Mahmud Derviş’in Badem Çiçeği Gibi yahut Daha Ötesi kitabı, önceki şiir kitaplarından birçok açıdan farklılıklar arz etmektedir. İlk baskısı 2005 yılında yayınlanan kitapla birlikte Mahmud Derviş’in yüksek sesli dizeleri yerini gerek biçim gerekse içerik bakımından farklı bir şiir anlayışına terk etmiştir.
Şiirleri biçim olarak yer yer düzyazıya yaklaşmış veya düzyazıyla iç içe akmaya başlamıştır. Kitabın, Ebu Hayyân et-Tevhidi’nin nazım-nesir ilişkisini anlatan sözüyle açılması, şairin bu anlayışı bilinçli olarak seçtiğini gösterir. Et-Tevhidi, el-Mukâbesât’ta nazım-nesir dengesini şu şekilde ifade etmiştir: “Düzyazıda şiirin gölgesi vardır. Aksi takdirde düzyazı bu kadar hafif, hoş ve leziz olmazdı. Şiirde de düzyazının gölgesi bulunur. Aksi takdirde şiirin ne biçimi öne çıkar ne kaynakları, ölçüleri, yolları güzelleşir ne de onu bir arada tutan ilişkileri uyumlu olurdu.” Mahmud Derviş, bu anlayıştan hareketle kitaptaki şiirlerin birçoğunda, şiir ile düzyazı ilişkisini yan yana veya iç içe kurmuştur. Aslında elinizdeki kitap, bu anlayışın tezahür ettiği tek kitabı da değildir. Yabancının Yatağı (1999) ve Yaptıklarından Özür Dileme! (2004) adlı şiir koleksiyonlarındaki şiirlerde de şairin düzyazıya yaklaşma çabası görülmektedir.
Bu kitapta yer alan şiirlere seçtiği başlıklar, önceki eserlerinde gördüklerimizden farklılık göstermektedir. Kitabın adı, alıştığımız başlıklardan değildir: Badem Çiçeği Gibi yahut Daha Ötesi. Bu uzun başlık; “gibi”, “yahut”, “daha” gibi bağımsız olmayan morfemlerden oluşmaktadır. Başlıktaki badem çiçeği, sözgelimi zeytin ağacı gibi Filistin’in sembollerinden de değildir. Badem çiçeğine veya bademden de ötesine benzettiği şey nedir? Şiir mi? Şairin benliği mi? Yeni estetik anlayışı mı? Şairin tanık olduğu toplumsal ve kişisel kırılganlıklar, hayal kırıklıkları mı? Başlık bu olasılıkların tümünü içerebilecek naif anlamları çağrıştırıyor izlenimi vermektedir.
Kitabın ilk dört bölümü, şu zamirlerle adlandırılmıştır: Sen, o adam, ben, o kadın. Böylece şairin “ben”i, dört seste tecelli etmektedir. Bu ise şiirleri hem çoksesli hale getirmekte hem de şiirsel söyleyişe muazzam bir hareket alanı vermektedir. Aynı zamanda şairin sesinin, benliğinin birçok seste ve benlikte parçalanmışlığını da göstermektedir.
İçerik açısından baktığımızda ise şairin insan hayatında günlük, sıradan temalara yöneldiğini görmekteyiz. Şiirlere öznel ve lirik bir ses, derin bir hümanizm hâkimdir. Bunun için diyalog, iç monolog, öyküleme, metinlerarasılık gibi birçok teknikten yararlanmıştır.
Özetleyecek olursak; Mahmud Derviş’in bu kitabının hem içerik hem de biçim açısından Arap şiirinde düzyazıya yaslanan ama geleneksel ritim unsurlarından da ödün vermeyen yeni bir şiir anlayışını temsil ettiğini söyleyebiliriz. Okuyucuyu, Mahmud Derviş’in yeni şiir macerasıyla baş başa bırakarak, aradan çekilmek istiyorum.

