‘‘Boşuna heveslenememekte fayda var, insanların aslında birbirlerine söyleyecekleri hiçbir şey yoktur, karşılıklı olarak yalnızca kendi acılarını anlatırlar, bu böyledir. Herkesin derdi kendine, dünyanın ki de hepimize.’’
İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olmasının ardından medya kuruluşlarında görev almaya başlayan Serkan Üstüner, çalışma hayatının ona getirdiği kimliğinden öte okurları tarafından daha çok yazar kimliğiyle tanınmakta. Geçtiğimiz yıl kendisinin konuk olduğu bir radyo programını dinlerken ‘‘yazdıklarımla anılmayı daha çok isterim’’ dediğini anımsıyorum. Yazı yazmanın kendi nazarındaki karşılığını ise ‘‘Bir hayali gerçekleştirmenin dinmeyen mutluluğu’’ olarak tanımlıyor. Edebiyat dünyasına katkılarıyla bu cümlelerini kanıtladığı aşikâr.
İlk öykü kitabı Hükmen Mağluplar 2017 yılında, ikinci öykü kitabı Fazilet’in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni ise 2019 yılında yayımlanarak okurla buluşmasının ardından Türkiye Yazarlar Birliği 11.Edebiyat Festivali Büyük Hikâye ödülüne layık görülmüştür. İki öykü kitabının ardından Serkan Üstüner’in ‘‘üç yılın emeği’’ diye bahsettiği ilk romanı Mahir’i Sakın Uyandırmayın Muhit Kitap etiketiyle geçtiğimiz Ocak ayında okurlarla buluşmuştu.
İlk öykü kitabında yarattığı karakterlerle bizi kenar mahallelerin birinde çocukluğumuza götürürken, ikinci öykü kitabında hayatın her anından bir pencereyi en gerçekçi haliyle okura sunmaktan geri durmamıştı. İlk romanı Mahir’i Sakın Uyandırmayın diğer iki öykü kitabından bir noktada sıyrılarak hayatı başka bir perdede önümüze sahneliyor. Yazar, her zamanki çizgisinden taşmayarak yine karakterlerin ağzından çocukluğumuza dair izler bırakıyor, annemizin ördüğü kazağı, nasihatleri ve büyüyüp değişmelerimizi basit bir dille okura hatırlatıyor fakat asıl hikâyeden kesinlikle uzaklaşmıyor.
‘‘Ne zaman üşüsem aklıma hep çocukluğum gelir Kâmil Abi biliyor musun? Çocukluğumuzda bizi sahura kaldırırlardı, titreşirdik; soğuk sofada titreşe titreşe yemek yerdik. Ağzımızda lokmalar büyürdü; masaya serili yapışkan muşambanın buz gibi teması âdeta ellerimizi yakardı. Şimdi dönüp bakıyorum da her şey kısa bir rüya gibi. Tüm rüyalar kadar…’’
Mahir’i Sakın Uyandırmayın, iki ana bölümden oluşmakta. Eser, 1978 yılının İstanbul’unu odak noktası alarak başlıyor. İlk bölümde okur Celal karakteri ve onun hayat hikâyesiyle tanışıyor. Malatya’da doğup büyüyen çiftçi bir ailenin oğluyken babasının kaybıyla birlikte şartlar gereği memleketinden kente göç eden ve yolu herkes gibi İstanbul’la kesişen karakterlerden biri olarak karşımıza çıkıyor Celal. İstanbul’un tozu toprağını iyi kötü yutmuş yürüdüğü puslu yolun sonunda şehrin en ünlü kabadayılarının birinin kahvehane görünümlü kumarhanesinde işe başlamış ve uzun yıllar boyunca orada tutunacak biri olarak tanıyoruz kendisini.
Serkan Üstüner, kitap boyunca yaşananları tek odak noktası halinde almayıp karakterlerin yaşadığı dönemin Türkiye koşullarını bilerek olayları geniş bir açıdan da gözler önüne sermekte.
Düzenli olarak gazete okuyan Celal’in manşetlerinde gün gelir Abdi İpekçi öldürüldü haberi geçer ve gün gelir devlet koalisyon çalışmalarını sürdürmeye çalışır fakat herkesin bildiği üzere o dönem her yerde kargaşa hâkimdir. Ülke ekonomik manada çökerken Celal gelen misafirleri karşılayıp hesap tutmakla meşguldür. Manşetlerin günden güne felaket taşıdığı ve kahvehanelerin sebepsiz yere tarandığı günlerde mafya babaları, karaborsacı ve kaçakçıların halktan daha güvende yaşadıklarını da yine başına gelenlerle Celal okura ispatlar.
Takvim yaprakları değişse dahi Celal her gazeteyi eline aldığında ülkenin kaosa doğru sürüklenişine kendince ağıt yakar. Birbirinden farklı karakterler sahneye çıkarken âşık olan, kavga eden, adam öldüren, acıları birbirinden farklı fakat günleri birbirinin aynı olan karakterlerle tanışırsınız. Celal’in hayatı yer yer sevinç ve hüzün dolu geçerken zaman kavramı da hiç durmaksızın işler ve nihayet olaylar başka bir yere evrilerek ikinci bölüme geçilir.
‘‘Şüphe insanın akıl sağlığının harap olmasına neden olabilecek en sessiz kötü arkadaşların başında gelir.’’
İkinci bölümde, kitaba da ismini veren Mahir karakteriyle tanıştığınızda zaman hızla akmış 2001 yılına gelinmiştir. Mahir’in gelişiyle birlikte olay örgüsü ve kitabın gidişatı da başka bir boyuta taşınır. Yaşadığı çağın ünlü yönetmeni, kameramanı ve oyuncusu Mahir’in çalıştığı kahvehaneye uğrayıp kendisiyle muhabbet kurarken onun için günler dostlarına çay dağıtmaktan öte bir amaç taşımamaktadır.
Mahir’in kendisine yeni bir kimlik yaratma ihtiyacına girmesi ve tahayyül ettiği kişinin kendisi olduğuna körü körüne inanması akıllara pek çok soru getirir. Başta her şey seyrinde ilerlerken Mahir’in dünyası, kendi kendine sayıklamaları, replikleri, yönetmen koltuğu, aşkı, rüyaları ve bilinçaltı okura bir fırtınanın sessizce yaklaştığının habercisi gibidir. Bununla birlikte bir tür düşünce bozukluğu baş göstermeye başlar. Karakter günden güne psikolojik açıdan kabuk değiştirir.
‘‘Şimdi ben kimdim? Bir hasta mı, gerçek bir yönetmen mi, mavi gözlerin hemen altında o gamzede ölmek isteyen serseri ve melun bir adam mı, yoksa dünyanın çamurunda yıkanmış, rezil bir hayta mı, yoksa budala bir çocuk mu?’’
Olayın en iyi nükseden tarafı sizin de karakterle birlikte sayıklamaya başlamanız oluyor. Zaman sonra zihniniz karakterle birlikte hareket etmeye başlıyor. Onun gibi düşünemiyorsanız dahi onun yerine düşünmeye çalışıp bir son bulmaya çalışıyorsunuz. Onun davranışlarının sebebini sorguluyor, öfkeleniyor ve onun yerine yorulduğunuz anlar yaşıyorsunuz. Mahir, bir tür halüsinasyon ve sanrı dünyasının kapılarını ardına kadar aralarken okuyucu da ister istemez kendini Mahir’in dünyasına sürüklenmiş buluyor.
‘‘Günlerin arasında, kaldırımsız bir dünyanın başı boşluğunda bir sarhoş gibi geziniyorum. Ne yapacağımı, dahası, ne yapmayacağımı bilemez bir hâldeyim. Susup kendi iç dünyamla kavga etsem keşke. Onu da doğru dürüst beceremem ki…’’
Serkan Üstüner, Mahir’in başına gelecek hadiseleri adım adım önümüze sererken hangi sahnenin gerçekte var olduğu ve hangi sahnenin bir illüzyon gösterisi olduğu konusunda okuyanları şüpheye düşürmeyi başarır. Sayfalar çevrildikçe karakterlerin varlığından dahi şüphe etmeye başlarsınız. Peki tüm bu yaşanan hadiseler Mahir’in zihninde çektiği bir film sahnesi midir? Yoksa Mahir’in başrolünü paylaştığı gerçek bir film sahnesi mi? Öyleyse şayet gerçek nedir? Gerçek hayat sahnesi nedir? Serkan Üstüner bizleri hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı psikolojik bir dünyaya götürürken tam bu noktada Mahir’i Sakın Uyandırmayın, diyor.
Bir insanın bu denli büyük değişimini okuduğunuzda hem sevinçle hüznü bir arada yaşayıp hem de delirme noktasına ulaşacaksınız. Serkan Üstüner, kaybetmediği samimi diliyle her sayfada okurunu şaşırtacak bir hadiseyi önünüze getirirken aklınıza gelen binlerce sonun ötesinde bir son hazırlıyor. Mahir’i Sakın Uyandırmayın, ince bir kitap olmasının yanı sıra okuyucusunu tesiri altına alacak güçte bir eser.
Nihayetinde belki de her şey Mahir için bir rüyadır ve belki de Mahir diye biri yoktur.