Türk akademisyen, öykü ve roman yazarı, eleştirmen ve çevirmen. Cumhuriyet dönemi edebiyat dünyasında yaşayan en güçlü kalemlerden biri Tahsin Yücel. Şahsına münhasır bir kişiliği ve kendine has kalemi olduğunu söylemek mümkün. Peki okur nasıl tanıyor Tahsin Yücel’i? Kendisini araştırıp kaleme aldığı eserleri okumaya başlamadan önce onun okurun gözünde alışılmış bir kalıpta ‘‘Tahsin Yücel Çevirileri’’ gözüyle tanındığını fark ediyorum. Güçlü kalemiyle tanıştıktan sonra onun benim nazarımdaki değeri hayli artıyor.
Onun eserlerini okurken kullandığı yalın dil ve üslubunun farkına varmamak kaçınılmaz diyebiliyorsunuz. Çünkü Tahsin Yücel dil konusunda hassaslığıyla bilindiği gibi günümüzde unutulmuş pek çok kelimeyi de eserlerinde kullanmaktan geri durmayan bir cevher. Yaşamı boyunca daima öz Türkçecilik’i savunmuş ona özlem duymuş ve bilhassa Yalan eserinde de bunu titizlikle kullanmıştır. Dünyanın Bütün Sabahları’nı (1992) okumasının ardından Yalan ile tam olarak on yıl uğraş verdiğini söyler. Bu süre içerisinde birkaç çeviri yapar ve birkaç deneme kitabı yayımlar. Salaklık Üstüne Deneme (2000) eseri için ‘‘gerçekte Yalan’ın küçük kardeşidir’’ sözlerini ortaya atar. Uzun bir uğraşın sonucu olan Yalan için ilk olarak “Usta” ismini düşündüğünü belirtse dahi onu bu kararından vazgeçiren şeyin sonucu olarak eserin ismi nihayetinde Yalan olur. On yıl boyunca araya başka eserler ve işler girse de Tahsin Yücel aklı ve kalbinde Yalan ve onun meşhur karakterlerinin yaşadığını da belirtir. Eser 2002’de yayımlanır ve 2003 yılında “Ömer Asım Aksoy Roman Ödülü” ve “Yunus Nafi Roman Ödülü’’ kazanır.
Yalan’ın yazılma süreci de karakterleri kadar ilgi çekici. Tahsin Yücel bizlere “Dünyanın Tüm Sabahları” kitabını 1992 yılında okumasıyla Yalan’ı kaleme alma serüveninin başladığını söylüyor. On yıl boyunca bu eserle uğraş verdim diyor ve tabi bu on yıl içerisinde de elbette birkaç kitap yayımlıyor.
Yalan, olay örgüsü bakımından bir ön öykü ve üç bölümden oluşuyor. İlk olarak okura Yusuf Aksu’nun ailesi ve onun çocukluk yaşamı sunuluyor. Ardından Yusuf Aksu’ya en iyi dost olacak olan Yunus karakteri ile tanışıyoruz.
Bütün yaşamı ansiklopedi okumaktan ibaret olan Yusuf’un yaşamına kekeme Yunus’un girmesi hem sıkı bir dostluğu hem de koca bir Yalan’ın karakterlerin üzerine ne şekilde tesir edeceğinin ön provası oluyor. Yusuf’un gerçek hikâyesi Yunus ile birlikte başlıyor diyebiliriz. Kekeme Yunus’un günün birinde insanların konuştuğu dil üzerine ortaya attığı kuram sınıfta kısa bir tartışma ortamı yaratsa dahi Yusuf’u hayli etkiler. Tahsin Yücel’in okuru düşündüren bu kuramı nedir?
“Dil yazıdan önce değil, yazı dilden önce doğdu”
Bunun üzerine sayfalar boyu Yusuf ve Yunus’un dil üzerine aralarında geçen diyalogları devreye girer. Doğal ve yapay dil tartışmaları arasında Tahsin Yücel dil üzerine hassasiyetini bir noktada ortaya koyarken iki karakter arasında gelgit yaşayan okurunun hem zihnini bulandırır hem de aydınlatmaya çalışır. Ortaya atılan bu ilginç kuramı ansiklopedi okumaları yaparak iki dost yaşamlarında daha da ileriye götürmek isterler fakat yazar Yunus’u burada devreden çıkarır. Bu kuram Yunus’un ardından yıllar sonra Yusuf Aksu’ya mal edilecektir.
Yunus’un gidişi önce Yusuf Aksu’nun gölgesi olur. Ardından zihni, düşünceleri, ortaya attıkları ve dudaklarından dökülen her cümle Yusuf’un bedeninde Yunus şeklini alır. Bir bedenin içinde Yunus mu yatıyor Yusuf mu diye düşünmeye başladığınız anlar gelir. Henüz kendi kimliğini tanımamış olan Yusuf Aksu’nun bu haliyle birlikte sayfalar boyu müthiş bir şekilde kimlik çatışması gözler önüne serilir. Yusuf Aksu’nun hayatı da savunduğu kuram da böylece bir Yalan’a dönüşür.
“Yusuf Aksu yıllar yılı, sık sık düşünmekle birlikte, hiçbir zaman doğru dürüst açıklayamadı bu olanları, hiçbir zaman tam olarak anlayamadı, yeniden yaşamakla kaldı.”
Sayfaları büyük hevesle çevirip Yusuf Aksu’nun hayatına girenler, çıkanlar ve dil üzerine dönen sohbetleri okurken aslında yazar bir karakterin kendini tanıma sürecine daha iyi tanık olmamızı sağlıyor. Hatta bunu başarılı bir şekilde ortaya döküyor.
Yusuf Aksu gibi bir karakter zaman sonra topluma karışıyor, kadınları tanıyor ve nihayetinde gerçeğe doğru yol alabiliyor. Tahsin Yücel, kimliğini bulmaya çalışan karakterinin varoluş sancısını okura muazzam bir biçimde sunuyor. Öyle ki, Yusuf Aksu’nun çevresindeki insanlar değişse dahi Yalan’ın hiç değişmediği ve büyümeye devam ettiğini bize fark ettiriyor. İçindeki varlık kaygısı Yusuf Aksu’nun davranışları ve en önemlisi meşhur kuramı kendi kuramı gibi benimsemesini okurken bile ne kadar derin bir karakter yarattığının yine farkına varıyoruz.
Yazar, hem yarattığı karakter hem de yan karakterlerin ağzından dökülenlerle günümüz dünyası ve insanına da ele aldığı kavramlarla ışık tutuyor. En üst mevkiden en alt mertebeye kadar toplum insanının yalanlara mı yoksa doğrulara mı daha çok ihtiyaç duyduğuna dair soru işaretleri bırakıyor. Yusuf Aksu’nun çevresini saran her çeşit insanların diyaloglarıyla birlikte okur zihninde elbette bir yanıt oluşturuyor.
Tahsin Yücel yalnız dil üzerine ilerlemediği bu kitabında yalan, gerçek, doğru, yanlış gibi zıt kavramları ele alırken günümüz insanının ne kadar bilgisiz, ilgisiz, kendinden bihaber, olana inanmayı seçen, araştırma yanlısı olmayan tarafını da ortaya seriyor. Yalan’ın hangi boyutlara ulaşabileceğini başarılı bir şekilde okura sunuyor. Dilbilimci Yusuf Aksu dışında pek bir şeyine hayran olmayan insanların bile kendini gösterme gayreti içerisinde başlı başına gerçeklikten öte yalan olduğu bizde hem sosyolojik hem de psikolojik bir ayna işlevi görmektedir.
“Yusuf Aksu’nun kuramı ve düşünce dünyası bu adamların hiçbirinin umurunda değil; bir modaya uymak istiyorlar yalnız, tüm kalantorlar böyle yapıyor diye onunla birlikte olmak, birlikte görünmek, daha sonra da anlatmak istiyorlar.”
Doğal ve yapay dil tartışmaları bir yana Yusuf Aksu’nun kendini inandırdığı kuram sürerken hayatına dokunan insanlardan Erkek Cemile adeta Yusuf Aksu’nun önünü açan önemli karakterlerden biri olur. Tahsin Yücel her kesimden yarattığı karakterlerinin biriyle halkın içinde yaşayan Cemile’nin ağzından öz Türkçeciliği savunur. Doğal, katıksız ve saf dili bize türkülerle göstermeye çalışır.
Yalnız Cemile ve onunla aralarında geçen diyaloglar değil Yusuf Aksu’nun bilincinin açılmasına sebep olan bir diğer karakter devreye girdiğinde Yusuf Aksu’nun Dostoyevski, Budala eseriyle tanışmasına vesile olur. Birçoğumuzun hala kimlik problemi yaşadığı dünyada karakterin hayatının baştan beri yalan olduğunu artık tamamen idrak etmesi acı dolu sahnelerden biridir.
“Yaşamım boyunca hiç yalan söylemedim, ama tüm yaşamım yalan olup çıktı.”
Tahsin Yücel, Yalan’ı kaleme alırken bir kez daha dil üzerine titizliği ve Türkçe’yi çok iyi kullandığını herkese başarıyla kanıtlıyor. Arı Türkçe’yi savunurken dahi şimdilerde kullanmadığımız kelimeleri kitaba serpiştirmiş durumda. Bunlardan aklıma gelenler; “us, tansık, eprime, virtüöz…” kavramları oldu.
Tahsin Yücel’in Yalan eseri titizlik ve ustalık eseri. Hem ana karakter hem yan karakterler üzerinden okuruna pek çok bakış açısı sunmakta. Gerek psikolojik gerekse sosyolojik açıdan dünyayı ve insanlığı bir kez daha gözler önüne sererek zihnini darmadağın ediyor. Çünkü gözünüzde büyüttüğünüz insanların gerçekten o insanlar olup olmadığını bilmediğiniz gerçeği tekrar anımsatılıyor. Yine Tahsin Yücel dil üzerine ortaya atılan kuram hakkında diyalogları önünüze sererken okuru sıkmadan merak edip araştırma ihtiyacı içine girmesini de sağlıyor.
Kullandığı akıcı üslup kitaba sürükleyicilik katarken kalın bir kitap psikolojisini okurların zihninde öldürüyor. Roman boyu eleştirel, kuramcı ve göstergebilim kimliğini yine başarıyla sunduğunu belirtmekte de yarar var. Mühim olan elbette Tahsin Yücel’i çevirileriyle tanımanın yanı sıra başarılı edebiyat dünyasıyla da tanımak. Yalan, Tahsin Yücel’in kalemine hayran kalmanız adına çok iyi bir başlangıç olacaktır.
Keyifli okumalar.