Şiiri, hayattan yüce bir yere koyan, şiiri Tanrı ilan eden bir kadının büyüleyici olması kaçınılmazdır. Sanatçıların insan üstü varlıklar olarak algılanmasına, tabulaştırılmasına karşıyım; ama bir hayatı şiir uğruna harcayacak cesareti göstermek çok güçlü bir var oluşu beraberinde getiriyor. İsyanla başlar Furuğ’un macerası, babasına isyan eder, ataerkil yapıya isyan eder, riyakarlığa isyan eder, sahtekarlığa isyan eder. Bu, kendi varlığını toplumsal tabulara, kurallara, maskelere feda etmemek için son gücüyle çabalayan kadının isyanı büyüdükçe büyür, Tanrı’ya da isyan eder, bu bir var oluş sorgulamasıdır. Tanrı’ya isyan daha çok dine, dinin algılanışındaki riyakarlığa, koşulsuz teslimiyete isyandır. Denilebilir ki Furuğ toplumla, Tanrı’yla çatışmalarının kaynağını çözmek için kendi içine doğru bir kazı çalışması yapar. Bu kazı çalışması onun hem kendi benliğini daha çok tanımasına olanak sunar hem de toplumun törpüleme, biçimlendirme, kendine uydurma refleksleriyle mücadele etmesini sağlar. Toplumun sürekli bünyesinden atmaya çalıştığı, çatıştığı bir özneye doğru evrilir Furuğ. Bu da elbette onu hem kendi zamanında hem de ölümünden sonra bir efsaneye dönüştürür.
Furuğ’un yolculuğu tekildir; ancak bu yolculukta onu en çok besleyen, kendisini daha çok tanımasını sağlayan kişi hayatının aşkı olan İbrahim Gülistan’dır. Furuğ’un yazdığı şiirin hem biçimsel hem içeriksel serüveni bu aşk ilişkisiyle beraber bambaşka bir hal alır. Furuğ her anlamda yeniden doğar. Bu yeniden doğuş yalnızca şiirin yeniden doğuşu değildir kanımca, Furuğ hayatı, insanı anlamakta geldiği aşamayla da yeniden doğmuştur. Denilebilir ki onun var oluşu ve Tanrı’yı anlama çabalarının da bir ürünüdür bu ad. Furuğ yeryüzünden yalnızca bedenin göçüp gideceğine inanır artık, ruh ölümsüzdür, hep yeniden doğacaktır. Furuğ’un bütün şiir kitaplarının adları onun hem toplumsal hem sanatsal evrimini göstermesi açısından işaretler taşır gibidir. İlk şiir kitabının adı Tutsak, onun toplumla, aileyle, kurallarla bağlanıp kendisi olamadığı, ama bireyliğini kazanmak için verdiği savaşımı anlatır sanki. Sonra bu savaşımda karşısına çıkan duvarları imler gibi ikinci şiir kitabının adı Duvar çıkar karşımıza. Üçüncü kitabı İsyan, bu duvarları ancak isyanla yıkabileceğini, tutsaklıktan ancak böyle çıkabileceğini gören bir kadının hayranlık uyandıran sıçrayışını gözler önüne serer. Ve ilk üç kitabının birbirine yakın aralarla çıkmasından sonra 6-7 yıllık bir aranın ardından kendini doğurmuş bir kadın olarak şiir göğünde yükselir Furuğ. Hayattayken gördüğü kitapları bunlardır. 1967’de 32 yaşında elim bir trafik kazasında ölen Furuğ’un ölümünden kısa zaman önce yazdığı, kitaplaşamamış şiirleri dostlarının çabasıyla İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına adıyla kitaplaştırılır.
Makbule Aras önemli bir boşluğu doldurmaya çalışan cesur bir çevirmen. Farsçadan Türkçeye önceden çevrilmiş Furuğ şiirlerinde eksik bulduğum Türkçe (anadil olarak) tadını Aras’ın çevirilerinde yakalıyorum. Daha önceki çevirilerde dilsel bir hata söz konusu olmasa da sanki bir tad bir baharat eksikliği mevcuttur. Aras cesurca bu boşluğu doldururken bunu onun anadil sularında yüzmesine ve kadınlığına yazıyorum. Furuğ, Aras’ın çevirisiyle daha bir ışıltılı ve parıltılı…