Okul yıllarında kitap okumaktan derslerine çalışmaya vakit bulamayan Zülfü Livaneli, sene sonunda tam yedi zayıflı bir karne getirerek bütünleme sınavlarına kalır. Böyle bir karneyle eve nasıl gideceğini düşünür. Hiçbir şey aklına gelmeyince daha önce hiç gitmediği futbol maçına gitmeye karar verir. Karşılaşma 19 Mayıs Stadı’nda Ankaragücü – Amerigo arasında oynanmaktadır. Ancak Ankaragüçlü oyuncular rakiplerine göre oldukça zayıftırlar. Böyle olunca da Amerigo sahada ezici bir üstünlük kurarak sahadan 7-0’lık skorla ayrılır. Livaneli, skor tabelasında da yedi sayısını görünce bunun bir rastlantı olmadığını düşünür. Bu uğursuz rakamdan hemen bir anlam çıkartarak yeni bir maceraya atılmak ister. Ne de olsa birçok kitap okumasına rağmen en çok etkilendiği yazar Hemingway’dir.
Livaneli, otobüsten indiğinde ortalık karanlıktır. Ortalıkta bir benzin istasyonu ve iki yolüstü kahvesinden başka hiçbir şey görünmemektedir. Hemen bu kahvelerden birine girer. Kendi yaşıtı olan garsona bir çay söyleyip, Eskihisar’a gitmek istediğini söyler. Garson çocuk denize inen orman yolunu tarif eder ve kahveye gelen ormancılarla onu gideceği yere gönderebileceğini söyler. Livaneli, beklediği ormancılarla birlikte deniz kenarına kadar gider. Gördüğü manzara karşısında mutluluktan ağlamak ister. Çünkü Eskihisar da Karayip Denizi’ndeki ünlü balıkçı köyüne benzemekte, Livaneli ise sanki kendini Hemingway’in romanlarının içine girmiş gibi hissetmektedir.
Geldiği bu kıyı kasabasında kalacak bir yer aramaktadır Livaneli. Kahvedekiler bu genç macerapereste, yalnız kalan ihtiyar bir kadının yanında kalabileceğini söylerler. İlk önce mutlu olur. Hemen kendini kumsala atarak, yanında getirdiği Hemingway’in kitaplarından birini okumaya başlar. Artık özgürdür ve istediği hayatı yaşamaya başlamıştır. Akşam ise balıkçı kahvesinde kızartılan çıtır çıtır balıkları yiyerek karnını doyurur. Sıra kalacağı eve gitmeye gelmiştir. Ev, tepelik bir yerdedir. Ayın yansıttığı ışıkla tepeyi tırmanarak kalacağı ahşap eve girer Livaneli. Evin içinde ilk önce hiç kimseyi bulamaz. Seslenir! Arka odalardan bir inilti duyar. Hemen sesin olduğu yere gider ve yatalak yaşlı bir kadınla karşılaşır. Kadınla hiçbir şey konuşamadan üst katta kalacağı odaya yerleşir. Adeta korku filmin sahnelerini andıran bu ev kalınabilecek bir yer değildir. Zorla sabahı eden Livaneli bir daha geri dönmemek üzere bu korkutucu evden ayrılır.
Livaneli, tekrar kahvenin yolunu tutar. Ne yapıp edip balıkçılığı öğrenecektir… Yine kahvedekilerin yardımıyla Çavuş diye anılan usta bir balıkçının yanında işe girer. Ağları toplayacak, tekneyi temizleyecek, balığa çıktıklarında Çavuş’a yardım edecektir. Geri kalan zamanında ise kitaplarını okuyup, yazacaktır… Kalacağı yeni yer ise tam da istediği gibi teknedir. Çavuş balık yataklarını, ağ çekmeyi, ağ sermeyi ve tanımadığı deniz canlılarını öğretir genç macerapereste. Çok sevmiştir Eskihisar’ı Livaneli; ömrünün sonuna kadar burada kalmaya karar verir, ancak ailesine karşı da suçluluk duymaya başlar. İki ay sonra ise daha fazla suçluluk duyguları ile mücadele edemeyerek Ankara’ya dönmeye karar verir.
Gençlik yıllarında Hemingway’den etkilenen Zülfü Livaneli, artık onun gibi usta bir yazar olarak dünyaca tanınmaktadır. Hem de eşi benzerine belki de bir daha rastlanmayacak, her alanda başarılı olduğu şair, yazar, müzisyen ve yönetmen kimlikleriyle… Livaneli, İnkilâp Kitabevi etiketi ile çıkan Balıkçı ve Oğlu adlı yeni kitabı ile okurlarına Ege kıyılarından selam göndermektedir. Büyük usta bu kitabında, insanlığın büyük bir sorunu olan mülteci olaylarını ve doğa katliamlarını, akıcı dili ile insanın vicdanına dokunarak ele alıyor. Maalesef ki bu kitabında gençliğinde etkilendiği İhtiyar Balıkçı ve Deniz adlı romandaki gibi gençleri bir maceraya sürükleyemeyecektir Livaneli. Çünkü insanlık Hemingway’in yaşadığı yıllardaki gibi değildir. Teknoloji ne kadar ilerlediyse, vicdanlar da bir o kadar gerilemiştir. İşte usta yazarımız da Balıkçı ve Oğlu’nda kapitalizmin kölesi olmuş günümüz dünyası insanlarının vicdanına seslenmektedir.
Olaylar, Mustafa ve Mesude adlı iki genç çiftin, babası ile balığa çıkıp dalgalar yüzünden alabora olan kayıklarından düşüp dalgalara karışan Deniz ismindeki oğullarının kaybolmasıyla başlıyor. Bu feci kazadan sonra ne Mustafa ne de Mesude eskisi gibi yaşamlarına devam edebiliyorlar. Özellikle Mustafa denizden eve evden de denize gidip geliyor, başka da hiçbir şekilde çevresi ile iletişim kuramıyor. Ta ki bir gece yine balığa çıkıp, balık yerine denizden mülteci cesetleri toplayana kadar! Bu geceden sonra Mustafa’nın hayatı bir anda değişiyor… Çünkü deniz bu sefer Mustafa’ya bir sürprizle geliyor! Ve romanda bu olayın etrafında gelişiyor.
Romanları birçok dile çevrilip, ülkemizi uluslararası yazın dünyasında başarı ile temsil eden usta yazarımız Zülfü Livaneli, Mustafa ve Mesude’nin hikâyesi ile romanını kurgulasa da, sadece mülteci sorununa değil, özellikle son zamanlarda balon balığı istilasından aile içi ilişkilere, kısa tarihi bilgilerden mesellere ve doğa katliamlarına kadar birçok konu hakkında okuruna ışık tutarak dünyada bir farkındalık oluşturacağının izlenimini veriyor. Aydın sorumluluğu taşıyan gerçek bir entelektüelin kimliğine yakıştığı gibi…