Ağda Zamanı, yayımlanmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen içindeki öykülerin diriliğini koruduğu bir ilk kitaptır. “İçeride, kadın kendi türküsünü söyler dururken böyle, odalardan odalara dolaşırken toz bezleriyle… süpürgeler ve bitmeyen bulaşıklarda mutluluğu pekiştirmeye çabalarken, sürülmüş, bir evin içine sürülmüş ve güvenlik içindeyken. Sınırlanmış yerli yerindeliklerle, yapılması gerekirliklerle kuşatılmış tembelliklerle, kuşkusuz yargıların rahatlığıyla dolu sözcüklerle egemenlik peşinde tekdüze…” (Aykırı Sevgi Üstüne)
“Dışarıda, gökyüzünün duru serinliğine asılı kalmış güneşin altında, durdurulmaz bir oluşum, devinim, çoğalma. Erik çiçekleri, menekşeler, yağlıçanaklar, ballıbabalar, yörükkızları, ıtırlar. Baştan sona çiçeğe bulanmış çayırlar, ot kokuları.” görülür onun öyküsünde. Yazar için “Özümseme”dir öykü(sü)nün adı. Bir öğretmen vardır içinde; tablolar, yağlı boyalar, resimler ve diğer otobiyografik unsurlar…
Yazar, farklı toplum katmanlarından kadınların hikâyelerini -bu kadınların acılarını, umutlarını, hüzünlerini, beklentilerini- ve toplumun kadına bakışını duyarlı bir dille anlatır. Kadınlık hâllerini büyük bir doğallıkla aktarır. (Kitabın adını duyduğumuzda yüzümüzde bir tebessüme yol açması belki bundandır.) Sadece kadınları anlatmaz; erkekleri, çocukları, anneleri, babaları, aileleri, öğrencileri, öğretmenleri, pazarcıları… da anlatır. Aral’ın öykü kahramanları, şu köşeden çıkıp geliverecekmiş gibi sahicidir üstelik. İçeride kopan fırtınaları dışa yansıtır; evlilikleri yürütemediğinde boşanır yahut hiç evlenmez. Ama “Bir sofrayı bölüşmenin güzelliğini yadsıyamam.” der yine de.
Kimi öykülerinde yazar, yaşadığı toplumun riyakâr yaklaşımlarına dem vurur: “Herkes birbiriyle yarışta… Pişirdikleriyle, giydikleriyle, taktıklarıyla en önde olma isteğinde hepsi. Ben de bu yarışa katılmak zorunda kalıyorum. Belki de bu yüzden yoruluyorum. Yarışma yahu, diyor Tacettin. Zorun ne? Bilemiyor erkekler kadın dünyasını, onlar için yalnız iş…” (Göz Boyası) Arada bir şiirsel dille de seslenir okura. “/Boşalır odalar, koridorlar, koyulaşır duvarların yeşili. Doludur, boşalır. Çoğalır yalnızlık. Sığamam. Söylenenleri, yanıtlarımı anlayamıyorum. Alışılmış gelişigüzel tümceler. Bomboş kalıyorum ve şaşkın. Suskun ve çok sıkılmış./” (Haziranlarda) Anlatılan yaşantılar öyle şiirsel değildir oysa. “Yük gibi taşınan kadınlar. Erdem simgesi… Hanım hanımcıklar. Kocalarını aldatmamışlar. (…) Çok çalışmışlar, çok yorulmuşlar, çile çekmişler, sayısız ölüm vermişler. Çocuk, koca kahrına katlanmışlar, ödenmiş özverileri. Sevmemişler, korkunç alışmışlar. Sevilmemişler, alışılmışlar. Bezginliklerinde bağırarak kavga etmişler kocalarıyla, edepsizleşmişler, baskın çıkmışlar.”
Kitaba adını veren “Ağda Zamanı” öyküsünde ise kahramanımız, hiç evlenmemiş bir genç kadındır; “Erkeklerle ilişkimi arkadaşlık dışına taşırmam. Tutarım kendimi. Küçümsenecek bir kız olamam ben.” düşüncesindedir. Günün birinde Murat’la aşkı tadar; “Onunla birlikteyken şaşkınlık dolu bir sevinç çoğalıyor içimde.” der. Hikâyenin sonu mutlu bitmez ama yine de hayata kaldığı yerden devam eder. “Değmeyecek insanlara değer vermişim. Yazgıya inanasım geliyor ama yenilmiyorum. Gerçek olan benim. Benim çabam, sevgim. Yaşamı kırgınlıklarla da olsa bilinçle seviyorum. Şunu da anladım, erkekler kişilikli kadınlara katlanamıyorlar.”
“Kapı” öyküsünde ayrılmış bir çiftin boşanma sonrası anlatılır. Kadın, adamın evinden çocuklarını almaya gelir hafta sonu. Babaanne çocukları vermez, mahkeme kararında “her ayın birinci ve üçüncü hafta sonları” yazıyor diye. Baba, ekmek almaktan dönmüştür. Kapı önünde tartışma yaşanır. Nefise, evliliği süresince kocasından en fazla “yavaş” kelimesini duymuştur. “Yedi yıl, ‘Yavaş… Yavaş…’ diye seslendi kocam ardımca. Kocam en çok ‘Yavaş’ sözcüğünü kullandı birlikte yaşadığımız sürece. -Kapıları çarpma yavaş -Koşma yavaş yürü, çocuğunu düşürürsün -Yavaş konuş bağırma öyle –Radyoyu bu kadar açma be yavaş… Gülüşüme, sevincime, mutluluğuma, coşkuma, kaygıma, sevgime, ‘Yavaş,’ dedi. ‘Boğuyorsun, yavaşça yudum yudum sev…’ Yatakta bile ‘Yavaş, annem duyacak,’ diye çıkıştı. Dayanamıyordum ya da bana öyle geliyordu ama bir de baktım yavaş yavaş ölmüşüm.” Gülüşüne, sevincine, mutluluğuna, coşkusuna, kaygısına, sevgisine ve daha birçok şeye “yavaş” denmiştir. Yavaş yavaş ölmeye başladığını düşünen Nefise yaşamını değiştirmek/ yenilemek ister; fakat kocası onun değişim arzusuna ayak uyduramaz, hayallerine ortak olamaz. İstediği değişimi gerçekleştiremeyen Nefise, ondan ayrılmaya karar verir.
Kirli Sarı’da anlatılan bir yoksulluk öyküsüdür aslında. Ziya’nın kız kardeşi Nedret evden kaçmıştır. Babası ölünce hayat bir daha eskisi gibi olmamıştır onlar için. Ziya, pavyonda çalışmaya başlayan kardeşini bulur, eve dönmesi için almaya gider. Ancak Nedret, “Beni unutun.” der. Yıllar sonra bir tren yolculuğunda Ziya, karşılaştığı çocuk sayesinde Nedret’in bir banka müdürüyle evlendiğini ve çocuğu olduğunu öğrenir. Mutlu olur. Flaşbeklerle geçmiş hatırlanır sürekli. Hatırlama, unutma, bellek üzerine güzel bir öyküdür bu. “Unuttuğunu sandığı her şeyi su yüzeyine çıkarıyor, yeniden ve yeniden yaşatıyordu… Unutmak demek yaşanan şeyin önemini yitirmesi demek değil miydi? Unuttuğumuzu sandığımız nice şey bir gün apansız çıkıp geldiğinde bu yüzden mi tedirgin ediyordu bizi?”
Ağda Zamanı’ndaki kadınlarda ortak bir özellik görülür: Sıradanlaşan/tekdüzeleşen yaşama başkaldırı… Yenilenmeyen, yıpranan evlilik bir süre sonra yalnızlık doğurur; sonunda da var olan düzeni bırakıp yeni bir hayata kapı açma isteği… Kadınlar anlatır, anlatır, anlatır; hiç durmadan… Öykülerde bir yandan iç’leri bir yandan dış’ları yansır. “Geceler daha dayanılmaz. Çocukluğumun içli dışlı komşuları yitip gitti. Apartman katlarının havasız merdivenlerine tabak çanak sesleri, radyo gürültüleri, çocuk ağlamaları, karı-koca kavgaları dökülüyor. Birbirleriyle kapı ağzında gevezelik etmiyor kadınlar, kocalarını çekiştirmiyorlar. Hırçın, bıkkın sesler her kapının ardında. Ayrı ayrı, kendilerine yönelik. Kimsenin kimseye eğilecek zamanı yok.” (Olumsuz)
Kitabın yayımlanmasının üzerinden kırk yılı aşkın bir süre geçti. Ağda Zamanı’ndaki öyküler, hâlâ kelimeleriyle çoğaltmaya devam ediyor okuru. Çünkü diri. Çünkü içten. Çünkü sahici.
ilk yayın: KE