Mahmut Şenol’un, Ekim 2020’de Sia Kitap – Günötesi Yayınlarından çıkan “Bir Roman Yazılıyor – Nıcky’yi Öldürmek” adlı eseri okurlarıyla buluştu.
*Mümtaz Candaş, Metra Mimarlık Şirketinde çalışan bir mimar. Dört yıldır İstanbul’da yalnız yaşıyor. Beyza Ferah, Mümtaz Candaş’ın romanlarından birini okuyan ve onunla tanışmak isteyen genç bir kadın. Aynı şirkette görevli Psikolog Nesli. Beyza’nın üniversiteden arkadaşı. Ve telefonun öbür ucunda Canan Hanım.
*Nıcky ile yirmi yıllık evliliği sona eren Mümtaz Candaş, Amerika’dan İstanbul’a döner. Beyoğlu’nda annesi Muazzez Hanım’dan kalan eve yerleşmek zorunda kalır. Bugüne kadar hayatını roman yazarak geçirmiştir. Asıl mesleği mimarlık olduğundan, Metra Mimarlık Şirketinde çalışmaya başlar.
*Bireyin varoluş temellerine dayanan iç ve dış çatışmaları, pozitif kadercilik, düşle gerçek, geleneksel anne – baba tutumları, insan olmak gibi ahlaki kavramları sorgulayan bir eser. Yalnızlık teması üzerine kurulmuş, – psikolojik – gerilim, macera – bir roman.
– Sy. 201 Giderek, gide gide, Oblomovlaşıyor muyum ne! Yatmayı sevmezdim bu kadar, şimdi gözüm hep yatakta / … Freud diyordu galiba, uyku en güzel tasarlanmış gerçeklerden en muhteşem kaçış yoludur, diye. Benimkisi de böyle mi? Yine Lacan- Freud, sonra ardından boş laflar.–
*Takıntılı ve kaygılı bir insandır Mümtaz. Gün içinde olanları kafasında evirir çevirir. Geceleri çiş molasından sonra uyku zehir zıkkım olur. Melankolik bir anlatımla kurulan atmosfer, mizahi cümlelerle tamamlanıyor.
– Küçük odamda yan duvar boydan boya kitaplık. Yerden tavana büyük kütüphanem üstüme devrilse altındayım; devrilsin anasını satayım, devrilsin de kitapların arasında kaldı, öldü desinler. /… Zıplarım dedim ama yatak zıplanacak yatak değil / … Böylesi yataktan öyle zıp zıp kalkılamaz. Sıçrasan burnun 60 santim uzağındaki kitaplığına değer.–
*Mekân olarak seçilen odanın atmosferi, Mümtaz’ın kaygı ve kokuları, içe dönük yaşantısı, kendini tek odaya kapatması, — Diğer odaları kilitleyerek kitaplık ve duvar arasındaki boşluğa yatağını sıkıştırmıştır.– yabancılaşma, iletişimsizlik, öteki olandan korunma isteğine hizmet edecek şekilde oluşturulmuştur.
*Karakter- mekân ilişkisi açısından bakıldığındaysa oda, tehlike anında güven arayışının bir imgesi olarak düşünülebilir. İçimizdeki ben ve öteki ben arasında varolan iktidar mücadelesi.
Sevmediğimiz, duymak istemediğimiz şeyleri fısıldasa bile onlarla uzlaşmak mı lazım? Ya uzlaşamazsak!… Bir ruh hastalığının eşiğinde mi oluruz? İçimdekiyle konuşmuyorsam, onu küstürmüşsem… İşte o zaman fena!…
Sy.69. İçimdeki ben olan şeye ister vicdan deyin, ister ego, isterseniz benlik, hafıza,
kişilik, ahlak, hissediş, hasılı ne derseniz deyin sonuçta o benim arkamda, omuz başımda durur / … ‘Bir ben var içimde benden içeri,’ diyen Yunus Emre.”
*Annesini sekiz yıl önce kaybetmiştir Mümtaz. Mezarını ziyaret ederken yaşananlar bir maceranın ve olay örgüsünün başlangıcı olur.
*Beyza karakterini tanırız sonrasında:
Zavallı pratisyen doktor eskisi Beyza… Kemalettin Albay’ın kızı Beyza… “Paşa olacak adamdım ama albaylığa katlandım. Niye, sor bakalım Beyza Hanım. Seni Ankara’da okutabilmek için. Paşalık askerle sipere gitmeyi gerektirir. Ben ne yaptım, size güllabicilik ettim…” Annesiz büyüyen… Her şeye sahip olmak isteyen… Bu yüzden her boyaya batıp çıkan Beyza…
*Mümtaz’ın tek amacı yazdığı romanı bitirmek, Nıcky’den kurtulmaktır. Ah, şu yalnızlığı da olmasa… “Şuracıkta kalp krizi geçirip düşüp ölsem kaç gün sonra beni bulurlar.”
*Yazarın derdini anlatmak için kullandığı en önemli araçlar, nesneler:
Oda, kitaplık, yatak, mezar, yazdığı roman, bilgisayar, gemi, bir demet sümbül, fesleğen, adı soyadı ve iş yeri adresinin yazılı olduğu kart, kitaplar – İrfan Yalçın’ın “Fareyi Öldürmek” –Spinoza sunumu.
*Kavram düzeyinde düşünecek olursak:
Acı – yabancılaşma, cinsellik – toplumsal normlar, varoluş – ölüm, özgürlük – dışlanmışlık, korku, kaygı- tehdit, yalnızlık- güven.
*Yazma ve yaratma sürecinde yaşadığı sıkıntıları okuyucuyla paylaşır.
Geçici bir başlık koyar:
– Lapis Lazuli Gemisinde Bir Yazar –
Roman kahramanı Dombraço, ortadan kaybolmuştur. İzmir’den gemiye binip binmediği belli değildir. Diyelim ki bindi. Gemide bir kadınla tanıştırmak ister ama nasıl yapacağını bilemez. Düşündüğünü yazamadığı gibi Dombraço’nun geleceğini de planlayamaz.–Yazar tıkanıklığı–
*Mümtaz Candaş ve Beyza Ferah başlığı adı altında otuz yedi bölümden oluşuyor kitap. Birinci tekil şahıs anlatım. Karakterleri hem kendi hem de karşı tarafın bakış açısıyla tanıyoruz.
“Bir tutam Oblomov, Sergüzeşt’in Celal’i, Halid Ziya’nın Ahmet Cemil’i, Mehmet Rauf’un Süreyya’sı, Recaizade’nin Bihruzu’nu halitada erit,” işte o benim, der Mümtaz kendini tanımlarken. – Zaman zaman evden çıkmak istemeyen isteksiz yanı, sanata düşkün, Batı kültürü almış, son derece alçak gönüllü, topluma yabancı, özenli, spor giyinen, daha çok iç dünyasıyla ilgilenen–
* İronik bir dille yazılmış. Yasaklı sözcükler listesine giren “ayıp, çok fena” diye kullanılmayan sözcüklerden kaçınılmamış. Özellikle Beyza ve Canan karakteri anlatılırken. “Kadın Argosu sözlüğünden” yararlanılmış. Eski kelimelere yer verilmiş.
– müstantik ‘Osmanlıca’ – behemahal ‘Farsça’- şetarat ‘Arapça’– fücceten ‘Arapça’ vb. –
* Çocukluk deneyimlerimizin, — yakın çevre, ebeveyn davranışları — kişiliğimizi nasıl etkilediği noktasından bakarsak, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam “C.” Karakteriyle bir bağ kurabiliriz.
* Romanda sözü edilen yerli ve yabancı kaynakların çokluğu, çeşitliliği; anlatıyı teknik açıdan daha da güçlendirmiştir. –Mitoloji, felsefe, sosyoloji, edebiyat, sinema, tiyatro, resim–
“ Sy.68 Farz edelim ki tek başınayız ve yalnızız. Dünyada bizden başka kimse olmasın. Buna del Mondo Senza Genta, diyor Dante, İlahi Komedyasında… İnsansız bir dünya! Böyle olsaydı kendimizden başka biri olmayacağından farklılık ve benzerliklerimizi kıyas edeceğimiz bir öteki olamazdı.”
*Örnekler çoğaltılabilir: Lacan, Spinoza, Oğuz Atay, Kafka, Andre Gide, Albert Camus, Cervantes, Homerus, İlyada ve Odysseia, James Joyce’un, Odesseus öykünmesi olan büyük eseri Ulysses.”
Bu yazıyı yazarken karakterler üzerinden gittiğimi fark ettim ve durdum. Ancak sonra anladım ki Mahmut Şenol, kamerasını bu yöne çevirmiş. Okuyucuya göstermek istediği bunlar. Son bölümde kamera derinleşecek, Mümtaz Candaş’ın iç mağarasına doğru, Hadrianus gemisiyle — Lapis Lazuli’nin adı değişti – yolculuğa çıkılacaktır.
Ah Muazzez Hanım ah!…
“Evladım arkadaşlarının evinde çok kalma, istemezler seni, ayıp olur!”
“Okulda herkesin içinde yemeğini yeme, gösterme. Alan olur alamayan olur, ayıplarlar seni.”
“Komşu kızıyla böyle altlı üstlü oynama, gören olsa öpüyorsun, mıncıklıyorsun zanneder, uzak dur, ayıptır.”
“Sokakta kadınlara bakılmaz, onu görgüsüz insanlar yapar, sen başını eğerek yanlarından geç, ayıptır.”
“Evladım evde kendi başına konuşup durma kendinle. Deliler böyle konuşur. Ayıptır.”
Durmadan konuşuyorsun anne. Mimar olmamı da sen istememiş miydin? Her şeyi kontrol etmek istiyorsun. Benim nasıl bir karaktere dönüşeceğimi görmek mi istiyorsun? Nesneleşen beni yok edip özne olma isteği.
Nicky kötülüğün metaforu. Annenin. Varoluşunun karanlık tarafı Nıcky. Geçmişi, kaygıları, korkuları. Kötücül yanı Nıcky. İçini kemiren. Onu sürekli rahatsız eden. Görünen yaşamın arkasına saklanan Nıcky.
Proust’un dediği gibi “Bu hayatın altında gürül gürül akan bir hayat vardır.”
Ya o hayatı arayıp bulmak, ya da sırtımızı dönmek…