Mehmet Erte ile Onur Köybaşı Söyleşti
Onur Köybaşı: On bir yıl aradan sonra üçüncü şiir kitabınız Çatlak, Edebi Şeyler etiketiyle derimize sızmak için raflarda yerini aldı. Kitabı elime ilk aldığımda bir fay hattı üzerinde gezdiğimi sezinlemeye başladım; her sarsıntıda geçmiş ve gelecekte gidip geldim. Her sarsıntıda yazmış olduğunuz sözcüğün şifa da zehir olduğunu da… Doğru anıya yahut gidilmesi gereken yola harita ya da köprü olduğunu da sezdim. Nasıl başladı Çatlak’ın öyküsü ve nasıl sızmaya başladı?
Mehmet Erte: Benimle yapılan ilk söyleşiden –2003’ten– bu yana çalışmalarımın birbirine bağlı olduğunu, elimden çıkan parçalar arasında çatışmalar varsa da hepsine birlikte bakıldığında birbirlerini bütünlediklerinin görüleceğini dile getirdim. Çatlak’la (2021) bir bakıma Suyu Bulandıran Şey (2003) ve Alçalma (2010) adlı kitaplarımdaki eksik parçayı yerine koyduğuma inanıyorum. Diğer yandan, belirttiğiniz üzere bu kitap bir köprü vazifesi de görüyor. Tabii ben “köprü” gibi uzlaşma sağlayan bir kelime yerine “çatlak”tan bahsetmeyi tercih ederim. Mesela 1995 tarihli “Yaşadık mı” adlı şiirimi Suyu Bulandıran Şey’e almamıştım ama bu şiirin ilk dört dizesi Alçalma’nın ilk sayfasında okuru karşılamış, bir bölümü yine aynı kitaptaki “Aya Saranda Taraflarından Esen Rüzgâr”da yer almış ve bir dizesini de 2013’te kaleme aldığım “Var mısın” adlı şiirime bağışlamıştı. Okur “Yaşadık mı” ile “Aya Saranda…” arasındaki ortak dizelerde değişen kelimeleri fark etmeyebilir, ama ben bunlar üzerinde uzun uzun düşünerek hayatımı sürdürüyorum.
Onur Köybaşı: “Yaşadık mı” şiirinizde “İşte ömrümüz şu çizgi/ Bir yerde başladı hayatımız ve/ başka bir yere doğru koşuyoruz/ Bizden sonrakiler için çiziyoruz bu yolu/ Anlaşılmayacak diye üzülüyorum nasıl aşkla yaşadığımız” diyorsunuz. Anlaşılmak gibi bir derdiniz var mı hayatta, şu zamana kadar size göre neyin anlaşılmamış olması üzer ya da üzerdi sizi?
Mehmet Erte: Bütün çabamdan, yazdıklarımdan aşktan başka her şeyin anlaşılacak olmasından korkuyorum.
Onur Köybaşı: “Canavar” başlıklı şiirinizde dünyaya seslenip anlamsızlığa kafa tutup tutmadığını soruyorsunuz. Peki Mehmet Erte’nin yaşamı boyunca kafa tuttukları var mıdır, ya da kafa tutmak istediği şeyler neler olurdu?
Mehmet Erte: İnsanlara asi görünmeleri için giysiler satılıyor değil mi? Tekstilde olduğu gibi edebiyatta da ‘asi’ diye bir ticari kategori var çok uzun süredir, ama popüler kültürün asilik anlayışına göre icra edilen içi boş metinler var diye biz iktidara, ahlaki dayatmalara karşı çıkmaktan vazgeçmiyoruz. Ancak not düşmeliyim: Ben henüz itiraf edilmemiş olanı dile getirme çabasını meydanlarda atılan herhangi bir slogandan daha muhalif buluyorum. Burada önemli olan konu şu: Siyasi düzlemdeki muhaliflik, asilik hiçbir zaman edebî bir metnin değerini belirleyen temel özellikler olamaz.
Onur Köybaşı: “Soytarının Ağıdı”na düştüğünüz dipnotta şöyle diyorsunuz: “Yazarken varoluşun karanlıkta kalan bir bölgesinden ses veremeyeceksem çabam neye yarar. Ancak çabamdan vazgeçmesem de uzun zamandır şunun gayet iyi farkındayım: Ne yaparsak yapalım, ortaya çıkardığımız şey hakikat karşısındaki yenilgimizin bir ifadesi olmaktan ileri gitmiyor. Böyle bir acizlik içindeyken, üst düzey bağlamlardan, derinliklerden bahsetmek bende hep şüphe uyandırıyor…” Samimi bir iç döküşle duruma açıklık getiriyorsunuz. Bazı şiirler yakamıza yapışıp bizi bırakmıyor mu ya da bu güzel şiir istisna mıdır hayatınızda?
Mehmet Erte: Aynı yıl –1996’da– yazdığım diğer şiirlerin havası, yapısı tamamen farklı… Bazı şiirler zayıflıklarına rağmen yakamızdan düşmeyebilir, çünkü bilinçdışımızla bağları çok güçlüdür. “Soytarının Ağıdı” bir hiciv; ama yüksek bir makama yerleşip aşağıdakileri eleştirmedim, soytarının ağzından konuştum, –içtenlikle itiraf edeyim– bu şiiri yazarken beni bekleyen gelecekten, bir soytarıya dönüşmekten korkuyordum. Bunu tabii çok sonra anladım.
Onur Köybaşı: Şiiriniz en çok neyden beslenir ve sizce şiirin başı en çok neyle derde girer?
Mehmet Erte: Mitolojiden, felsefeden diye sayarım da ne anlamı var bunun. Özellikle son yazdığım (yayınlamadığım) şiirlerde gazete haberlerini, çeşitli markaların reklam metinlerini, siyasi liderlerin nutuklarını kullanmam da önemli değil. Şiirin, edebiyatın bence en güçlü kaynağı bilinçdışıdır, ondan kovayla su çektiğiniz bir kuyu gibi bahsedemezsiniz.
Onur Köybaşı: Şairler yazdıkları şiirin poetikasını ne kadar oluşturabilirler ya da ne kadarını oluşturmuşlardır?
Mehmet Erte: Kuramsal bir yapı kuracağım diye şiiri dondurmamak gerekir. Bir şair gerçek, nihai poetikasını ancak öldükten sonra okura teslim eder.
Onur Köybaşı: Sözcüklerle aranızda bir emniyet var mı?
Mehmet Erte: Günlük dildeki gedikten doğuyor edebiyat, özellikle şiir. Dil sonuçta bir uzlaşma alanıdır ve kelimelerin anlamları konusunda az çok anlaşmışsak konuşabiliriz. Şiir işte bu uzlaşma alanını sabote eder, tekinsiz kılar. Şiirden ümidimiz bizi sağ salim karaya çıkarması olamaz.
Onur Köybaşı: Ve son olarak: “Hadi dünyayı kapatıyoruz hanımlar beyler” diye anons geçiyor, durum çok ciddi. Çantanızı hazırlıyorsunuz bir yandan, gidiyoruz artık. En son ne bırakmak isterdiniz dünyaya?
Mehmet Erte: Bu soruyu gereksiz bir ciddiyetle cevaplamaktan korktuğum için susacağım.