Edebiyatımızda, öldükten sonra da yazmaya devam eden bir şairimiz olduğunu biliyor muydunuz? Evet, öldükten sonra bile! İlk bakışta herkese deli saçması gibi görünecek olan bu anektod bize değil de başka bir milletin edebiyatına ait olsaydı, eminim ki bugün hâlâ ve üstelik tüm dünyada konuşuluyor olurdu. Ama, gelgelelim, bunun daha bizde bile bir fark edeni olmadığından, esamesi hiçbir yerde ama hiçbir yerde okunmuyor!


Şairimizin adı, Rüştü! Rüştü Onur… Hani, şu, Yılmaz Erdoğan Kelebeğin Rüyası diye filmini çekmeseydi, hadi filmini çekti diyelim, Mert Fırat gibi yakışıklı bir oyuncuyu bu rolde oynatmasaydı, adını pek çok okurun(!) “rüyasında” bile duyamayacağı, genç ölümlü şairimiz… O devam etmiştir, öldükten sonra bile yazmaya! Ve bunu da, yine, tıpkı pek çok hatırasının güzelliğini borçlu olduğu gibi, şair arkadaşı Süleyman Muzaffer’e borçludur. Artık hepimizin bildiği adıyla, Muzaffer Tayyip Uslu’ya…
Arkadaşının verem illeti yüzünden erkenden, daha yirmi iki yaşında göçüp gitmesi, derinden etkiler Muzaffer’i. O da, kabullenemediği bu ölüm gerçeğinin karşısında, hayallerine bir kez daha sıkı sıkı sarılıp bir şiir kaleme alır Rüştü’nün ağzından. Başlığına “Rüştü’den Gelen Mektup” ve dipnotuna da “Rahmetli şair arkadaşımız Rüştü Onur” cümlesini düştüğü bu şiirine (“mektubuna” mı demeli?), öte dünyadan sesleniyormuşçasına şu dizelerle başlar:
“Önce bütün şairlere selâm
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç de güzel değil
Ne sabah var ne akşam”
Kabullenilemeyen bir ölüm karşısında yazılabilecek en güzel şiiri yazan Muzaffer, Rüştü’nün ağzından bütün şairleri selamladıktan sonra yine arkadaşının diliyle “insanlara iyi günler dilemeyi” ve “vefasız dostlara ise dünyanın kimseye kalmayacağını hatırlatmayı” ihmal etmez. Şiirinin son bölümünde ise açıkça emrivaki yapıp Rüştü’ye Oktay diye birinin hakkını teslim ettirerek ona şunları dedirtir:
“Fakat hakkı varmış Oktay’ın
‘Hâtıralar da dal istiyor
Kuşlar gibi konacak.’”


Şiirde adıyla seslenseler de gerçek hayatta “ağabey” diye hitap ettikleri bir başka şairimizdir aslında Oktay. Şiire alıntılanan o iki dize ise, şair ağabeylerinin “Gün Sonu Konuşması” adlı şiirinde yer alan “Çünkü hatıralar kuşlar gibi / Dal ister konacak” dizelerinin birazcık değiştirilmiş hâlidir. Muzaffer’in küçük bir değişiklikle şiirine alıntıladığı bu dizelerin sahibi olarak adı anılan Oktay ise, Garip üçlüsünün neferlerinden biri olan Oktay Rifat’ın ta kendisidir!
Garip üçlüsünün, yani Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Orhan Veli’nin, şiir bahsinde beğenilerine uymayan ya da gerçek hayatta bir şekilde ters düştükleri şairlerin şiirlerine göndermeler içeren dizeler kaleme aldıkları bilinen bir gerçektir. Söz gelimi Orhan Veli, tutar Ahmet Hâşim’in “Göllerde bu dem bir kamış olsam” dizesini, alaycı bir ifadeyle yeniden yazarak “Rakı şişesinde balık olsam” dizesine dönüştürür. Bana öyle geliyor ki, Oktay Rifat’ın “hatıralı-kuşlu” bu iki dizesinde yaptığı da, kendilerine göre daha toplumcu bir çizgide ilerleyen Rıfat Ilgaz’ın “Alişim” adlı şiirinden şu dizelerine yaptığı bir göndermeden ibarettir:
“Kızlar da emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak!”
Tabii bu konuda elimizde itiraf içerir bir belge bulunmadığından, Mertcan Karacan’ın ortaya attığı iddia daima bir soru işareti olarak kalacaktır. Ama Oktay Rifat’ın bir göndermeyle yazdığı bariz belli olan dizelerini bir şiirine alıntılayıp da; Rıfat Ilgaz’ın gönderme yapılan dizelerinin de yer tuttuğu Yarenlik kitabı hakkında aşağıdaki cümleleri yazan Muzaffer Tayyip Uslu, aynı Mertcan’ın aklında öncekinden çok daha büyük bir soru işareti doğuracaktır:
“Sonra ‘Sanatoryum’, ‘Cenaze’ gibi melodram ihtiva eden konulardan kaçınması lazım, çünkü bunlar şairi kolaylaştıran, nihayet tembelliğe götüren tehlikeli yollardır.”
Gerçi gelinen şu hamaset yüklü edebiyat ortamına bakıldığında Rıfat Ilgaz’ın bile tembelliğe kaçmakla suçlandığı o günleri özlememek elde değil! Keşke, diyorum, bu iş bize değil de, öldükten sonra da tıpkı Rüştü Onur gibi yazmaya devam edebilselerdi de, yine o büyük ustalarımıza kalsaydı!