Bir ayrıntılar kitabı KALECİNİN PENALTI ANINDAKİ ENDİŞESİ. Bilincin fark ettiği, fark etmediği, tam farkına varacakken elinden kaçırdığı ayrıntılarla dolu sayfalar. Kahramanımız, yani klasik olmayan tip Bloch, sürekli bir yerlere gidiyor (kafe, restoran, yeni bir şehir), arkada belli belirsiz bir olay örgüsü var (berber kızlar, kayıp bir çocuk, sinema), siz Bloch’u takip ediyorsunuz, bu adam dış dünyayı görüyor, onun gözüyle siz de görüyorsunuz, nesneler üst üste biniyor, sesler birbirine karışıyor. Okurken sizin de bakış açınız biraz değişiyor, odak noktanız kayıyor ve merceğiniz büyüyüp küçülüyor. Farklı ve kendine has bir anlatı bu. Yer yer kafanızda düşünce dalgalanmaları, küçük trans halleri yaratıyor; bu açıdan çok başarılı. Ama bunun için okurun kendini tam olarak metne vermesi gerekiyor; benim için bu, olabildiğince sessiz bir ortam ve elimde okunacak quizlerin olmaması demek!
Gene uyanış. İki, üç, dört, saymaya başladı Bloch. Durumu değişmemişti. Ama uykusunda alışmış olmalıydı ona. Yatağın altına düşen parayı cebine soktu, aşağıya indi. Dikkat ederse, gözünün önünde de canlandırırsa her kelimenin güzel güzel arkası geliyordu. Yağmurlu bir ekim günü; tozlu bir pencere camı: Tamam, oluyordu. Otelciye selam verdi; otelci gazeteleri çubuklarına takmaktaydı; kız mutfakla lokanta arasındaki servis penceresine bir tepsi sürdü: Hala yolundaydı her şey. Kendini kollarsa böyle, birbiri ardınca devam edebilirdi: Her zaman oturduğu masaya oturdu, her sabah açtığı gazeteyi açtı; Gazetede Gerda T. cinayetinde önemli bir iz peşinde olduklarını okudu. Ülkenin güneyine giden bir izdi bu, ölen kadının evinde bulunan gazetenin kenarındaki karalamalar soruşturmayı yeni bir noktaya getirmişti. Her cümlenin güzel güzel arkası geliyordu. Ondan sonra, ondan sonra, ondan sonra…İnsanın içi daha şimdiden bir süre için rahat edebilirdi.
Metnin akışı etkileyici gerçekten. ‘Boşluğun üslubu’ denmiş arka kapakta, ben sevdim bu tanımı. Adettendir, bir yazarın eserini incelerken bizzat onun kullandığı metaforlara, sembollere gönderme yapılır. Bu bakımdan Handke, yazı sahasına çıktığında, nerede duracağını, ne zaman ne tarafa koşu yapacağını iyi bilen forvet oyuncularına benzetilebilir.
Peter Handke’nin kitabını hafif kapalı metinleri okumayı sevenlere öneririm, -kapalı olsun olmasın- yazmayı sevenlere ise özellikle. Romanın ismi de pek dikkat çekicidir, gerçi burada biraz sorunlu bir durum da yok değildir: Futbola biraz bulaşan herkes bilir ki penaltı anında endişelenecek biri varsa o da topun arkasında kişidir. Öyle ya, tarihte hiçbir kaleci penaltıdan gol yediği için ayıplanmamıştır. Peter Handke sanki bunu biraz atlamıştır. E, ne diyelim: O kadar kusur her forvette olur…