Mehtap Sezer ile Edebiyatist Yayınevi etiketiyle okurla buluşan ilk öykü kitabı hakkında konuştuk.
Serkan Parlak: Mehtap Hanım, ilk öykü kitabınız “Düğüm Düğüm” yılın ilk günlerinde Edebiyatist Yayınevi etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve ilk öykü kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.
Mehtap Sezer: Her biri çocuklarım gibi olan öykülerimi bir kitap haline getirmek hayalimdi. Bunu “Düğüm Düğüm” ile gerçekleştirmiş oldum. Roman da öykü de yazması heyecan verici edebi metinler. İki türde de yazmayı seviyorum. Fakat sanki öykü daha ağır basıyor. O kısacık metinde duyguları, hayal kırıklıklarını, yaşadıklarımızı, çeşitli mekânlar, karakterlerle ifade etmek, gerçeklik algısını fazla uzatmadan çarpıcı şekilde hissettirmeye çalışmak muhteşem bir uğraş, sihir gibi. Öykülerin beni cezbeden tarafı da bu herhalde.
Yazma serüvenim Stephen King’in “Yazma Sanatı” isimli kitabını okumakla başladı. “Yazabilirim,” diyerek önce kendimi inandırdım. Zihnimiz öyle büyük mucizeler bütünü ki inandığın şeyleri bir bir önüne çıkarabiliyor ve yaşadıklarınıza gerçekten şaşırıyorsunuz. İlk önce kısa metinler yazmaya başladım. Onları eşimle, oğlumla ve yakın dostlarımla paylaştığımda motive edici geri dönüşler aldım. Yeni yazarların kitaplarını okuyarak benim gibi yeni başlayanlar nasıl yazmışlar diye merak ettim. Tabii edebiyat dünyası bambaşka bir dünya. Yeni insanlarla tanışıyorsunuz. Tavsiyeler alıyorsunuz. Bir şeyler sizi başka yerlere götürüyor. Kısa bir süre önce kaybettiğimiz ustam, kıymetli hocam Mario Levi’nin Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’nde öyküler yazmaya, okumaya başladım. Bu şekilde bir kitaba sığacak, hatta içerisinden derleme yapabileceğim yirmiden fazla öyküm oldu. Bütün bunlar beni edebiyatın yaratım haline çekmiş oldu.
Serkan Parlak: Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da öykülerinize başlarken ilham kaynaklarınız neler oluyor?
Mehtap Sezer: Benim için ilham yaşamın kendisi. Hayata bir yazar gözüyle bakmaya başladığınızda öykülere kaynak olabilecek duygular, düşünceler zihninizde belirmeye başlıyor. Bazen bir parkta otururken tanımadığım bir insanın çevresiyle ilişkisi, bazen bir kafede martının yakınıma gelmesi, bazen de izlediğim bir filmin karakteri ilham olabiliyor. Benim için ilham her yerde. Görülmeyeni görebilmekte, hissetmekte, karşımdakinin yerine kendimi koyabilmekte.
Serkan Parlak: Öykülerinizin ilk taslaklarını nasıl oluşturuyor ve geliştiriyorsunuz?
Mehtap Sezer: Öykünün ana ekseni benim için okuyucuya vermek istediğim duygu. O hissi yakaladığımda sadece metinle baş başa kalmak benim için yeterli oluyor. İlk cümle, ilk paragraf kendiliğinden çıktığında öykü başlamıştır artık. Bunun için ilk paragrafı, çekirdek duyguyu çok önemli buluyorum. Artık günlerce haftalarca öykü de vermek istediğim mesaj, mekân, karakterler zihnimin gerisinden işliyor, bir ağacın dalları gibi uzuyor ve yeşeriyor. Yazmak bana göre kendime verdiğim bir hediye. Gerçekten yazmanın bu kadar büyülü bir şey olduğunu bilseydim daha önce başlardım. Yazmadan geçirdiğim yıllar için üzülüyorum.
Serkan Parlak: Mehtap Hanım, sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu? Son dönemde ilişkiler, duygular, kadınlık ve erkeklik durumları, geçmişe özlem ve geçmişteki travmalarla hesaplaşma, aile ve bireysel yabancılaşma mesela. Sizin de bu anlamda zamanın ruhundan etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?
Mehtap Sezer: Daha belleklerimizde çok taze olan bütün dünyayı sarsan salgın, sonra ülkemizde yaşanan 6 Şubat depremi, çok yakınımızda yaşanan savaşlar ve maalesef ülkemizin gündeminden düşmeyen kadın cinayetleri… Bütün bunlardan bir yazarın, sanatçının etkilenmeyeceğini düşünemem. Salgında yaşananların etkilerini bundan sonra ortaya çıkacak eserlerde daha çok görmeye devam edeceğiz. Sadece filmlerde olur dediklerimizi hepimiz birebir yaşadık. Bu duygular, çekilen ıstıraplar, kayıplar ve yaşadıklarımız zamanla edebiyatta kendisini daha çok gösterecek.
Zamanın bir ruhu olduğuna inanıyorum. Bu bahsettiklerinizin hepsi de bu ruhun içinde var. Maalesef duyarlılığı olan insanlar bunu daha fazla yaşıyor. Varoluşsal sorunlarla daha çok hasbıhal ediyor. İnsanların gittikçe daha çok bencilleşmesi, toplum olarak öz değerlerimizden gittikçe daha çok uzaklaşıyor olmamız beni çok üzüyor, bazen kendimi bu zamana ait hissetmiyorum. Bütün bunlar, ne üzerine çalışıyorsam öykü ya da roman, karakterlerime, olay örgüme mekânda yarattığım atmosfere kadar sinebiliyor.
Geçmiş yıllarda kadın ile erkek arasındaki duygular, aşk çok farklı yaşanırdı. Cemal Süreya’nın eşine yazdığı mektuplar, Nâzım Hikmet’in Piraye Hanım için yazdığı satırlar, Âşık Veysel’in derledikleri… Hepsi zamanının ruhunu yansıtıyor. Duygusal bir metin yazacaksam mutlaka şiir okuyorum. Beni çok etkiliyor. Yaşadığımız modern, dijital zamanın bize getirdiği kolaylıklar yanında her şeyi çabucak tüketmek de var. Duygularımızı çabuk tüketiyoruz. Hisler derinlemesine yaşanmadan uçup gidiyor. Eski şarkıların yeniden düzenlenerek yeniden dinlenmesi, o zamanın duygu güzelliğinden kopamamamız anlamına geldiğini düşünüyorum.
Serkan Parlak: Uzun zaman çalıştıktan sonra nasıl bir hisle son noktayı koydunuz öykülerinize? Yazarken yeni şeyler keşfettiniz mi; duygu, düşünce dünyanıza öykülerinizin ne gibi katkıları oldu?
Mehtap Sezer: Öykünün dinamiği içerisinde haftalarca gezindikten sonra bir an geliyor bir kelime dahi eklesem vermek istediğim duygudan uzaklaşacağımı hissediyorum. Bu his benim son noktayı koyduğum an oluyor. Arkasından gelen büyük bir huzur ve doygunluk hali. Yazmak benim için bir tür terapi. Önceki yaşlarım eksik gibi, sanki hiç tam olmamış gibi… Yazmaya başladıktan sonra okumalarım daha bilinçli ve çeşitli olarak ilerledi. Çünkü hayal dünyanıza neyin hizmet edeceğini bilemiyorsunuz. Bu süreçte yaşadığım çevreye, insanlara bakışım değişirken hayatın içinde izlekler arar oldum. İnanılmaz güzel dostluklar edindim. Hepsi de beni besleyen yol gösterici dostlar oldu. İmza günleri, fuarlar derken yazar dostlarım giderek arttı, artmaya da devam ediyor.
Serkan Parlak: Nitelikli kurmaca okurları metni okurken aslında sadece anlatıcı ilgilendirir, yazar ilgilendirmez, yazarın yaşam öyküsü özellikle. Değerlendirmeler anlatıcı üzerinden yapılır. Kurmaca metinlerde çözülmesi en zor konulardan biri olan anlatıcı meselesi- öykülerinizde üçüncü tekil kişi, birinci tekil kişi ve her şeyi bilen- tanrısal konumlu anlatıcı ön planda- hakkında öykülerinizde ne gibi problemlerle uğraştınız?
Mehtap Sezer: Aslında anlatıcı meselesi benim için yazacağım öykünün içeriği ile ilgili oluyor. Örneğin “Düğüm Düğüm”de yer alan “İkindi Vakti” isimli öykümde, birinci tekil şahıs anlatıcı dışında kahramanımın yas duygusunu daha etkili veremezdim. Öte taraftan tanrısal konumlu anlatıcıyı kullanmayı da çok seviyorum. Galiba bana her şeyi bilen, gözlemleyen biri olarak bana daha çok yazım konforu sunuyor. Açıkçası kendi açımdan anlatıcı konusunu problem olarak görmüyorum. Yazacağım ne ise zihnimde belirlendiğinde bunların hiçbir önemi olmuyor. Hikâye akıp gidiyor. Olması gerektiği gibi ilerliyor.
Serkan Parlak: Hikâyeler iç evrenimizin, kozmik yapımızın yansımaları olarak dünyayı daha katlanılabilir hale getiriyor. Hikâyeler ötekilere yazılıyor, öznel alana hitap ediyor, okurları etkilemeleri gerekiyor. Günlük hayatta katlanamayacağımız gerçekler hikâyede, romanda katlanılır hale geliyor. Odaklandığınız temalardan hareketle özellikle öykü türünü seçmenizin nedeni nedir?
Mehtap Sezer: Öykü yazmayı çok sevmemin sebebi bahsettiğiniz gibi bireyi daha çok sarsmak. Deyim yerindeyse bam teline basmak galiba. Roman yazmayı da çok seviyorum. Aynı yayınevinden çıkan ilk romanım “Kör Pusula”daki Ahmet karakteri kanlı canlı hallerde gözlerimin önünde iki yıl benimle yaşadı. Romanın sonlarına doğru kurguyu aşarak aldı başını gitti. Çok yol aldı. Zamanla öyle bir yere geldi ki artık onu dizginlemem gerektiğini düşündüm, hayatına son verdim. Bahsettiğim bu zaman zarfına ondan fazla öykü sığdırdım. Çünkü yazdığım öyküler yazma şevkimi artırdı. Kısacası daha çok yazmak, daha çok çalışmak bana iyi geldi. Kendimce böyle bir yol izledim.
Serkan Parlak: Mehtap Hanım öykü ve roman türünde başucu yazarlarınız kimler?
Mehtap Sezer: Roman türünde Christophe Grange, Haruki Murakami, Murathan Mungan, Tess Gerritsen, Ahmet Ümit, Armağan Tunaboylu, Elçin Poyrazlar, Nazlı Eray.
Öykü türünde Edgar Allan Poe, Sabahattin Ali, Tezer Özlü, Carys Davies, Patrick Süskind, Raymond Carver.