“Günlükten Dökülenler/4”
04.03.2018
Bahar geldi kentimize. Güneş pırıl pırıl parlıyor. Böyle havalarda başka bir coşku doluyor içime. Yaşama sevincim artıyor sanki. Ve böyle durumlarda/ havalarda hep şiir okumak isterim ben. Şiiri coşkuma ortak etmek isterim. Fahrettin Koyuncu’nun Şehir için hazırladığı “2017’den Dizeler”e göz attım biraz. Yunus Sarıgül’den “Bakir yalnızlığımın ortasına bir nehir konuyor” kaldı aklımda. Selma Özeşer’den “bir şehrin neresinden çıkılır aşka.”
Bekir Dadır’ın dediği gibi “Artık çocuğunu küllerinden tanımaya çalışan babaların zamanındayız.” Çok acıtıcı bir durum. Dinmeyen bir kanama söz konusu. Ama yaşam da devam ediyor işte. Kanayarak devam ediyoruz güne, günlere…
Bugün son sözü Metin Kaya’ya bırakayım. Dizeleri çok uygun yaşadıklarımıza. “Yolda bir çığlığı selamladım/ bana yurdun(m)u anlattı/ oturduk, beraber ağladık.”
07.03.2018
Fiziksel yorgunluğun ötesinde psikolojik yorgunluk kendini göstermeye başladı. Farklı meşgalelerle tutunmaya çalışıyorum yaşama. Kitaplar ve yazı tabi ki yine var. Dün LACASA DE PAPEL adlı bir diziyi izlemeye başladım. Çok hızlı bir girişi var dizinin. Bir anda tutup çekti içine. Şimdi her ne yapsam aklım orada. 45 dakikalık bir boşluk yaratıp bir bölüm daha izleme derdindeyim. İnternet üzerinden her zaman dizi izlemem. Fakat izlediğim dönemlerde benzer durumlar yaşıyorum. Aklım hep oraya takılıyor. Böylesi yabancı dizileri izleyince de televizyonlarda dönen yerli dizilerin tam anlamıyla birer çöp olduğunu görüyorum. Sinemasal açıdan zayıf, konu bakımından yetersiz… Zaman kaybı. İnsan aklıyla dalga geçme gibi.
Yaşamın her alanında olduğu gibi dizi sektöründe de çok çok gerideyiz. Alınacak çok çok yolumu var daha!
08.03.2018
Bugün 8 Mart. Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Fakat kapitalist sistem her şeye olduğu gibi bu güne de saldırdı ve son yıllarda gün anlamını yitirdi. Öyle ki günler öncesinden 8 Mart’a özel pırlanta indirimleri, kadınlara yönelik diğer ürünlerde indirimler başladı. Nedeni 8 Mart’mış! Yahu 8 Mart özünde kutlanacak bir gün değil ki. 1857 yılında 129 kadın canlı canlı bir fabrikada kilitlenerek yakılmışken neyi kutluyoruz. En çok da kadınların bunu bilmemesi, bilmezden gelerek kutlamaya çevirmesi acı veriyor, üzüyor.
Bir de bugün televizyon ve radyolarda dönen reklamlarda “kadına şiddete hayır” sloganı öne çıktı. 8 Mart tam olarak bu da değil kanımca. Şiddetin önlenmesine yönelik olarak 25 Kasım tarihi var çünkü. İdeolojik olarak değerlendirildiğinde her iki taraftan da hatalı bir yaklaşım görüyorum. Kadınların haklarına yönelik mücadele günüdür bugün. Kutlanmaz, anılır. O yüzden selam olsun yanarak can verenlere, selam olsun Clara Zetkin’e, selam olsun emeği ile var olan kadınlara…
12.03.2018
Günlerden pazartesi. Haftanın ilk iş günü fakat benim için hafta sonu kavramı olmadığı için ilk olup olmaması farketmiyor. Haftaya “hep kitap”ın çocuklar için yayımladığı kitaplarla başlıyorum. “Gülmek İçimizde” ve “Sans Kedi Patikare.” Geçtiğimiz günler de Görkem Yeltan’ın “Buyaka Çocuk Evi” adlı üç kitaplık dizisini okumuştum. Hep Kitap edebiyat dünyasına hızlı bir giriş yapmasına rağmen çocuk kitaplarında beklediğim niteliği yakalayamadı. Son olarak okuduğum bu beş kitap da vasat kitaplar. Heyecan vermedi, merak ettirmedi, güldürmedi, düşündürmedi. Peki, ne verdi? Hiç! Çocuklara ne verebilir? Hiç. Keyifli zaman geçirmelerini bile sağlayamayabilir. Bu kitapları “hep kitap” için kim seçiyor, nasıl karar veriliyor anlam veremedim. Deniz Yüce Başarır’ın dümende olduğu bir yayınevi daha nitelikli çocuk kitapları basmalı.
13.03.2018
Galeano, dünyanın her köşesinden kadınların şahsında bir insanlık tarihi sunuyor aslında. Ve bu tarihi okurken bazen şaşırdım, bazen öfkelendim, bazen de ferahlayıp umutlandım. “Yeryüzünün Vicdanı” ünvanını boşa almamış Galeano. Kısacık yazdığı sayfalarda müthiş derinlik var.
19.03.2018
1119’da Nişabur şehrinde doğan Pers şair Feridüddin Attar’dan bir şiir. Tam da günün finalinde, saatler gece yarısına devrilirken çıktı önüme. Gece aydınlandı birden. Uyku kalktı gitti…
Kapı kapalıydı.
-Kim o?
-Benim.
-Seni tanımıyorum?
Ve kapı kapalı kalmaya devam etti.
Ertesi gün;
-Kim o?
-Benim.
-Senin kim olduğunu bilmiyorum.
Ve kapı kapalı kalmaya devam etti.
Ve sonraki gün.
-Kim o?
-Ben senim.
Ve kapı açıldı.
21.03.2018
Bugün, Dünya Şiir Günü.
Çok değil bir beş yıl önce bu kentte coşku zirveye çıkardı böyle bir günde. Uluslararası Şiir Günleri düzenlenirdi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden şairler gelirdi, şiirler okunurdu, şiir konuşulurdu. Kent baştanbaşa şiir olurdu.
Sonra ne olduysa oldu, şiir günleri yok oldu. Uluslararasını geçtik, ulusalını geçtik, yerel düzeyde bile bir kutlama yok artık. Olmayan bir programı baştan yaratmak, oluşturmak zordur muhakkak. Fakat var olan bir programı düzenli olarak işleyen bir sistemi bozup yok etmek sanırım daha zordur. Şiir günlerinde yapılan da bu oldu işte. Dışarıdan bakınca çok imrenilen uluslararası şiir günleri kutlanmıyor artık.
Bu kentin önce şiiri bozuldu, sonra da sokakları. “Denizi kız, kızı deniz/ Sokakları hem kız hem deniz” kokan bu kentin sokakları toz kokuyor, beton kokuyor. Kaldırımında yürünemiyor, trafiğinde araç kullanılamıyor. Zaman zaman düşünüyorum. Acaba bu zihniyetten dolayı mı şiirden uzaklaşıldı, yoksa şiirden uzaklaşıldığı için mi bu zihniyet oluştu?