Metin Kondel’in yeni kitabı Amazon Rapsodisi KDY etiketiyle yayımlandı. Yazar bu kitap serüvenini edebiyat burada okurları için anlattı:
“Dört yıldan uzun zamandır üzerinde çalıştığım Amazon Rapsodisi adlı romanım nihayet yayınlandı. Hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi düşündüğüm ve arada yeise kapılıp kaderine terk ettiğim bu edebi eserin bende apayrı bir hikâyesi var.
Sonra bir televizyon kanalında uzun süre gösterilmiş Zeyna dizisi bu muammayı başka bir boyuta taşıdı. İnsanların bayılarak izlediği o dizinin tek bölümüne bile tahammül edemedim. Efsanelere göre Amazonlar Terme ırmağı kenarında yaşamışlardı ama ortada onlarla ilgili hiçbir somut veri yoktu.
Yıllar sonra Samsun’da dolaşırken Amazonların günlük yaşantısını temsil eden kötü bir Amazon köyüne denk geldim. O kadınların Asyatik bir kavim olan Amazonlarla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Hepsi Friglerin unlanmış değirmenci kadınları gibi tuhaftılar. Ama Samsun sahiline yapılmış o büyük Amazon heykeli bir şekilde beni ikna etmişti. Sonra o Kara Samsun’daki Amazon höyüğü; var mı yok mu, içinde ne var belli değildi. O höyükle bölgede yaşadoğı söylenen Amazonların bağı iddia edildiği gibi miydi?
Böyle bir kavim orta Karadeniz’de yaşamış mıydı, diye önce buradaki insan kaynağının detaylı bir şekilde incelenmesi gerekiyordu. Osmanlıdan günümüze kadar bütün adli vakıalara, istatistiklere suç kataloglarına bakılması gerekiyordu. Zira ortada savaşçı bir milletin olduğu iddia ediliyordu. Varsa o Amazon kadın ruhunun bilimsel röntgeni çekilip ortaya konulmalıydı. Sonra oradaki genetik arızayı tamir etmek için edebi metinler üretilip edebiyatla insana üflenmeliydi. Ama bizde bu türden kuşatıcı bir akıl geliştirmek, sistematik düşünüp kültür adına hamlelerde bulunmak pek mümkün görünüyordu.
Amazonlar konusunda durum böyle olunca iş yine Batılıların Amazonlarla ilgili yazdığı metinlere ve eski kaynaklara kalıyordu. Bu konuda Helenlerin kendilerini düşman kavimler üzerinden değerlendirme yanlılığı vardı. Helenler türlü mitlerle savaştıkları Amazonları bir külte çevirmişlerdi. Önce barbar olarak yaftalamışlar onları. Sonra Amazonlar adına Tomris adlı bir kadın savaşçı Persleri yenip krallarının kanını içince Amazonlar Helenler için azizeler mertebesine yükselmişti. Bütün çanak çömleklerindeki Amazon tasvirleri abartılı övgülerle dolmuştu. Bu da Amazonların hakkıyla kavranmasının önüne geçiyordu. İşte bugün Batıda dünyasındaki metinlerde ve Hollywood yapımı filmlerde Amazonlar bu abartılı algı ile istila edilmiş durumda. Latin Amerika’da bir nehre, dünyanın en büyük satış sitesinin adı olmuş Amazon kadınlar. Yani Amazonlar gerçekte Anadolu’ya has bir şey olmasına rağmen bizden alınıp başka bir şeye dönüştürülmüş. Bir de bu konu ile ilgili Amerikalı bir kadın profesör gerçekliği kuşkulu araştırmalar yapmış; işi kurganlardaki kadın kemiklerine boncuklarına bağlayıp gitmiş. Bugün Amazonlarla ilgili bildiğimiz şeyler Amerikalı bir arkeolog Jeannine Davis-Kimball’ın yazdığı şeylerden ibaret.
Her hikâyenin bir hikâyesi olduğu gibi Amazon Rapsodisi’nin de hikâyesi budur.
Amazon Rapsodisinin içeriğine gelirsek; kitabın ilk bölümünde Amazonların Arkaik evreni konünal bir toplum üzerinden Karadeniz coğrafyasına uygun olarak onların saplantılı ritüelleri ve sert karakterleri üzerinden boşlukları edebiyatın estetize macunu ile kaplanarak anlatılıyor. İşin içinde mizah ve modern zamanların bir türedisi olan feminizme ölçülü bir şekilde dokunma gibi insanın doğasından yana tavır alan bir izlek var.
İkinci bölümü Roma dönemindeki Amazonların kenevir partileri, diğer kavimlerdeki erkeklerle yaptıkları fantastik âlemler, bir dizi kuralsızlık içinden çıkan bir zafer ve hüzünlü bir yok oluşun eşiği gibi insanın muhayyilesini zorlayan bir evren ve vakıa dizini söz konusu.
Osmanlı döneminde Karadeniz’in kayıp bir konağının trajik sonu ile Amazonların taşkın fiilleri bir nevi çakışmış. Sonra Osmanlı’nın o ıslah edici fetihleri ile kültürel açıdan dönüşmüş Amazonlar. Roma döneminden kalmış Hıristiyanlık artık başka bir hayat formunda boy gösteriyor.
Levanten Samsun dönemi bu romanda beni en çok uğraştıran bölüm oldu. Zira Samsun’un Levanten tarihi konusunda yaptığım araştırmalar beni epeyce kuşkuya düşürdü. Ta ki Fransızların Samsun’da kurduğu Reji idaresinin ve tütün fabrikasının bölük pörçük tarihi ile bulmacanın diğer parçalarını birleştirene kadar bu durum böyle sürüp gitti. Amazonların hayatın grameri gereği medeni bir forma bürünen kültürel varlığı Fransız rejisinin şehirdeki varlığı ile bambaşka bir şeye dönüşüyor. Bu işin zorluğu bu denli ilginç bir konuda var olan şeylerin yeterince sarih ve sistematik olmayışı ve her adımda insanı yeni bir kuşkuya düşürüyor oluşuydu. Üzerinde yaşadığımız toprakla dilimizdeki lisan arasında bir rabıta kurmakta zorlanıyoruz. Onun için Türkçe ağzımızda kırık bir cam parçası gibi duruyor. Ama bu trajik çelişkiye rağmen sözde dünyayı fetihle meşgulüz. İşte Amazon Rapsodisi ile yapmaya çalıştığım şey var olan gerçeklikle olması muhtemel şey arasında edebi açıdan bir denge kurmaya çalışmak ve sanatın insanı kışkırtıcı o yönüyle büyük bir bilinmezliğe bir sınır çizmek oldu. Ama bu bahsettiğim şeylerin çok az kişi dışında bir alıcısı mevcut değildir. Bu da ciddi olan hiçbir şeyin ciddiye alınmadığı bir ülkede yaşadığımız gerçeği ile tümüyle örtüşüyor.”