Kimimiz ticarete yönelir, kimimiz spora, kimimiz ekonomiye, kimimiz sanata… Tercihlerimiz duruşumuzu belirler. Duruşumuz da kimliğimizi. Çünkü hayat böyle bir şey!
Önümdeki kitabın adı da “İşte Hayat Böyle Bir Şey.” Gamze Güller tarafından hazırlanan ve YEM Yayın tarafından yayımlanan kitapta 11 yazarın 11 resimden yola çıkarak yazdığı 11 öykü yer alıyor. Resimler Mehmet Bayraktar’a ait. Ercan Başer, sanatçının resimleri üzerine yazdığı yazıda “Mehmet Bayraktar resminin en güçlü tarafı, kendine özgü bir iletişim olanağı yaratabilmesi olmalı. Üstelik bu özgünlüğe gösterişten uzak, sade, anlaşılır bir tavırla ulaşmayı başarıyor. (…) Gündelik hayatın sıradan anlarını, belki de en sıradan kesitler içinde resmediyor; ama yine de izleyenle son derece güçlü ve özgün bir bağ kurabiliyor…” diyor. Resimlere bakınca bu tanımlamanın doğru olduğu kolayca görülebiliyor.
“İşte Hayat Böyle Bir Şey” bir sergiden yola çıkarak meydana gelen, oluşan bir kitap. Bir sergi kitabı değil ama. Çünkü öyküler resimleri desteklemiyor ya da açıklamıyor. Güller’in sunuş yazısında değindiği üzere “yazmak sözcüklerle resim çizmekse” bu öyküler bu resimleri çiziyorlar adeta. Çağrışımıyla ortaya çıktığı resimlerden bağımsız öyküler bunlar. Resimlere bağımlı olmayarak da okunabilir. Sadece bir öykü dışında. Turhan Gürhan’ın “Başka Bir Şey” başlıklı öyküsü kitabın en zayıf öyküsü olarak göze çarpıyor. Bu öykünün dışındaki 10 öyküde resmin adı anılmazken yazar burada resmin etrafında bir metin ortaya koyduğunu beli etmiş. Diğer öykülerden farklı olarak resme bağımlı kalmış.
Türker Ayyıldız “Temassız İşlem”de görünmeyeni gösteriyor. Şuursuzca gerçekleştirdiğimiz tüketimin bir de üretim aşaması olduğunu anımsatıyor. Öyküsünü yazdığı tablonun adı “Alış.” Tuval üzerine yağlı boya. Belki tablonun adının da sadece “Alış” olması, “veriş” kısmının görünmemesi öykünün bir parçası olabilir. Görünen kısımda böyle bir durum olmasa da Türker Ayyıldız göstermeyi başarmış.
Mehmet Fırat Pürselim “Fantezi”yi bir film tadında yazmış. Senaryolaştırılsa film bile olabilir bu kısacık öykü. Trajikomik bir film olur. Aslında bilindik bir hikâye olsa da eskimeyen bir yanı var anlatılanın.
“Bir Adım Sonra”da Serkan Türk imzasını görüyoruz. Şiirsel bir öykü Türk’ün yazdığı. Az sözcükle çok anlatmış. Etkili anlatmış. Kitabın adın da gönderme yapar gibi sanki ‘bir adım sonra’ neler olacağının bilinmezliğini vurgulamış.
Neslihan Önderoğlu ele aldığı tablo ile aynı adı taşıyan bir öykü yazsa da bağımsız kalmayı başarmış. Son tümcelerinde okuru sarsacak bir metin koymuş ortaya. Hiç durup düşünmediğimiz ayrıntıları göstererek: “… Oysa insan dört eksik parmakla neler yapamaz? Bir kızın saçını okşayamaz örneğin. Çözemez düğmelerini bir gömleğin. Tutup da iki parmağının arasında yaralı bir böceği ezercesine. Ayakkabısını da bağlayamaz mesela. Bir kese kâğıdına daldırıp elini, bir kuşun kalbi gibi bir avuç sarı, sıcak leblebiyi avuçlayamaz. Ve belki de en önemlisi, bir daha makinede poşet basamaz. Ne kaldı ki geriye?
Tasarımı ile dikkat çeken kitap sanırım bu türde tek örnek. İlginç bir çalışma. Yaşamı kucaklayan öykülerden oluşan kitap “İşte Hayat Böyle Bir Şey” diyor ve dedirtiyor okuruna.
Mehmet Özçataloğlu