İngiliz yazar William Golding’in Sineklerin Tanrısı (The Lord of the Flies), baskı rejimleri ile bu rejimlerin hukuk sistemlerinin edebiyattaki yansımalarını görmek, ütopya ve distopyalarda insan doğasının izlerini sürmek açısından önemli eserlerden biridir. Toplumda kökleşmiş olan tanrı, inanç, din, iyilik, liderlik, insanın özü gibi kavramları ideal bir dünya tasarımı yerine, yıkım, şiddet ve ölüm izlekleri doğrultusunda irdeler. İnsanın en yoğun güdülerinden “güç arzusu”, “bilinmeyenden korku”, “diğerlerinden korku”, “öfke”, “şiddet eğilimi” ve “kıskançlık” Sineklerin Tanrısı romanının temel motiflerini oluşturur.
“İnsan özünde iyi midir yoksa kötü mü? Toplum ve içinde yaşanılan kültür insanın ilkelliğini ılıştırıp, ahlaki öğretileri, eğitim kurumları, sanat mekanizmaları ile uygar bir varlık mı üretmektedir? Yoksa ortaya konan yasaların cezai yaptırımları insanın başının üzerinde duran bir caydırıcılık kılıcı mıdır? İnsan kendi doğası gereği mi, kabul görme ya da cezalandırılma korkusundan dolayı mı bir toplumda uyumlu bir birey olarak yaşar?”² Golding, bütün bu soruların yanıtlarını, Sineklerin Tanrısı romanında vermeye çalışır, ancak o, insanların inanmaya alıştıkları ve olumlayıcı yönler yerine belki de görmekten kaçındıkları karanlık yönlerine bir ışık tutar. “İnsanın karanlık kuyusunda hangi korkunç gizleri barındırdığını gözler önüne sermektir amacı.”² Bunu yaparken de, insanın tümü ile kötülüğün denetiminde bir varlık olmadığının vurgusunu yapar.
Roman kahramanları olarak çocukların seçilmiş olması, uygarlıktan ve uygarlığın sunduğu normlardan, öğretilerden, eğitimden ve sosyal kurumlardan uzakta, insan doğasının çıplak bir gözle görülmesini ve gözlemlenmesini sağlamak içindir. Dış müdahalelerden uzakta, ilkel güdülerin daha açık bir biçimde görülebilmesi için mekân olarak da bir ada seçilmiştir.
Kitaptaki ana karakterler Ralpf, Jack, Domuzcuk, Simon ve Roger’dır.
Ralph: Adaya düştüklerinde denizkabuğunu boru gibi öttürerek çocukları etrafına toplamış, liderlik vasfına sahip olduğunu göstererek adada lider seçilmiş kişidir. Zekidir ve iyi yanı ağır basar. Ayrıca babası Deniz Kuvvetleri’nde binbaşıdır.
Jack: Adadaki liderlik vasfına sahip diğer kişidir. Kişileri etrafında toplamak için daha zorba yöntemlere başvurabilen, liderliğini çok da iyi niyetli kullanmayan, aslında çok da kötü olmayan bir çocuktur. Kötülüğün pençesinde bulunan Jack ara sıra kendi yaptığı eylemlerin yıkıcı sonuçlarından rahatsızlık duyar. Ama içinde barındırdığı kan dökme, avlanma ve diğerlerini etkisi altına alıp onlara isteklerini dayatma isteği çok güçlüdür. Bu yüzden, bu rahatsızlık onu ilkel güdülerini gerçekleştirmekten alıkoyamaz.
Domuzcuk: Adadaki gerçek anlamda düşünebilen tek çocuktur. Aklı ve bilimselliği temsil eder. Şişmandır, gözleri iyi görmediğinden gözlük takmak zorundadır, astımı dolayısıyla nefes darlığı çeker, yoksul bir aileden gelmektedir.
Simon: Saf iyiliği gösteren karakterdir. Yaptığı her şey iyi olmaktan öte, saf bir temizlik taşımaktadır. İleri görüşlüdür, olayları önceden sezebilir.
Roger: Simon’un tam zıttı olan karakterdir. Saf kötülüğü temsil eder. Kitabın başlarında pek etkili bir karakter değildir; ama kitabın sonlarında, adada kötülüğün daha aktif olduğu bölümlerde etkilidir.
Britanyalı bir grup çocuğu nükleer savaşının etkisinden kurtarmak için taşıyan uçak, ıssız bir adaya düşer. Bu ada cennetten bir köşedir ama uygarlığa dair en ufak bir iz dahi yoktur. Çocuklar, bu doğal ortamda büyüklerin ve büyüklere ait ahlaki, geleneksel, dinsel ya da hukuksal öğreti ve dayatmaların uzağında, doğal (ilkel) benliklerini keşfetmeye ve onun denetimine girmeye başlarlar.
Domuzcuk’un önerisi ile Ralph, sudan çıkardığı şeytanminaresi biçimindeki denizkabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Toplantıda alınan ilk kararlardan biri, şeytanminaresini elinde tutana söz hakkı verilmesidir. Böylece, herkesin söz hakkı olduğu ve düşüncelere saygı gösterildiği demokratik bir düzen kurulur. Denizkabuğu, düşünce özgürlüğünün simgesi olur. “Fakat zaman ilerledikçe kişiler kendi ilkel yönlerinin farkına varır.”² Ralph ve Jack daha romanın başında belirtildiği gibi “Yan yana yürürüler ama ayrı ayrı yaşantıları, ayrı ayrı duyguları olan iki kıta gibidirler, bir ilişki kuramazlar aralarında.”¹ Bu farklılaşma, iki topluluğun farklı eylemler içine girmesi ile birlikte, kısa süre içinde iktidarı elde etme savaşına dönüşür. Fiziksel açıdan daha güçlü olan Jack ve kabilesi, Ralph, Domuzcuk ve ikizlerin oluşturduğu azınlığa üstünlük kurar.
Lider olarak adadaki çocukları, hangisinin daha fazla etkileyeceği ilk başta belirsizdir. “Seçimi belirleyen öğelerden bir tanesi de bu iki karakterin dili kullanma becerileri ve ikna etme kabiliyetleridir.”² Ralph, adanın yüksek bir tepesinde sürekli yakılacak ateş sayesinde büyüklerin onları bulacağını ve adadan kurtulacaklarını söyler. Jack ise çocukların et yiyebilmesi için ava çıkmak ister. Ateş ve av, bu iki karakterin simgesi haline gelir. “Ralph, hayali olanı ve daha uzak bir olasılığı anlatan birisidir. Jack ise doğrudan insanların ihtiyaçlarına yönelir ve daha erişilebilir ve somut olanı sunar. İnsanların, hayatta kalma konusunda, somut ve erişilebilir olanı tercih etmeleri çok daha olasıdır. Bu açıdan, Jack dili bir silah olarak söyleme dönüştürür ve Ralph’ten daha etkileyici bir lider olma özelliğini ortaya koyar.”² Adadaki birçok çocuk avlanamadıkları için sürekli balık ve meyve ile beslenmektedir ve Jack bunun farkındadır. “Böylece üstün bir meziyetini onlara gösterir. Bir cömertlik işareti olarak Jack’in avladığı domuzu pişirip diğer çocuklara dağıtması, çocuklar arasında bir hayranlık yaratır. Herkes kendisini cömert gösteren Jack’le birlikte olmak ister.”²
Jack ile avcıları, domuzları yakalamanın coşkusuna kapılır. Dağın zirvesindeki umut ateşinin başındaki nöbetçiler de onlara katıldığı için ateş söner. Tam o sıralarda açıktan bir gemi geçmektedir ve Jack ilk domuzunu öldürür. Aslında ölen, adadan kurtulma umutlarıdır. Bu olay sonrasında Jack ve Ralph arasındaki güç çatışması doruğa çıkar. Jack, Ralp’in liderliğine karşı çıkar ve kendi kabilesini kurar.
Oynamak hoştur ve yaşamları öylesine doludur ki çocuklar umuda gerek duymazlar artık. Özellikle oyun oynamaya hevesli olan çocuklar için, av sonrasında bir çeşit ritüele dönüştürülen av oyununun oynanması Jack’i daha da cazip hâle getirir. Böylece Jack, küçük bir diktatöre dönüşür. Öyle ki, altı yedi yaşındaki küçükleri, yaşamaları gereksiz yaratıklar sayar. “Sürü psikolojisi içinde davranan kabilenin diğer bireyleri kendilerini gerçekleştirme adına “ortak” hedeflere yönlendirilir. Marş ve slogan olarak benimsedikleri bu ritüeller sayesinde, diğer üyeler Jack’in liderliğini pekiştirir.”²
Kabileden olanlar ile olmayanlar arasındaki temel simgesel ayırım yüz boyama ritüelidir. “Bu yüzden kabileye aidiyetin simgesi olarak, yeni üyelerin yüzlerini boyamaları dayatılır. Bu davranış, hem korku ve saygınlık yaratır hem de “üstün” olana karşı “alçak” olanın imrenmesi gibi bir duygusal boyut kazandırır. Ortak simgeler oluşturmayı başaran Jack, kabile mantığının oturmasını, bir düzen oluşturmayı, insanları denetime sokmayı, kurallar ve cezai yaptırımlar dayatmayı başaran önemli bir lider (ya da diktatör) olarak sunulur.”²
Altı yedi yaşlarındaki küçüklerden biri önce “ yılan gibi bir şeyden” sonra da bir “ canavar”dan yakınır. Adanın üstünde bir hava savaşı sürüp gittiği sırada ışık saçan bir patlama sonrasında çocukların ateş yaktığı tepeye ölen bir paraşütçü düşer. Çocukların canavar sandıkları bu ölü paraşütçüdür aslında. Zamanla tüm adaya yayılan bu korkunun etkisi ile romandaki çocuklar “Sineklerin Tanrısı”nı yaratırlar. Sineklerin Tanrısı Musevilik’te şeytanla özdeşleştirilen bir kavramdır. Romanda ise “Sineklerin tanrısı, aslında çocukların taptığı bir tür doğaüstü güç değil, korkularının eseri olarak hayali tanrılarının onlara dokunmaması için, iki tarafı sivri bir mızrağın ucuna geçirdikleri bir domuz başıdır. Domuz başını deniz kıyısına dikerek, bir tür ilkel dinlerdeki kurban olarak o “tanrı”nın üstünlüğünü kabul ettiklerini ve onlara zarar vermesini engellemek istediklerini göstermek amacıyla bu sembolik nesneyi kullanırlar. Ancak, bu durum kolektif ve akılcı bir mantığın değil sadece güçlü olanın öznel gerçeklikle kurulu bir düzenidir.”Jack’in işine yarar.
Sineklerin Tanrısı, insanın içindeki kötülüğü, içimizdeki canavarı simgeler. “Bu adada bizden başka canavar yok belki.”¹ diyen Simon, cesedi bulur ve bunun bir canavar olmadığını diğerlerine de bildirmeye karar verir. Karanlık bastırdığında, yorgunluktan dizlerinin üzerinde sürünerek ormandan çıkar. Tam da vahşi hayvan avı oyununun ortasına düşer. Onu canavar sanan çocuklar, ona saldırır ve öldürür. “Simon, canavarın ve çocukların tanrısallaştırdıkları “Sineklerin Tanrısı”nın var olmadığını ispatlar. O, canavarı ve “Sineklerin Tanrısı”nı yok edecekken, durumsal bir ironi yaşanır ve tanrıyı yaratan korku onun yok olmasına neden olur.”²
Adada kurulan yeni düzende aykırı olan ve uyum göstermesi fiziksel özellikleri yüzünden imkânsız olan kişilerden birisi Domuzcuk’tur. Şişman yapısı yüzünden bu lakap takılan Domuzcuk, aynı zamanda körlük derecesinde miyoptur ve gözlük kullanmak zorundadır. Yapılan işlerde pek yardımı dokunmayan Domuzcuk, diğerlerine göre daha üstün bir sosyal zekaya, pragmatik bakış açısına ve liderlik yeteneklerine sahiptir. Ama sırf fiziksel yetersizliği yüzünden kurulu düzenin bir parçası olamayacak niteliktedir ve acımasız ilkelliğin kurbanı olur. “Domuzcuk, sosyal statü olarak “öteki” olarak da görülebilir. Hem şişmanlığı yüzünden hem de daha alt sınıflara özgü bir şive ile konuşmasından dolayı çoğunluk tarafından pek kabul görmez. Adada oluşturulan yazılı olmayan kurallar kabileye ait olan ve kabileden olmayan tarzında bir tek-tipleşme oluşturur.”² Tıpkı Simon gibi bu düzene uymayan Domuzcuk da homojenliği bozduğu için yok edilir.
“Diğer bir öteki ise Ralph’dır. Ahlaki çürümenin karşısında uygar insanın niteliklerini simgelemektedir. Onun varlığı da tıpkı düşünebilen Simon ve Domuzcuk’un varlığı gibi kabile ve kuralları için bir tehdittir. Tıpkı onlar gibi yine yok olmalıdır.”Jack zorbalığı öyle bir boyuta vardırır ki, avladığı domuzun başını canavara sunduğu gibi, Ralp’ı da avlayıp, başını iki ucu sivriltilmiş değneğe geçirerek canavara sunmak ister. Bu yüzden Ralph’i öldürmek için Jack’in önderliğinde bir kafatası avı başlatılır. Tüm ada ateşe verilir. Ralph, yakalanırsa Jack ve diğerleri tarafından öldürüleceğinden emindir. Ralph için her şeyin bittiği, ölümle burun buruna geldiği sırada dumanı gören bir askeri gemi adaya çıkar ve çocukları adadan, Ralph’i de ölümden kurtarması ile roman son bulur. Adanın dışında savaş sürmektedir ancak Ralph’in kurtuluşu küçük de olsa bir umut olduğunun gösterir okura.
Sineklerin Tanrısı, çocukluğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında geçmiş, İkinci Dünya Savaşı’nda yıllarca çarpışan insanların birbirlerini nasıl öldürdüklerine tanık olmuş bir yazar tarafından yazılmıştır. Bu yönü düşünüldüğünde “Sineklerin Tanrısı, bir felaket taslağı olarak değil, ince bir süzgeçten ve aklın nesnel gözleminden süzülen bir uyarı belgesi olarak algılanmalıdır.”²
İnsan doğası gereği iyi ve kötü yanları ile bir bütündür. İnsanın hangi yönünün baskın olacağını belirleyen koşullardır. “Toplumsal bir varlık olarak insanın tüm vahşilikten, kendi özünde barındırdığı barbarlık ve ilkellikten arınmasının yolu, romanın başlarında ideale yakın olarak sunulan, katılımcı, ifade ve fikir özgürlüğüne dayanan, akılcı ve toplumun tüm kesimlerinin çıkarlarını gözeten bir düzenin kurulmasıdır. Bunun için, iyi işleyen bir liderlik kurumunun, hukuk yapısının ve akılcı bir işbirliğinin gerekliliği esastır. Olumlu insani / toplumsal nitelikler tesis edildiğinde, insanın denetim altında tutularak, eğitim, sanat, edebiyat ve adil bir hukuk sistemi ile tüm olumsuzluklarının ortadan kaldırılabilmesi ve daha uygar bir toplumun oluşturulması mümkün olabilecektir.”²
Son olarak, Sineklerin Tanrısı’nın 1963 yılında Peter Brook, 1990 yılında ise Harry Hook tarafından sinemaya uyarlandığını ve kitabın 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığını da hatırlatalım.
Kaynaklar:
- Golding, W. (2016). Sineklerin Tanrısı. (M.Urgan, Çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
- Aşkaroğlu, Vedi(2016): Sineklerin Tanrısı: İnsan Özünün ve Diktatörlük Çağının Anlatısı