Zülfü Livaneli’nin romanlarını dört gözle bekleyenlerden biri de benim. Kaplanın Sırtında’yı da öyle… Belki de en merak ettiğim romanlarından biri oldu. Çünkü Osmanlı’nın en tartışılan isimlerden biri olan Abdülhamid’i ele alıyor bu roman. Bakalım usta yazar çok tartışılan padişah Abdülhamid’i tarafsız bir bakış açısıyla nasıl anlatacaktı?
Dikkatimi ilk önce romanın adı çekti: Kaplanın Sırtında… Abdülhamid gerçekten de Kaplanın Sırtında hayat süren bir padişahtı. İktidarda olduğu dönemlerde herkesin saygı duymak zorunda kaldığı, konuşmalarına son derece dikkat ettiği, en ufak hata yapmaktan dahi çekinilen bir isimdi. İktidardan hâl edildikten sonra da neredeyse yüzüne bakılamayacak, herkesin kinini kustuğu sıradan bir insandı. Yıllarca Kaplanın Sırtında olan Abdülhamid sonunda kaplanın sırtından, önüne düşmüştü. Ona yem olacaktı… İşte böyle bir hikâyenin anlatıldığı bir romana da bu isim çok yakıştı.
Romanın sayfalarını çevirdikçe usta kalem Livaneli’nin ne kadar derinlemesine araştırmalar yaptığını görebildim. Kendi ideolojisine uysun uymasın, taraflı tarafsız tüm tarihçilerin çalışmalarını incelemiş. Sanki bir tarihçi titizliği ile romanını kaleme almış. Zaten kitabın sonunda hangi kaynaklardan yararlandığını da okurlarına sunmuş. Kitap tamamlandığında ise Türkiye’nin önde gelen tarihçilerden Prof. Dr. İlber Ortaylı ve Prof. Dr. Taner Timur gibi akademisyenlere kitabını okutup, fikirlerini paylaşmalarını istemesiyle de kitabına gelebilecek yerli yersiz tartışmaların önünü kapatmış oldu usta yazar.
Kaplanın Sırtında, Abdülhamid’in sürgün olarak üç yılını geçirdiği Selanik’te, Alatini Köşkünde geçiyor. Romanın büyük çoğunluğu Doktor Atıf Hüseyin’in, Abdülhamid ile geçirdiği günleri kaleme aldığı günlüğünden kurgulanmış. Yalnız ilk günleri saymazsak… Çünkü Abdülhamid ve ailesinin Selanik’teki ilk günlerde doktorla karşılaşmıyorlar. Belli ki bu günleri ait bilgileri birçok kaynaktan edinmiş Livaneli. Her ne kadar anlatılanlar gerçek bilgiler olsa da usta yazar edindiği bilgileri öyle güzel okuruna aktarmış ki gerçek ile kurgu birbirinden ayırt edilemiyor.
Ülkemizdeki tarih eğitimi sıklıkla tartışılan bir konudur. Maalesef üniversiteden mezun olmuş bireylerin dahi tarih bilgisi neredeyse kıt! Bunun sebebinin de tarih derslerinin soğukluğu, ilgi çekici konulardan uzak bir şekilde derslerin anlatılışının olduğunu düşünüyorum. Mesela lise ve ortaokulda Osmanlı’nın sadece savaşları anlatıldı bize. Ne yazık ki bu konularda hiçbir zaman ne benim ne de birçok arkadaşımın ilgisini çekti. Bizlere Kaplanın Sırtında gibi bir roman okutulsaydı eminim ki bugün bilmediğimiz yada ilgimizi çekmeyen birçok tarihi konuya hakim olacaktık. İşte Zülfü Livaneli de birçok öğretmenin yapmadığını yapıyor ve romanıyla tarihe karşı büyük bir ilgi uyandırıyor. Romancı titizliği ile tarihi bilgileri okuruna sunuyor ve sanki anlattığı döneme okurlarını götürüyor , tarihi kişiliklere karşı ise empati ile yaklaşmamızı sağlıyor. Eminim ki tarih öğretmenleri Abdülhamid’in savaşçı, toprak kaybeden, Osmanlı’nın çöküş dönemi padişahı olduğunu öğrencilerine anlatmanın yanı sıra operaya giden, piyano çalan, edebiyata düşkün, marangozluğa meraklı bir kişilik olduğunu öğrencilerine anlatsalar tarihe ilgili öğrenciler okullardan mezun olacaklardır.
Mutlaka okunmalı Kaplanın Sırtında… Amasız, fakatsız, ön yargısız olarak!
Kitabın 300 sayfayı aşması için bölümler öncesinde boş bir sayfa bırakılması fikri takdire şayan doğrusu !!!