Mahmut Şenol’la, Ekim 2020’de Sia Kitap – Gün Ötesi Yayınları’ndan çıkan, “Bir Roman Yazılıyor – Nicky’yi Öldürmek” adlı kitabı üzerine söyleştik.
Mahmut Şenol: Romanların okuru iç dünyalarında gezinmeye davet ettiği öteden beri bilinir, zira roman bireyselliğin ürünüdür. Hatta öyle ki, roman yalnız okunur, iki kişi yan yana televizyon izler, tiyatroya da gider, hatta gazeteyi bile müşterek okur ama roman öyle mi ya! Bakmayın toplu okuma-sesli canlandırma gibi versiyonlarına, bir okur sayfaların içinde kaybolmalıdır, diğer deyişle kendi içine dönmelidir. Orada roman kahramanlarına benzeyen tanıdıklarını, belki kendisini araştıracaktır; ben bunlara benziyor muyum, şu tanıdığım yoksa bunun gibi miydi, işte bu soruları sordurur roman. Roman kahramanlarının zihinlerinden geçeni çözmeye çalıştıkça roman görevini yapıyor demektir. Sanırım siz de romanımı okurken, roman kahramanı Mümtaz yahut gündüz güzeli Beyza Ferah’ın meslek seçimlerine, bunların arkasındaki zihinsel tasarılara takıldınız. Güzel, demek ki, aslında kendi yaşamınızdan örneklere rast gelmişsiniz kitapta… Bu romanın ortaya çıkışı için bir matematik düzeneğe benzer süreçten bahsedemem, roman yazarları tuhaf insanlar, akıllarından ne geçiyor belli değil. Bir şey düşünürler bambaşka şeyler yazarlar. Ben de Mümtaz’a içim ezilerek, hatta bazen gözlerim yaşarıp üzülerek duruyordum ne zamandır. Mümtaz’ın Beyza’yı bulması, onunla derin bir aşk ilişkisine girmesi hem benim yaşamımda yer etmiş hikâyelere dayanıyor hem gözlemlere; bir bütün olarak romancının hayatına yani… O yüzden tek bir yola çıkış hikâyesi yok aslında; düğüm düğüm olmuş ip yumağı gibi bir şeyi çöze çöze buraya eriştim, başka bir yere de varabilirdi, ben bu kadarını çözdüm.
Türkan Büyükköse: Mimar Mümtaz Candaş, geleneksel bir toplum ve ailede yetişen, annesiyle iç hesaplaşma içinde olan, anlaşılamamış, kendi kaygı ve korkularıyla baş başa kalmış hastalıklı bireylerin – özellikle erkeklerin – sesini temsil ediyor olabilir mi?
Mahmut Şenol: Annesiyle sorunlu kalmamış erkek çocuğu var mıdır, hiç! Mümtaz’ın annesi bir Çerkes kadını, Çerkesleri bilen bilir, birazcık zor insanlardır. Muazzez hanım da oğlunu habire sıkı bir terbiyenin içinde tutmak istemiş, sonrasında Mümtaz’ın bunaldığını okuyoruz romanda, annesiyle hesaplaşmak istiyor belki, fakat kadıncağız çoktan mevta! Gündüz düşlerinde, belki rüyâlarında onunla habire uğraşması hep bundan. Mümtaz Bey kendi kaygı ve korkularıyla yalnız bırakılmış tüm bireyler gibi kuşatılmış, Jean Baudrillard’ın Anahtar Sözcükler kitabında dediği gibi, bugünün modern insanı ¨bir başına bırakılmış, kendi sorumluluğunu taşıyan ve bütünüyle işlemsel bir moleküle benzeyen bireydir.¨ Mümtaz da yalnız, sorumlu yaşamından ama aslında birileri de onu anlasın istiyor; Beyza onu anladığını sanıp hayatına girmek büyük hatasını yapan kadın. Karşılıklı birbirine bakan aynalar gibi bu iki roman kahramanı kendi içlerinde sıkışıp kalacaklar romanda, çıkış beklenmeyen bir fırtınadır. Bireyin hastalıklı olduğunu söylemek istemezdim açıkçası, çünkü o vakit bir ruh hastalığı vurgusu ortaya çıkıyor sanki. Fakat sokağa çıkın, şöyle bir kenara çekilip seyredin gelen geçeni, hastalıklı diye tabir ettiğimiz insanları zaten görmüyor muyuz? Eskiden kendi kendine konuşana vah vah denirdi, şimdi buna fırsat bulamıyorlar, kulaklıkları takılı neredeyse 24 saat cep telefonuyla birilerine sesleniyorlar; onları dinliyorlar mı, bundan da emin değilim.
Türkan Büyükköse: Karakterlerinizi oluştururken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Mimar Mümtaz Candaş ve Beyza Ferah. Her ikisi de unutulmayacak karakterler. Özellikle Beyza… Neden bir eskort kız mesela?
Türkan Büyükköse: Nabokov, “Gerçek kitap okuru, o kitabı yeniden okuyandır,” der. Romanınızda, Oblomov’dan ve daha birçok karakterden söz etmişsiniz. Sizce bir kitabın anlaşılırlığı ve kalıcılığı neye bağlıdır?
Mahmut Şenol: Nabokov’un bu aforizma değerindeki sözünü daha önce duydum mu, hatırlayamadım. Ama buna benzer başka bir şey söyleyeyim, Latin entelektüeller, yazan yazdığını iki kere okuyandır der; Qui scribidit, bis legit. Öyledir nitekim. Acaba Nabokov’un sözü, bir kitabı önce okur kimliğiyle okuruz, sonra onu sahiplenirsek ikinci kez okuruz anlamına mı geliyor, kestiremedim. Romanım baştan aşağı referans dolu, pek çok eleştiri de aldım kimi okurlardan, bu kadar bilmiş bir roman kahramanı çekilir gibi değil diyorlardı. Mümtaz Candaş böyle bir roman kahramanıdır ama, ben n’apabilirdim! Malümatfuruş bir adam gibi her şeye bir cevabı var, Oblomov’dan tutun düzineyle isimden bahsediyor konuşurken, daha doğrusu iç konuşmasında… Bu anlamıyla romanın anlaşılırlığını zedeleyen bir yanı var mıdır, bilemem. Böyle bir kahramanın habire veciz söz yumurtlaması, bir romanda olamaz mı, bence olur. Belki çok-satanlar arasına girmemesine sebep olur, bilirsiniz popüler kitaplarda böylesi kahramanlara rast gelinemez. Şundan emin olarak söyleyebilirim ki, bir romanın anlaşılır ve kalıcı olması aynı şeyler değildir. Fakat bunlar ilişkili olgulardır. Çok-satanları alın mesela, anlaşılır kitaplardır ama kalıcı mı, emin değilim. Pek çok edebiyat eseri sayılamaz durumdaki dedektif romanları, mesela Amerikan pulp-fiction’lar da öyledir, okuyun, ertesi gün yarısını hatırlamazsınız, bir gün sonra tamamı silinir. Silinmektense, az okunsun ama mesela Mümtaz Candaş bir roman kahramanı olarak aramızda yaşasın isterim.
Türkan Büyükköse: Mümtaz Candaş, yazdığı roman kahramanı “Dombraço” üzerinden kaygılarıyla yüzleşmeye çalışıyor. Bu noktadan hareketle edebiyat, kişilerin hem kendileriyle hem de toplumla yüzleşmesidir, diyebilir miyiz?
Türkan Büyükköse: Sinemadan felsefeye ve sanatın farklı dallarına uzanan kültür birikimiyle romanınızda, yatay düzlemdeki nesnel gerçekliği, başarıyla, dikeyin sonsuz gerçekliğine ulaştırmışsınız. Buna göre eserinizin, edebiyat dünyasında sağlam bir yere oturabileceğini söyleyecek olursam, yorumunuz ne olur?
Mahmut Şenol: İltifatı kabul etmeyecek kimse olmaz, ben de öyle! Teşekkür ederim, böyle düşündüyseniz. Romanın kahramanları unutulmasın, yeter. Olaylar, olay akışı belki bir bütün olarak hatırlanamaz ama romandaki sahneler ve karakterlerin varlığı bizimle yaşarsa, bir şeyle bir gün karşılaştığınızda ¨A-aa, tıpkı Mümtaz Candaş’ın yaptığı gibi¨ derseniz mesela, işte o vakit, benim için roman sağlam bir yere oturmuş olur. Şimdiye kadar aldığım izlenim sanki bu yolda giderek Mümtaz Candaş & Beyza Ferah çiftinin yer etmeye başlamış olduğunu gösteriyor.
Türkan Büyükköse: Mahmut Şenol, nerede ve hangi ortamda yazmayı sever? Belli bir yazma alışkanlığı var mıdır? Bilgisayar başındaki Mahmut Şenol nasıl bir insandır?
Mahmut Şenol: Ben daktilo kuşağından kalmayım, üstelik F klavye-Türkçe klavyeyle başladım; Cumhuriyet’teki ilk günlerimden itibaren. Sonra Q’ya geçildi, derken bilgisayara. Ama benim için hâlen bilgisayar bir daktilodur. O yüzden mesela klavyeye bir keresinde daktilo tuş seslerini bile yüklemiştim; ne fantazi ama! Mutlaka çalışma odamda, masamın başında olmalıyım, çok nadiren dışarıda yazabilirim. Hikâyeler yazarken başka, o vakit kısa bir macera gibi dışarıya, kafelere gidip yazdığım da oldu. Daktilo-bilgisayar başında yazarken mutlaka değil ama tercih ederek Bach dinlemenin sanki verimli olacağına inandım, biraz öyle ¨klasik takılıyorum.¨ Bunun dışında hiperaktifliğim hâlen, 63 yaşıma rağmen sürüyor herhalde, yerimde duramam, iki satır yazar ve eğer kendimi kaptırmamışsam, kalkıp bir şeyle uğraşır, tekrar yazıya dönerim. Tuhaf ama işte böyle.
Türkan Büyükköse: Pandemi süreci sizi nasıl etkiledi? Romanınızı okuyanlar, bundan sonraki çalışmalarınızı merak edeceklerdir. Yeni projeleriniz var mı?
Mahmut Şenol: Salgın alışkanlıklarımızı değiştirdi, tekrar eskisi gibi olur muyuz endişesi içindeyiz, hayır yani olmayacaksak bilelim de şimdiden unutalım eskiyi diyorum fakat ne geçmişten kopuyoruz ne bugüne kıyıyoruz. Martin Heidegger’in dediği gibi geçmiş yok aslında, bugün ise bir incecik zar gibi geçirgen ve dünü geleceğe bağlıyor. Asıl gelecek var! Hepimiz için öyle değil mi? Bu uzamış sohbeti okuyan okurlarımız bile, bitse de kurtulsak diye bekliyorlar; yapılacak işi var herkesin… Yeni projesi olmayan insan da yok işte o yüzden. Herkesin telaşı var, hep geleceği tamamlamak istiyoruz. Bana gelince bu yılın sonuna bir roman ve bir de 13 hikâyelik bir kitap tasarım var, fakat emin değilim, salgın ve piyasa ilişkisi nedir diye! Bağlı olduğum ONK Ajansa bir sormalıyım ve tabii birlikte olduğumuz SİA Kitap’ın değerli editör ve yayıncılarına…