Ayşe Keskin adını ilk kez yerel bir radyo yayınında duydum. Cıvıl cıvıl neşeli bir sesti karşıdan gelen. Dinleyene keyif veriyordu. Sonra kitabıyla karşılaştım. “Uzun Yıllar Sessiz.” Kitabın adıyla dinlediğim sesin neredeyse zıt olduğunu düşündüm.
Düşündüm ama bir anlam da çıkaramadım açıkçası. Keder yüklü bir adı vardı kitabın. Peki, içindeki öyküler? Onlar da kitabın adına uygun düşen bir keder mi yüklüydüler ki? Okuru merakta bırakmadan ithafında sinyalini veriyor yazar, “Nasıl bir çıkmazda olmuşlarsa, hayat yük olmuş onlara. Tüm gidenler için, erkenden yurduna dönenler için bir gül bıraktık. Bu kitabı ikimiz yazdık. Hayata en yakın ve uzak halimizle…” diyerek. Ve önsözden de anlaşılıyor ki bu kitaptaki öykülerde günışığı yok! Bir insanın karanlık ruhunun yansıması yazılanlar.
Ayşe Keskin’in metinlerinde lirik bir etki de görülüyor. Bununla birlikte empati yeteneği güçlü bir insan/yazar olduğu da…
“Biriciktin, biri oldun. Oysa her içten dokunmayı sonsuza götürecek gücümüz vardı. Gözlerinin kıyısına çekildiğim, sadece gölgende bile bin hayat doğururken… Seninle bir geleceği düşünmek- ne büyük yanılgı! Kızgın değilim. Sadece ölümüne susuyorum, kıyıma çekildiğim andan beri. Hiç kolay değildi elbet bir sevdayı büyütmek. Öldürülen duygularımın failini bir bir yakalarken güzde… Göz göre göre yitirmeyi kabullenmekti ve yanı başında çürümüş bir cesede dönmekle eşdeğerdi seninle anları bölüşmek.”
Hani Galeano demiş ya; “öykü anlatıcıları yitik hatıranın, aşkın ve acının görünmeyen ama hiç silinmeyen izini arar” diye. Ayşe Keskin de tüm bunların izini sürmüş öykülerinde.
Behçet Çelik, “Öykünün Gedikleri” başlıklı yazısında “… öykünün öbür edebi türlere göre bölünmüş, hızlanmış, çok zaman koşuşturma, yetişme-yetiştirme telaşıyla geçen gündelik hayatımız için daha uygun olduğu düşünülebilir. (…) Bir öyküyü otobüs, metro yolculuklarında ya da benzeri sınırlı sayılabilecek zaman dilimlerinde okumak mümkün” diye yazmış. Haklı olmakla birlikte her öykü bu aralarda okunabilir mi emin değilim. Özellikle Ayşe Keskin’i, Uzun Yıllar Sessiz’i böyle ortamlarda okumayı önermem. İçerdiği keder günün enerjisini alıp götürebilir. Evden keyifle çıkılmışsa, o keyfi sekteye uğratabilir. Önerim, daha yalnız, daha sessiz ortamlarda okunmasıdır bu kitabın. Okurun başından geçen kederli anların çağrışım yapma olasılığı yüksek çünkü. Hele ki acılar da ortaksa!
Kitabı okuyup da kapağını kapatınca “çıkmak istemediğim bir karanlığım var şimdi” hissine kapıldım yazarın satırlarında geçtiği gibi. Ayşe Keskin benzer öyküler yazmaya devam ederse “öykümüzün kederli kalemi” ünvanını alabilir. Olsun. Keder de acı da bu hayatın bir parçası. Belki de bizi en çok insan yapan!