Bay Kırmızı İskarpin Metin Kondel’in üçüncü hikâye kitabı. Daha önce Moğolların Uğultusu ve Dinozor Araratus adlı hikâye kitapları KDY’den (Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık) yayınlanmıştı.
Yazar bu metninde Karadeniz’in puslar ardında kalmış kadim kültürünü geçmişten alıp çeşitli insan öyküleriyle harmanlayarak adım adım günümüze taşıyor. Ve bunu yaparken kuşandığı gerçekçi evreni bir fantazya deryasının eşiğine bırakıp metinle okur arasından çekiliyor. İşte bu sizin bakıp göremediğiniz Karadeniz, diyor. Aslında yazarın Karadeniz’in türlü folklorik öğelerini harmanlayan deneme, hikâye ve roman türünden metinleri bir bölgeye karşı takınılan üstünkörü bir tavra karşı edebiyatla verdiği ustaca bir reaksiyondan oluşuyor. Karadeniz ile ilgili metin türetme isteğinin ardında zamanla göz ardı edilmiş bir bölgenin özgün – Kafkasya dominant – kültürel varlığına vurgu yapmak yatıyor. Ve modernleşme ile yitip giden kültürel ara fonları usta bir ressam gibi betimleyip gün yüzüne çıkarıyor.
“Bu türden metinleri üretmem gerekiyor çünkü Karadeniz bölgesinin kokoz bir bakış açısıyla yani ‘Laz, hamsi, Pontus, Temel’ sığlığı üzerinden yüzeysel olarak algılanıyor oluşu bir Karadenizli olarak beni ziyadesiyle rahatsız ediyor, diyor, yazar bir konuşmasında. Ve ekliyor; “Romalılar güneşin altında yeni bir şey yok, derler. Ben yeni bir şey söylemiyorum. Sadece söylenmiş olanı bulup onu edebi bir formda günümüz insanına aktarıyorum. Bunu da modernliğin insandaki hasarını bir nebze göğüslemek kaygısıyla yapıyorum sadece.”
“Aslında bu tür edebiyatla yapmaya çalıştığım şey imparatorluğun çöküşüyle kopan bir kültürel damarı bugüne eklemlemeye çalışmak. Çünkü cumhuriyet devrinde üretilen edebiyat ulus-devlet motivasyonlu olduğundan bir şekilde insanın acısını ıskalamış. Yani hepimiz Genç Werther’in Acıları’nı okuyoruz, biliyoruz ama köyümüzde yaşayan yaşlı bir ninenin çetin bir doğa karşısındaki acılarının edebiyatta neye denk geldiğini bilmiyoruz, merak da etmiyoruz. Çünkü bu türden şeylere tahammül edecek bir merakımız yok maalesef. Bu acıları yıllarca morfinlerle geçiştirdik. Oysa bu insanın kendisini inkârdan başka bir şey değildi. İşte edebiyat adına formüle etmeye çalıştığımız şey tam da bu.”
“Karadeniz’in bir nevi gönüllü kültür misyonerliğini yapıyorum. Ve bu işi yaparken yanımda yöremde bana destek olacak, yol gösterecek hiç kimse yok. Bu işler böyledir. Ciddi bir yazar hayatın ve kelimelerin kurmayından başka bir şey değildir aslında. Her şeyi kendiniz bilmek, görmek, düşünmek, planlamak ve yazmak zorundasınız. Hiç kimseden bir takdir, bir ödül beklediğim de yok. Bu kültürel rabıtayı kurabilmek önemli benim için.”
“Edebiyata dair, bir şeyler söylemek gerekirse; günümüzde Türkçe ile normal bir okurun takip edemeyeceği kadar fazla edebi metin üretiliyor ülkede. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi doğrusu bilemiyorum. Ama bu metinlerin çoğu bir şekilde edebiyattan kaçış bana sorarsanız. Çünkü benim takip edebildiğim kadarıyla birçok yazar gerçek bir evren kurmadan ya da var olan dünyayı hakkıyla kuşanma ustalığı göstermeden sadece Türkçeyi kirletiyor. Sanırım bu yanımla diğer birçok yazardan farklı bir yazarım. “
“Bir de kendi yaşadığı evrenin köklü sorunlarına, coğrafyasına, insanına, folkloruna, diline, adetlerine, kısacası insana dair her şeye bigâne kalarak nasıl edebiyat yapılıyor doğrusu ben işin bu kısmına bir türlü anlayamıyorum. Sanırım bu yanımla aynı zamanda demode bir yazarım.”
“Bana göre edebiyat özünde felsefi bir meseledir. Her şey ciddi bir sualle başlar. Edebiyat o büyük suale cevap arama uğraşısıdır zaten. Ama o büyük suale cevap arayan dilin gazete dilinden farklı olması gerekir. Bu açıdan edebiyatta kullanılan dil ile cevabı aranan sualin büyüklüğü birbirine paraleldir kanaatimce.”
“Tekrar Bay Kırmızı İskarpin adlı hikâyeye dönecek olursak; başta da söylediğim gibi birbirinden farklı on iki hikâyeden oluşuyor. Aslında bu hikâyeleri yazıp bir köşeye bırakmıştım. Geçen yıl kış aylarında Amazon Rapsodisini yazarken son bölümde ciddi bir problem yaşadım. Daha doğrusu hayatın rutin akışındaki aksaklıklar edebiyat adına ürettiğim metni bir süre sekteye uğrattı. Edebiyata yeniden dönmenin bir bahanesi olarak bu hikâyeyi toparlayıp yayınlama gereği duydum. Yazdığım metinler içinde bu en kısa olanı. Buna rağmen birçok açıdan ilginç bir metin çıktı ortaya. 118 sayfalık bu hikâyede acaba Karadeniz ile ilgili es geçtiğim bir gerçek oldu mu, diye uzun uzun düşünmedim değil. Sanırım bu sualin cevabı okurların Karadeniz, denilince ne düşündüklerine de bağlı.”