Bir kenti kent yapan o kentte yaşanmışlıklardır. O kentte yaşayanlar da o kentin kültürüne ait değerleri yaşayabildikleri kadar kendilerini o kente ait hissederler. Kentin kimliğini kabullenirler. Yemekler, içkiler, düğünler, cenazeler… Kentin dokusuna has her ne varsa. Kentlerin hafızası ise yazılı kaynaklardır. “Söz uçar yazı kalır” misali; yerel gazeteler, kentte yayımlanan dergiler ve kent kitapları. Tarihi bugünlere aktaran bunlardır. Son dönemde bu hafızayı bize sunansa Heyamola Yayınları oluyor. “İstanbulum” dizisi ile başlattıkları yayınları “İzmirim” dizisiyle devam ettirip başka kentleri de dahil ederek (onları dizi kitaplar olarak olmasa da) genişlettiler. İzmirim dizisi 40 kitapla yola çıkıp 41 kitap olmuş sonrasında da bu sayı 45’e ulaşmıştır. Yakın zamanda diziye eklenen 30 kitapla bu sayı 75’e ulaşmıştır. Dr. Erkan Serçe İzmirim dizisinin sunuş yazısında “150 yılda İzmir” başlığını kullanarak çok kültürlülükten söze başlıyor. Bugün gelinen noktada ise son olarak 2012 yılında çıkarılan kanunla tekdüzeleşme tehlikesine dikkat çekiyor. “Karaburun’la Ödemiş’in, Selçuk’la Foça’nın kendilerine ait özelliklerinin yerini tekdüzeliğe bırakarak aynılaştığını düşünebiliyor musunuz? Toplu konutlar, alışveriş merkezleri, yollar, meydanlar, kent mobilyalarının tekdüzeleştiği ama isimleri farklı kasabalar… Kim bilir belki yöneticiler bunun çaresini bulur ve önlemini alır. Ancak önce her kasabanın, köyün, semtin veya mahallenin zenginliklerini, zaaflarını, kavgalarını, sevinçlerini, üzüntülerini tanımak, tanıtmak gerekiyor. Bunun da geçtiği tek yol var: Yazmak ve okumak.”
Dizi 75 kitap oldu. Dilerim ki sayı daha da artsın. Fakat sayıyı artıracağız diye de olur olmadık semtler, mahalleler diziye eklenmesin. Takdir edilmeli ki bu dizinin 75 kitabının tamamını henüz okumadım. Ama bu kentin bir bireyi olarak dışarıdan bakarak da bir şeyler söyleyebilirim. İlk 40 kitap içinde yer alan bazı kitapların eksikliklerini o tarihlerde dile getirmiştim. Örneğin Bilge Umar’ın “Narlıdere”si. Narlıdere’yi karşı kıyılardan anlatıyordu yazar bize. Oysaki orada kökleri olan birinden okumak isterdim. Yeni eklenen kitaplardan ise Recai Şeyhoğlu’nun “Aşkım Bergama’m” adlı kitabı. Bergama ki İzmir’in ilk yerleşim yerlerinden. Bugünkü sağlık tesislerinin temellerinin atıldığı topraklar. Dünyanın en büyük kütüphanelerinden birini zamanında içinde barındıran coğrafya. Her sokağı tarihten bir kesit adeta. Görüp de hayran olmamak elde değil. Recai Şeyhoğlu da içinde büyüttüğü Bergama sevgisi ile tanınan bir isim. Kitabın adı bunu açığa çıkarıyor zaten. Fakat 128 sayfalık kitabın sadece ilk 50 sayfası dolu dolu Bergama’yı anlatıyor bize. Sonrasındaki 78 sayfa Şeyhoğlu’nun kütüphaneler zinciri, anı evleri, gazetelerde yazıp dillendirdikleri ve uzun bir bölüm de Milli Eğitim camiası içindeki mücadelesi. Kitap 50.sayfada bitirilseydi harika bir Bergama kitabı olabilirdi. 50.sayfadan sonrasını okurken “e hani nerede Bergama” demekten alamadım kendimi. Kapağında “Aşkım Bergama’m” yazan bir kitabın her satırında Bergama’yı okumak isterdim açıkçası.
Son söz olarak; kent kitapları önemli bir hizmettir. Kolay da iş değildir hani. Fakat bunu yaparken verilen emeğin heba olmaması için, ortaya çıkan her kitabın merak uyandırması için dikkatli, seçici davranmak gerek. Kent belleğini deşip bugünlere taşımak, kültürel mirasla yeni kuşak kentlileri tanıştırmak olmalı bu tür dizilerin/ kitapların amacı.