John Berger’in üslubunu kanımca iki sözcük belirler: Dinamizm ve gizem. Dinamizmi o bildiğimiz ‘metnin sürükleyiciliği’ anlamında kullanmıyorum. Heyecanlı olaylar silsilesi veya şaşırtıcı polisiye kurgular olmadan sağlanan türden bir sürükleyicilikten bahsediyorum. Yetmiş dört yaşındaki Helene’nin, keçisiyle neden- üstelik tam da kar başlamışken- ormanın içinde patika patika dolaşmaya çıktığını önce anlamazsınız. Ama yazar size bunun bir anlamı olduğunu hissettirir. Berger’in Onların Emeklerine adını taşıyan üçlemesi köye, köylüye ve her ikisinin ayakta kalma mücadelesine adanmıştır ve bu kadim dünyada her şey açık ya da örtük bir manaya sahiptir. Keçiyle yapılan o küçük gezinin de bir anlamı vardır: Helene, bahar gelince satacak birkaç oğlağı olsun istemektedir ama bu, doğal olarak, küçük keçisinin tek başına üstlenebileceği bir görev değildir!
Berger’de sürükleyicilik anlatıcının arka plandaki hâkimiyetinden kaynaklanır. Hikâye başlar, birkaç sayfa okursunuz, olay ve kişiler kafanızda şekillenir, sonra birden Berger ben anlatıcıyı devreye sokar. Bu arka plan tanıklığı yazarın Zaman’la oynamasına imkân verir ve bu da metne bir dinamizm kazandırır. Berger araya, o zaman ben orda değildim, ya da bana bunu sonra anlattı, gibi cümleler ekler ve hikâyenin anlatıcısı okurla birlikte hikâyeden uzaklaşır veya ona yaklaşır. Anlatıcısını aynı anda hem böyle ustalıkla gizlemek hem de bu kadar belirgin kılmak bir yazarlık hüneridir.
Böylece bir Berger hikayesinde gizem ve dinamizm sürekli birbirini tetikler. Yazarın gizem üretmedeki başarısı metni ince bir mizaha ve küçük sürprizlere açık kılar ve bu durum okuyucu için keyifli bir devinim yaratır. O kadar ki Berger hikâye ya da bölüm sonlarına değil aynı sayfadaki her bir paragrafın sonuna koyar bu sürprizlerden. Onun hikâye anlatıcılığı bir parça gelenekseldir. Ama Berger metnine biraz daha esneklik kazandırır, onu modern yöntemlerle süsler. Böylece çok çeşitli insanlık durumlarını ark arkaya bir iki sayfada verebilir. Bir paragraf biterken gülümsersiniz, diğerinin sonunda sizi ince bir ürperti bekler.
II.
Berger’i özel kılan niteliklerden biri de gözlem. Kitaplarının arka kapak yazılarında bu gözlem gücüne vurgu yapılır. Gerçekten de Berger’i birçok yazardan ayıran bu ayrıntılardır- ve onların ilişkilendirildiği başka ayrıntılar. Bu gözlem birikimi metni zenginleştirir. Ama, nasıl yapıyorsa, Berger sanki görmediklerini de metnine yedirir. Bunda anlattığı yaşamı ve verdiği mücadeleyi bizzat kendisinin de uzun bir süre boyunca deneyimlemesi yatar. Sahicilik hissi bir an bile kaybolmaz.
Gözlem, dinamizm ve gizem. Ama zekayı da yabana atmamak gerek. Bir tür edebi zekadan bahsedilecekse John Berger’e ayrı bir sayfa açılmalıdır. Bana şuradaki anlatım, gözlem gücünün yanı sıra ciddi bir zekâ da ister gibi gelir.
Tekrar, adımı kırk yıl önce söylediği gibi söyledi ve tekrar beni bütün başka erkeklerden ayırdı, başka bir yere koydu. Dağlarda geçmiş hiçbir zaman, arkanızda değildir, hep yanda durur. Akşam karanlığında ormandan inersiniz ve kulübede bir köpek havlıyordur. Bir yüzyıl önce aynı noktada, günün aynı saatinde, bir köpek, ormandan aşağı bir adamın geldiğini fark edince havlıyordu ve bu iki olay arasındaki ara, havlamaların arasındaki aradan fazla değildir.
IV.
Arka kapak için ben bir yazı yazsaydım mutlaka ‘telaşsızlık’ sözcüğünü kullanırdım. Berger’in üslubundaki sakinlik sizi içine alır. Yazar ne yaptığını bilmektedir ve onun yaptığı şeyi beğendiğini de hissedersiniz. Bu anlamda telaşsızlık bir Berger metninin karakteristik özelliklerinden biridir. Paragraf ilerler ve su, yolunu bulur. Berger’in hikâyelerinde karakterler, hayvanlar ve onları çevreleyen doğa da öyledir. Helene ve keçisinin ormandaki patikada rastladıkları teke de telaşsızdı!
V.
Berger’in Susan Sontag’la BBC için yaptıkları söyleşide anlattıkları yazma ediminin anlamı ve işlevi üzerine nefis bir kayıt düşer. Okuyanlar hatırlayacaklar: Domuz Toprak’ta aykırı özellikleri olan bir köylü kadın anlatılır. Cabrol’un birinci, ikinci ve üçüncü hayatı başlıklarıyla üç bölüm halinde giden öyküde bu kendine özgü kadının çocukluğu, yetişkinliği ve ölümü anlatılır. Berger bu öyküyü Cabrol’u tanıyan diğer köylülere okuduğunda içlerinde biri ona şöyle der: Bu onun dördüncü hayatı! Evet, Berger’in yazdıkları bu kadına yeni bir yaşam bahşetmiştir! Berger bunu bir edebi iltifat olmadığını söylüyor ama bence öyle. Bir yazar başka ne duymak ister ki?
VI.
Bugün ilkim krizi en yakıcı konulardan ya Berger bu meseleyi ve olabilecekleri çok önceden görmüştür. Leylak ve Bayrak’ın sonuna uzun bir makale koyar ve konunun tarihi boyutlarını, sosyal sonuçlarını tartışır. Doğrusu, bu kısımda sergilenen bilgi birikimi ve analiz yeteneği şaşırtıcıdır. Sanki yazar böylece bize anlattığı sıcak insan hikayelerinin soğuk tarafını göstermek istemiştir. Arka planda bir bilge vardır her zaman.
VII.
İşte böyle. Yazı uzadıkça ve Berger üzerine düşündükçe bir yazar olarak ona atfettiğimiz nitelikler arttı. Gizem ve dinamizmin yanına zekayı da koyalım, sonra gözlem gücünü, benzersiz üslubunu, mizahi derinliği ve bilgeliği de unutmayalım.
Emeğine saygıyla.