Berna Durmaz, çocukluğu Roman mahallesinin hemen yanı başında geçmiş bir yazar. Mahalleler arasında görünmez dikenli teller olsa da herkesin tiksinerek baktığı bu esmer tenli, gürültülü insanlar daha o günlerde ilgisini çeker yazarın. Belki onlarla yüz yüze konuşamaz, ama düğün gecelerinde çaldıkları zurnanın sesi ile büyülenir. Zurnadan çıkan nağmeler o kadar acı yüklüdür ki ağladığını düşünür. Durmaz, kulağında yer eden o acı seslerle yazmış Bir Fasit Daire’yi.
Cemafer, Ayni Babam, Zarif, Islak Oğlan, Sevgül, Kasım Emin, Topuz başlıkları altına giren birbiriyle bağıntılı on üç öykü var kitapta. Öyküler arasında geçiş yapan kahramanlar görüyoruz. Zarif, Topuz, Hasret ve diğerleri bir öyküde yan karakterken bir başkasında ana karakter olarak çıkıyor karşımıza. İlk öyküde Cemafer’in söylediği kehanet, son öykü ile gerçekleşiyor ki bu, kitabın temel izleği olan döngüye, fasit daireye vurgu yapıyor. Bu yönü ile öykülerin genel içeriği bütünlemeye yönelik olarak kurgulandığını görmekteyiz. Genel olarak bağıntılı öyküler yazmayı seven bir yazar Berna Durmaz. Bir Fasit Daire’de ise bunu bir adım daha ileri götürmüş. Adeta bize “Ben öykü yazdım, sen roman oku.” diyor.
Daha ilk tümcesinde okuru rengârenk bir dünyaya sürüklemeyi başarıyor yazar. Bunda dilin büyük bir etkisi olduğunu söylemeliyim. Dengbejlerden beslenen, masalsı, destansı bir dil bu. Kıvamlı, akışkan, neredeyse kusursuz…
Zarif ile Hasret’in imkânsız aşkları ekseninde, sıçramalı bir zaman diziniyle gelişen olaylara baktığımızda Roman kültürünü eksiksiz çizmeye çalışan bir kalem görüyoruz.
Zurnanın ıslak ağzını karyolanın demir başlığına dayayıp canı gırtlağından rahatça çıksın diye yatağına uzanan Cemafer, öldüğünü unutmuş, habire konuşup durur. Öyle olunca da adı iki günde konuşan ölüye çıkar. Semine Kadın, en iyisi öldüğünü unutmuş adamın çenesini bağlamak, deyip sıvar kollarını. Oysa Cemafer’in, sözünü taşıyacak olanı bulmadan susmaya niyeti yoktur.
Bir de zurnası vardır Cemafer’in, Dedesi Pinti Paşa’dan kalan. “Ben olmasam öyle durur bu garip durduğu yerde. Çalayım da nağmeye mey olayım, demez ki, nasıl desin? Al, at istersen ateşe yansın, gıkı çıkar mı? Dürt ya da bununla eşeğini, aha değnek aha delikli boru. Ama yok mudur içinde onu üfleyip de ses çıkarma isteğin? İşte o zaman delikli borun olur aşk, olur tutku, olur yaşam…”(21) dediği.
Mahallelinin, “Mezarında bile konuşur bu,” , “Sus be adam, dünya mı kaçtı içine, geber de kurtul.’” (21) dediği günlerde Zarif ile Hasret çıkagelir. Zarif bir deli divane, Hasret de onun ardına takılmış, oradan oraya sürüklenen bir kadın. Cemafer, bu ikisine, dedesinin ona anlattığını ezberden sıralamaya başlar. “Ne yüzler ne insanlar gelip geçer de bir zulüm kalır yeryüzünde. Bir fasit dairedir zulüm, kuyruğunu yutmuş yılan… Döner döner tekrarlanır, döner döner tekrarlanır, döner…” (24)
Cemafer sustuğunda, sessizliği kimsecikler kavrayamaz önce. “Cemafer’im, inandın mı öldüğüne?” Semire Kadın bunu dediği vakit ölür Cemafer. Boynu bir sicim boncuk dizili zurnası Zarif’in, hikâyesi Hasret’in olur.
Durmaz, öyküler ilerledikçe düğünlü, cümbüşlü, küfürlü, kavgalı, kalaylı, körüklü bir obanın oradan oraya sürüklenişine, kabaran nehrin akışına bırakıyor bizi. Kulağımızda Zarif’in zurnasının sesi… Aklımıza bir soru takılıyor: Bu Kel şehri nerededir? Ben Pakistan’da böyle bir şehir olduğunu keşfettim, ama yazarın kitapta anlattığı bu şehir midir, bilemedim.
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Romeo ile Juliet’i düşündüm Zarif ile Hasret’in aşkını okurken. Çingeneler Zamanı (Kusturica, 1988), Yüzyıllık Yalnızlık (Marquez, 1967) geldi aklıma. Berna Durmaz, kahramanları aracılığıyla yanıtladı beni:
“Herkesin bildiğiydi aslında anlattığı, bir o kadar kimsenin bilmediği. Kulak duyar, unutur, hatırlar, değiştirir. Dile gelince; bir ucuna bire bin katılırken öteki ucu aşınıp eksilir. Böyle böyle eksile çoğala yıllarca yaşar yeryüzünde yaşanan. Ne unutulur ne de tam hatırlanır.” ( Zurna Dediğin Delikli Boru 23)
Kitabın son öyküsü Kuyruğunu Yutmuş Yılan’da Zarif uçurumdan düşmek üzereyken zurnayı Topuz’a verir ve döngü tamamlanır. Yaşam, bir fasit daireden ibarettir.
Şimdi, Durmaz’a, (Topuz’un Zarif’e “Sen nerden öğrendin böyle çalmayı?” diye sorduğu gibi) “Nerden öğrendin böyle yazmayı?” diye sorsam alacağım yanıtı kestirebiliyorum. Ne demişti Zarif:
“Çalmam ki,” …. “ üfürürüm öyle.”
“Ağbimin çaldığı nağmelerin hepsini çalarsın işte.”
“Yok, onlar bu borunun içinde.”
O halde “Kalemine sağlık Berna Durmaz” diyelim biz de.