede yakalandin ve ne yapıyordun o esnada? Bu kolundaki dövmenin anlamı ne ,bu masum kızla hikayen ne? Söyle çabuk karanlık mahlukat, senin gibi kaç pislikle uğraştım şu ana kadar hadi anlat da görelim ne haltlar yedin! “ Oh… Sen konuşurken aklıma Bizim City geldi. Susmaz diye diye içimi içimi yedim. Ben Jasmor Aslında bir Black Metal grubunda solistim. Saçma sapan bir cinayet nedeniyle bir hafta göz altında kaldım. Bir kız öldürülmüş ve üzerinde Metallica t-shirti varmış, sirf bu sebepten metal dinleyen, bu müziği yapan, yazan çizen kim varsa hedef haline gelmiş, bana sorguda ruhsal işkence yaptılar, en son kiminle yattın, kaç kedi kestin, en son ne kullandin. bir dua oku gibi tonla saçma sapan ve bitmek bilmeyen cehennem soruları, Ben Jasmor neden biliyor musunuz? Ailemi hiç sevmedim. Onlar gibi değildim, annemi sevsem de babamı hiç sevmedim, o yüzden onun koyduğu ismi reddettim ve 17 Yaşında kendi ismimi koydum. Jason 13.Cuma’daki karakterimdi, Morgan Freeman’da en sevdiğim aktördu. O yüzden adimi Jason Morgan koydum kısaca Jasmor; ınsanlarla sorunum vardı, anti-sosyal bir adamdim, dinlerden nefret ederdim. Kisacasi farklı biriydim .Benim tek dostlarım hayvanlardi, hatta en iyi dostlarım onlardı, sahilde ve sokakta şarap içip genellikle sarhoş olduğumda onlarla uyanırdım güne ve hep kendimi bildim bileli vegandım, degil kedi kesmek ,bu suçlamayla maruz kalmak beni delirtmişti ve cok üzmüştü. Dedigim gibi ben içine kapanık, anti sosyal bir insanım, Peki ya Metal? Benim en büyük gücümdü, içimdeki öfkeyi bastırdığım tek şey sahnelerdi, ben karanlık sanatlara ait biriydim ve sahnede her türlü showu yapardım ve yapıyordum da, ama bunlar ne kadar sahnede seytani ve siddetvari olsa da, gerçekte böyle değildim, çocukken babasından siddet görmüş ve bunu asla unutamamış biriyim ben ve ondan nefret etmemin sebebi bu ve ben hayatım boyunca değil bir cinayet işlemek, ses yukselmesinden bile korkan bir çocuğum, metal dinlemek beni hep güçlü kılar, benim kahramanlarım Mayhem, Dissection ve Bathory ‘di. Ben bu müziği yaparak ayakta duruyordum.. Bir sahnede en şiddetli ateşli showumu gerçeklestirirken yaka paça tekmelerle göz altına alındım ve bunları ifademe geçtiler ve sonunda ekledim Ben Jasmor Ben bir katıl değilim, ben bir satanist değilim, ben bir katil hiç değilim ama beni bugün burada öldürseniz de sorun yok ben son nefesime, geberinceye kadar metalci olacağım…
- Şüpheli: Doktor
Elif Uzun . Yaş:36 ama 35 de olablirmiş. Lakabı:Doktor.
Ulan ben lakabını soruyorum bana ünvanını söylüyor. Doktor olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek! Anlat bakalım kendini Doktor Hanım. ”Sandığın gibi değil aslında gerçek bir doktor muyum orası meçhul-Oraya sonra değiniriz-Ne kadar çabuk unutmuşsunuz kendi öykünüzü. Neyse kendimi, hayatımı anlatmaya başlayayım .Sıradan bir pediatrist hayatı işte. Henüz evlenmedim ,hayatımı çocuklara -aynı ölen kız gibi tatlı çocuklara- adadım. Onların acılarını paylaşıyorum ki daha az hissetsinler acıyı. Hayatım boyunca doktorluğun verdiği duyguyu yaşamak için çalıştım.18 yıl önce de tıbbı kazandım. Çok sevdiğim ailemden ayrılmak, yuvamdan ayrılmak beni parçalamıştı. Özellikle minik kardeşimden ayrılmak- o yeni büyümüşken artık onunla paylaşabileceğim şeyler varken ayrılmak- beni çok üzmüştü belki de bu yüzdendir her zaman içimde yarım kalan bir çocuk sevgisi vardı. Alanımı belirlerken bu ukde belirleyici oldu. ”Evet doktor mesleğini ne kadar çok sevdiğin belli ama şuan şüpheli durumundasın ve kurban bir çocuk olsa da seni mesleğin kurtaramayacak. İnsanların hayatının senin elinde olmasından zevk almadığın ne belli? Belki de bir narsistsin ve çocukların sana muhtaç olduğunu düşünüyorsun”. “Doğrusu ben bu kadar çok hayat kurtarırken beni kasıtlı bir şekilde birinin hayatını sonlandırmakla suçlamanız çok ilginç, narsist olmamı düşünmenizden bahsetmeyeceğim bile.” Kurban ile bağlantın nedir?. ”İşte asıl sorun burada ,somut bir bağımız var mı ? Başa dönelim lakabımın yerine unvanımı yazmamın nedeni o ünvanın gerçek olmamasıdır belki de. Kız beni cinayete yakın sürekli rüyasında gördüğü için şu an buradayım. Kızı etkileyip onun bilinçaltına girecek kadar korkuttuğumu düşündüğünüz için. Ben gerçekten var mıyım bilmiyorum. Belki de sadece doktorlara olan tutumunuzdan beni şüpheli olarak görüyorsunuzdur . Sadece bir düş müyüm?
Sahi ben gerçekten var mıyım?… İşte onu ben bilemem, sıra sizde..
. . .
Bangır bangır Ferdi çalıyor evde* demek isterdik ama Züleyha hanım fanatik derecesinde metalci olduğu için içeriden gelen sesler de bol gürültülü bir şarkıya aitti: “Artık demir aldık bu limandan dikkat siyanür var!/ Artık ömür aldık bu hayattan dikkat siyanür var!” diyordu Gasp isimli grup. İki gündür aralıksız çalıyordu ve komşular sinir krizinin eşiğindeydi. Halbuki hiç böyle yapmazdı. Tamam kendisi yazardı- hem de en meşhurundan- garip takıntılarını görmezden geliyorlardı ama bu kadarı da fazlaydı. Şarkıda siyanür kelimesi geçtiği için kapıyı zorlamaya korkmuşlar ve iki günün sonunda polise haber vermişlerdi. Polis gerekli hazırlıkları yapmıştı. Aylar önce Türkiye’yi sarsan o ölümlerden dolayı tecrübeliydiler ne de olsa! Sonunda içeri daldıklarında Saliha hanımın pörsümüş cesedi ile karşılaştılar. Olay yeri inceleme ekipleri gerekli işlemlere başlarken polisler de komşulardan gerekli bilgileri alıyorlardı. Kadın yalnız yaşıyormuş. Kocası yok, ölmüş daha doğrusu yıllar önce. Kardeşi ya da kendisinden büyük herhangi bir abi ya da ablası yok. Tek bir oğlu var o da yurt dışında. Araları bozuk, arayıp sormazmış…
Evde bir intihar notuna rastlanmadı ama olayın intihar olduğu su götürmezdi. Hastalığını da o zaman fark ettiler. Zaten doktoru da doğrulamıştı. Hatta hayaller gördüğünden de bahsetmişti. Yanında birisi varmış gibi sürekli konuşma halindeydi. Evde ayrıca etrafa saçılmış yüzlerce kâğıt bulmuşlardı. Bunlar, merhumenin tamamlayamadığı son kitabına aitti. Masanın üzerindeki nispeten daha derli toplu olan kağıtları incelediklerinde yazarın hastalığının boyutu da ortaya çıkmıştı.
Metinler, sayıklamalardan, sadece bunalım zamanlarında görülebilecek kelime yığınlarından, hayali karakter sorgulamalarından ve daha nice anlamsız cümlelerden ibaretti. Karakterler, roman sayfalarındaki karakterlerin aynısıydı. Yazar dedektifliğe soyunup, unuttuğu şeyleri hatırlamak istemişti belli ki. Sonrası mı? Meçhule giden bir gemi….
- Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde: Bir Mahir Ünsal Eriş kitabı.