YAZARLARA YAZMADIKLARI YERDEN SORULAR
“Gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur.” Cicero’ya atfedilen bu sözü edebiyat söyleşilerine uyarladığımızda yazarların yazı yolculuğu, kitapları ve edebiyat dünyasına dair “sorulmamış soru yoktur” diyebiliriz. Bu söyleşi dizisinde yer alan sorular da elbette ilk kez sorulmuyor ama eserlerini beğeniyle takip ettiğimiz yazarlarımızla bu kez özellikle yazmadıkları üzerinden, hayaller üzerinden sohbet edelim istedik.
Hatice Günday Şahman: Yazar olmanın yanı sıra ya da ön koşulu olarak iyi bir okur olan yazarın hayran olduğu bir yazar, hatta kimi zaman ona “Keşke ben yazmış olsaydım,” dedirten bir eser mutlaka vardır. Sizde de böyle bir duygu yaratan öykü/roman var mı? Varsa hangi yönleriyle sizi bu kadar etkiledi?
Mehmet Fırat Pürselim: Olmaz mı? O kadar çok var ki, hangi birini sayayım. Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra’sı mesela. Ben yirmi beşlerinde yazmaya çabalayan biriyken, adam tuğla gibi kitabı yazıp önümüze koymuştu. Üstelik benden bir yaş da küçüktü. İmrenme falan değil resmen kıskanmıştım. Biz Kadıköy’den ötesini bilmezken, o Afrika, Amerika, kıtalararasında keyifli bir maceraya çıkartıyordu okurlarını. Genç yaşında yeraltı edebiyatının dünya çapında örneklerinden birini vermesinden etkilenmiştim en çok. Bruno Schulz’un Tarçın Dükkânları’nı yazabilmiş olmayı çok ama çok isterdim. Öyle müthiş atmosfer oluşturuyor ki, bir süre sonra çam ağaçlarının iğnelerinin halı gibi yere serildiği o yolda yürüdüğünüzü hissediyorsunuz, attığınız her adımda çıkan çıtırtıları dahi duyuyorsunuz. Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları ayarında -hatta bir parça altında olmasına bile razıyım- insanları bu kadar gerçek anlatabilen bir roman yazmayı çok isterim. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’da başardığı gibi disiplinler arası olmasına rağmen malumatfuruşçuluk yapmadan okura sürükleyici bir şaheser sunabilmeyi isterim. Sait Faik’in neredeyse tüm öykü kitaplarında yaptığını, yaşadığın gibi yazarken bunu da okura aynı şekilde geçirebilmeyi isterim. Cemil Kavukçu’nun hangi kitabını sayayım ki, bizim kuşağın kutsal kitaplarını yazandır. Küçük şeylerdeki büyüklüğü, basitlikteki ustalıktaki, aynılıktaki farklılığı onun gibi sakince anlatabilmeyi isterim. Bir yerde kesmezsem sayfalar dolusu devam edebilirim. Daha niceleri olduğunu ekleyerek bu bahsi üç noktalı biçimde sonlandırayım…
Hatice Günday Şahman: Ursula K. Le Guin Lavinia adlı romanında, Vergilius’un Aeneas destanında küçük bir rolü olan Lavinia karakterini; Ayfer Tunç ise kendi romanı Yeşil Peri Gecesi’nin yan karakteri olan Osman’ı son romanında başkarakter olarak yazdılar. Bu örneklerde olduğu gibi bir eser kaleme almak isteseydiniz hangi eserden ya da eserinizden, hangi yan karakteri seçerdiniz?
Mehmet Fırat Pürselim: Şimdi aklıma geldi önceki cevabıma ekleme yapayım; Lawrence Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü’nde muhteşem biçimde başardığı gibi her kitapta bir öncekinden yan karakteri başa alarak onun bakış açısıyla anlatmayı da çok ama çok isterim. Ayfer Tunç’un Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi’nde, Osman’da ve pek çok romanında başardığı gibi sahici karakterler yaratabilmeyi yaşatabilmeyi isterim.
Tekrar sorunuza dönecek olursam, -bence dünyanın en güzel hikâyesi olan- Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikâyecileri’ndeki anlatıcıyı bırakıp giden genç kadının romanını yazmak isterim. Moby Dick’de İshmael, Kaptan Ahab’ın ve tayfaların hikâyesini anlatır ama en çok anlatılması gereken beyaz balinayı es geçer. Moby Dick’in ağzından o mücadeleyi anlatmak isterim. Suç ve Ceza’yı Raskolnikov’un azabını, onu gören arafta kalmış bir ruh olarak tefecinin dindar kız kardeşi Lizateva’nın ağzından anlatmak ilginç olabilirdi. Camus’nün Yabancı’sını varoluşçu kahramanı Meursault’nun ağzından değil de, diğer tüm karakterlerinin -annesinin, sevgilisi Marie Cardona’nın, köpeğini sürükleyen Salamano’nun, serseri Raymond Sintes’nin, öldürülen Arap’ın, Meursault’ya rağmen savunma yapan avukatının, annesini sevmediği için ölüm cezası veren hâkimin- gözünden anlatmak isterdim.
Kendi yazdıklarım açısından ise, kimi zaman yazdığım öykülerin ya da karakterlerin roman / roman kahramanı olabileceğini düşünürüm, editörlerden bu yönde teklifler de alırım. Bu başta aklımı çeler, bir müddet uğraşım ama ortaya bir roman çıkartamam. Metni çok uzun süre kafamda dolaştırdıktan sonra yazdığımdan, yazıya dökmeye başladığımda aslında kafamda defalarca bitirmiş oluyorum. Belki de bu yüzden gölgede kalmış karakterlerle güneşin altında yeniden sohbete girişemiyorum. Ama bundan sonrası için olmaz da, demiyorum.
Hatice Günday Şahman: Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha” dediği gibi bir masanız olsa, zamanın ve mesafelerin getirdiği sınırlamalar olmaksızın, hangi yazarları ya da kurmaca karakterleri konuk etmek, söyleşmek isterdiniz? Onlarla neler konuşurdunuz?
Mehmet Fırat Pürselim: En çok Kafka ile sohbet etmek isterdim. Mutlaka rakı masası olmalı ama. Kürdan gibi adam yemez zaten, ancak mezelerin ucundan çöplenir; peynir, kavun, fava, haydari, patlıcan salatası, sıcaklara hacet yok. İkinci dublede Milena’nın artık eskisi kadar sık yazmadığını söylerdi. Son mektubu çıkarır göğsünden uzatırdı. Hızlıca göz gezdirirdim, boş ver abi sana kız mı yok derdim. Muhtemelen sinirlenip masayı terk etmeye kalkardı. Otur ya Franz derdim, kadehini uzatırdım, hemen parlıyorsun, hayat gene de güzel. Sinirle oturur, savaşlardan, insanın kötülüğünden, babasının despotluğundan dert yanardı. Ben babalar iyidir derdim. Tabii ben baba olmadığımdan senin gibi anlayamam diye alınıverdi. Sarılır, gönlünü alırdım, öyle demek istemedim abi derdim. O kötücül ben iyicil birbirimizi ikna edemeden, şişenin dibini bulurduk. Muhtemelen ikimiz de sarhoş olurduk, bu sefer o şarkı söylerken ben suskunlaşırdım. Mutlaka yağmurlu günlerde buluşurduk, belki de biz buluştuğumuz için yağardı yağmur ama gecenin sonunda dinmiş olurdu. İkimiz de susarak yürürdük ve ayak seslerimiz kaldırımlarda yankılanırken, içimizde bir an için huzuru hissederdik.
Hatice Günday Şahman: Yazarken çok beğendiğiniz, çok bağlandığınız cümleler olsa da bazen bu cümleler farklı nedenlerden dolayı metne dâhil olamaz. Siz bu cümleleri acımasızca ya da eliniz titreyerek siler misiniz? Yoksa farklı bir şekilde değerlendirir misiniz?
Mehmet Fırat Pürselim: Silmesine silerim elbette, metin bir yere kadar kalemle yazılsa da, sonrasında silgiyle kendini bulur. Metnin üzerinden her geçtiğimde, olmamış yerlerini atarım, eklemeler, çıkartmalar yaparım. Çok nadiren de olsa, kimi hatalara âşık olurum ve elim gitmez silmeye, bile bile bırakırım. Kimi hatalar, kusursuz bir hayattan çok daha güzeldir çünkü. Sildiğim cümlelerden kıyamadıklarımı da, bir defterim var, oraya yazarım. O defterin içinde metin taslakları, yarım kalmış yazılar, güzel cümleler, notlarım durur. Yeni bir şeyler yazmaya niyetlendiğimde açarım defterimi.
Hatice Günday Şahman: Son cümleyi de yazıp bitirdiğiniz halde sonrasında vazgeçip yayımlamadığınız metinler var mı? Ya da tam tersi aylardır, yıllardır zihninizde gezdirip de bir türlü yazıya dökemediğiniz öykü uçları, roman taslakları var mı?
Mehmet Fırat Pürselim: O kadar çok yarım bıraktığım ya da tamamladığım halde içime sinmediğinden bir gün geri dönmek üzere rafa kaldırdığım dosyam var ki. Hâlihazırda üzerinde çalıştığım, babayla oğulun çatışmasını anlatan romanı herhangi bir kitabımın yayımlanmadığı dönemde yazmıştım. Üzerinden en az on üç yıl geçmiş olmalı. Tamamladığım halde, tamamlanmadığının farkında olduğumdan hiçbir yayınevine göndermeden, -metin hazır olmasını değil-, yazar olarak metne hazır olmayı bekledim. Artık yazabileceğime inandığımdan, tekrar elime almaya cesaret edebildim. Dönem okumaları yaptım, dilini oturttum, sonunu bağladım. Kafamda yazılmış olan hali içime sindi diyebilirim. Yazıya dökülünce aynı şeyi söyler miyim, yoksa bir on yıl daha bekler miyim, onu bilemem.
Diğer sorunuza gelecek olursam, ben genellikle yazdıklarımı kafamda senelerce dolaştırdıktan sonra yazıya döktüğümden, zamanı gelince dökülür, dökülmezse ya zamanı gelmemiştir ya da doğru metin değildir diye düşünürüm. Kafamda on beş yıldan fazla dolaştırdıktan sonra yazdığım ama bir gün mutlaka yazacağımı bildiğim metinler olduğunu söylersem, sanırım daha iyi anlaşılırım.