Tüm yazınsal türler içinde belki de en ayrıcalıklı yere sahip olan şiirin farklılığı ve ayrıksılığı, her okurun başka bir anlam yüklediği, değişik açılardan yorumlayabildiği öznel, öznel olduğu kadar da algıyı zorlayıcı yapısından kaynaklanır. Şiir yalnızca bir yazınsal tür değil, aynı zamanda gündelik yaşamın dışında bir algılama biçimi, gündeliğin sıradanlığı dışına çıkan bir ruh halidir. Bilinçaltının kapılarını açarak, varolan dünyanın görmediğimiz, görmezden geldiğimiz, ayrımına varmadığımız, belki de görebilecek birikime sahip olmadığımız boyutlarını gösterir. Ayrıksı bir imgelem ve izlekler bütünüdür şiir. Doğası gereği, en basmakalıp deyişle, düzyazının anlatacağından daha fazlasını, daha derinlikli bir halde sunar okura. Ancak okurdan da bir birikim bekler. Yüzeysel okurun gözünde derinliğini yitirirken, düşünsel derinliğe sahip bir okurun karşısında, altanlamları giderek çoğalır. Bu çoğalan anlamlar şairin imgelem dünyasından gelen izleklerin okurun deneyimleriyle kaynaşmasının bir sonucudur.
Yavaş yavaş geçeceğim bu dünyadan
Vazgeçmeden hem gerçekten hem rüyadan (s. 4)
Asıl düello burada başlıyor: “hem gerçekten hem de rüyadan” vazgeçmeden yaşamla bir atışma. Yaşamla girilen bu atışmaya iki şairin söz düellosu eşlik eder. Göksel Altınışık’ın “Artık şiir yok, diyordum ya, varmış” (s. 4) dizesine Ali Ergur “Hayatın bazı dönemleri şiire daha yatkındır” (s. 5) diye karşılık vererek şiirin bir proje olmadığını vurgular. Altınışık’ın lirizmi Ergur’un imgeselliği ile çarpışır. Ancak bu gerçeküstülük şiirin kale duvarları kadar da somut olmasına engel değildir onun şiirinde. Sözgelimi, Altınışık; “şiir kırılgandır ve dirençlidir” (s. 4) diyerek karşıt izlekleri bir dizede buluştururken, Ergur bu dizelere “Döktüm heybemde ne varsa / sözcüklerden kaleler kurdum” (s. 5) diyerek Altınışık’ın “şiir dirençlidir” önermesini “kaleler” ile perçinler.
Altınışık “şiir hep bir bahane arar” diyerek başlar ve en zor düellonun kendisiyle olduğunu söyler:
En zor düelloyu seçmişsin:
Kendinle…
En ölümcül silahla hem de:
Kaleminle… (s. 6)
Hele bir çıkalım yolculuğa
Varmak değil de
Yolda olmak anlam katacak
Yaşanmışlığa (s. 9)
Altınışık’ın şiir yolculuğu hep göç etmek, yolda olmak, bir yerlerden gitmek ile yoğrulmuş bir imgeler bütünüdür. Ancak bu gitmeler ve yolculuklar mücadelenin sürmesi için gerekli olan ayrılıklardır. Yanımıza alınacaklar geçmişin acıları değil, yalnızca kitaplardır:
Bir tek kitapları yanımda götürüp
Son kez kapı eşeğine oturup
Yaşanmışları acımadan unutup
…
Bu kır kahvesinden gidesim var. (s. 11)
Ancak yolculuklar anlam arayışından bağımsız değildir. Atınışık hekim kimliğini yaşamın gerçek nedeninin anlam arayışı olduğunu belirterek yansıtır: “İlerlesem unutmadan, başlangıcımı. / Bulabilsem anlamını, yolculukların” (s. 13). Ancak bu çaresizliğin ve anlam arayışının devası şiirdir:
Şiirsiz kalmasın diye dünya
Mısra doğurur. Çığlık çığlığa
İlham perileri gündüz gece (s. 17)
Ergur ise Altınışık’ın yolculuklar ile anlam arayan şiirine, evrenin gizem dolu sonsuzluğuyla yanıt verir:
Atladım Samanyolu dokumasından atıma
Girdim billur saraydan içeri
Zaman durdu, kalbim kanatlandı (s. 5)
Ergur’un yaralarına evrenin sonsuzluğunda aradığı çare, “şefkatli, bilge, göksel” (s. 5) bir dokunuşla gelir. Ergur’un şiirinde çare yola çıkmakta, yolculuğu sürdürmekte değil, “duygu sancağında valilik” (s. 5) yapma metaforuyla tanımladığı, evrenin ve varoluşun sırlarını, doğanın sunduğu sonsuzluk imgelerinde bulmaktadır, çünkü bizi bilgeliğiyle saran göklerdir:
Kırık bir aynadan çoğalan semender
Kurşun dökmüş gibi kesif tutku
…
Baştan başa turunç salkımı gök gibi
Sel çağıldarmış gibi an yarılırmış gibi
…
Merceğinde bir gelincik döner ipince
Tersi ipek kılıcında yansıyan imgesiyle İskender. (s. 19)
Hem Altınışık’ın hem de Ergur’un yolculuğunun, bu metaforik yolculuk süresince birbirlerine dizeleriyle verdikleri şiirsel yanıtların varış noktası sevgidir. Altınışık “Sen ortancaları getir / Ben yavruağzı gülü” (s. 48) derken varılan noktanın yerleşmek, yerleşmenin de çiçek saksıları dizmek kadar huzur verici olduğunu vurgular. Ancak bu huzur ancak yaralara başkaldırmakla mümkündür:
Gülün bükük boynu
Başkaldırıyı öğrensin ortancalardan
Dimdik dursun karşısında
Dikenin açtığı yaralar karşın (s. 48)
Göksel Altınışık, bir hekim kimliğiyle, acıları ve yaraları sağaltmanın onlara karşı dimdik durmakla mümkün olduğunu, Ali Ergur ise bir sosyolog kimliğiyle, yaralara karşı dimdik durmak kadar, yenilemenin, kalıcı çözümler bulmanın da önemini vurgular imgesel şiiriyle. En Zor Düello şiir türünde çok sık rastlanması mümkün olmayan, iki şairin ortaklaşa yazarak da bir şiir kitabı üretebileceklerinin göstergesi. Başlığıyla hem yaşamla, hem kişinin kendisiyle girdiği bir düelloyu anıştıran kitap, iki şairin, iki akademisyen şairin, iki bilim insanının şiirsel düellosu. Bir yanda Altınşık’ın lirik, duru, gündelik imgelerle aradığı derin anlamlara, Ergur’un evrenin sonsuzluğundan devşirdiği çok katmanlı dizeler yanıt verir. Buluştukları ortak nokta ise, kırgınlıklara, acılara, yaralara karşı en iyi duruşun yola devam etmek olduğudur. Dingin ve sevgi dolu bir varış noktası ancak ırmak yataklarında akmaya devam etmekten, akışı olmayan dere yataklarını yenilemekten, göklerin billur renklerinden, kainatın güzelliklerinden geçmektedir. En Zor Düello, iki şairin, harcı güven ve sevgiyle karılmış ilişkisinden doğan lirik bir senfoni.
Altınışık, G. & Ergur, A. En Zor Düello. Mantis Kitap. Denizli. 2020.
[1] Prof. Dr. Göksel Altınışık, Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesidir.
[2] Prof. Dr. Ali Ergur, Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğretim üyesidir.